Dilek Gürgen... Ayağını kestiler ama yürümesini durduramadılar!
Bugün “sürmanşet”ten yayınladığımız Dilek Gürgen’le ilgili haber Yayın Kurulu’nda okunurken, gözümün önüne “o fotoğraf” geldi...
Yıl 1998...
“28 Şubat zulmü”nün zirve yılları.
Yer Nilüfer İmam Hatip Lisesi...
Türkiye’nin her yerinde olduğu gibi, Nilüfer İmam Hatip Lisesi’nde de “başörtülü öğrenciler” okula alınmıyor.
Hatta, yine İstanbul’da olduğu gibi; meselâ Eyüp’te, meselâ Güngören’de okuyan ve “İnancımız emrettiği şekilde başörtümüzle okumak istiyoruz” diyen minnacık İHL öğrencileri, “cop”larla dövülüyor, sırtlarında “süpürge sapları” kırılıyor, yerlerde sürüklenip çiğneniyor, sonra da bir otobüse doldurulup, onlarca kilometre uzaklıktaki bir ilçeye, meselâ Beykoz’a, meselâ Avcılar veya Büyükçekmece’ye götürülüp bırakılıyor.
Düşünebiliyor musunuz;
Henüz 13-14 yaşında minnacık çocuklar... Görmedikleri, bilmedikleri bir yere götürülüyorlar ve orada bırakılıyorlar.
“Geri dönmek” için ceplerinde para var mı, kimsenin umurunda değil!..
Başlarına bir şey gelir mi, gelmez mi, kimse düşünmüyor!..
KAPI DEĞİL, UTANÇ DUVARI!
Dedim ya;
“Zulmün zirvede olduğu yıllar”dı... Minnacık kızların, sırf başlarındaki “örtü” yüzünden dışlandığı, horlandığı, coplandığı, çiğnendiği, yerlerde sürüklendiği, evlerinden kilometrelerce ilerideki ilçelere götürülüp bırakıldığı ve hatta sırf “başörtüleriyle okumak” istedikleri için “incecik bileklerine kelepçeler takıldığı yıllar”dı...
Bursa’daki Nilüfer İmam Hatip Lisesi’nde yaşanan manzara da bunlardan farklı değildi...
Evet, ağırlıklı olarak “dini eğitim ve öğretim”in verildiği İmam Hatip’te, “dinin emri” olan “başörtüsü” yasaktı!..
“Başörtülü” öğrenciler için, okulun kapısı, adeta “duvar” olmuştu...
Berlin’deki “İki Almanya”yı birbirinden ayıran “Utanç Duvarı” 9 Kasım 1989’da yıkılmıştı ama, “1998 Türkiye’si”nin Nilüfer İHL’sindeki “Utanç Duvarı” başörtülü öğrenciler ile okulu birbirinden ayırıyordu!..
Fotoğraf, hâlâ gözümün önünde...
Nilüfer İHL’nin giriş kapısı ve etrafı, birkaç metre yükseklikte ve “tel örgüler” ile çevriliydi...
İşte o “tel örgülü duvar”ın önünde toplaşan başörtülü öğrenciler, yalvarıyor ama içeri alınmıyordu!..
Nasıl alınsınlar ki;
“Yasak” için “pilot bölge” seçilen Bursa’da “Vali Orhan Taşanlar despotizmi” vardı... “Yasak” diyordu; “Başörtülü öğrencilerin okullara alınması yasak!”
Aslında, Orhan Taşanlar da haklıydı... O da, nihayetinde bir “emir kulu”ydu, o da “28 Şubat’ın maşası”ydı... Ankara’dan Çevik Bir’ler, Bülent Ecevit’ler, Hikmet Uluğbay’lar ve Metin Bostancıoğlu’lar emrediyor, Orhan Taşanlar da uyguluyordu!.
Çevik Bir de haklıydı.
Ne yapsın, o da “İsrail’in çıkarları”nı koruyordu... Refahyol Hükümeti’ni de, sırf “İsrail’in çıkarlarını korumak” için yıktırmıştı.
İşte bu sebeplerle, bütün İHL’lerde olduğu gibi, Nilüfer İHL’de de “başörtülü okumak” yasaktı.
O günler, öyle günlerdi ki;
“İşgal altındaki Filistin toprakları”nda kurulan İsrail’in çıkarları, gelip Nilüfer İHL’de hükmünü icra ediyordu...
“Utanç Duvarı”nı aşıp da içeri giremeyen “başörtülü” öğrenciler, hayatlarını da tehlikeye atarak “tel örgü”lere tırmanıyor, duvarı aşıp içeri girmek istiyorlardı...
Ama duvarı aşmak ne mümkün!..
Bekleşiyorlardı...
Bir umutla bekleşiyorlardı...
DİLEK GÜRGEN’İN EN ACI GÜNÜ
İşte o “Utanç Duvarı”nın önünde bekleşenlerden biri de Dilek Gürgen adlı öğrenci idi...
Bir gün, yani 21 Aralık 1998 günü, yine “polis” geldi... Hani, bugün Taksim’de “orantısız güç” kullandığı iddia edilen polis var ya, işte o polis, Nilüfer İHL’de “orantısız gücün şahı”nı kullandı... “Cop”lar, “tekme”ler derken, öğrenciler sağa-sola kaçışmaya başladı!..
Dilek Gürgen de;
O “cop”lardan, o “tekme”lerden kurtulmak için “can havliyle” kaçtı okulun önünden!..
Evet, “polisin cop ve tekmesi”nden kurtuldu ama, “kamyon”dan kurtulamadı... Adeta savrulduğu yolda, kamyonun altında kaldı.
Bir ayağını teker ezdi.
Ve o ayağı kesildi!..
........
O haberi aldığımda çok üzülmüştüm... Günlerce gözüme uyku girmemişti... Sonra telefonla “aile”sini aradım, “baba”sıyla görüştüm.
Babası “azimli”ydi... Yaşadıkları felâkete rağmen yamulmamış, eğilmemiş, bükülmemişti... “Kızım, inancı uğruna bir ayağını kaybetti, dinimiz için canımız feda” diyordu.
Şunu da söyleyeyim;
Dilek’in ailesi “varlıklı bir aile” değildi... Hatta, “yardıma muhtaç” bile denilebilirdi.
Bir-iki defa Dilek’le de görüştüm ama “ailesi” ile görüşmelerim birkaç yıl devam etti...
Onlardan, Dilek’in durumunu öğrendim... Gelişmeleri de, siz okurlarımla paylaştım...
Arşive baktım da; Dilek’le ilgili 8-10 yazı yazmışım...
Sonra, diyaloğumuz koptu...
ŞİMDİ DİPLOMALI BİR HANIM
Aradan yıllar geçti... Dilek Gürgen’in kamyon altında kalıp da sağ bacağını kaybetmesinin üzerinden 14 yıl geçti...
Dilek, o gün 13 yaşındaydı...
Aradan 14 yıl geçtiğine göre, Dilek bugün “27 yaşında” olmalı...
Dün, Kenan Kıran’ın haberinden öğrendim ki; Dilek Gürgen, Saraybosna’da “üniversite”ye gitmiş, “Psikoloji” okumuş, mezun olup “diploma” almış ve üstelik evlenmiş ve Hamza Musab adlı bir oğlu olmuş...
Hamza Musab, şimdi 4 yaşında...
Film gibi...
“Acı” başladı,
“Mutlu son”la bitti...
14 yıl önce “teselli” için aradığım Dilek Gürgen’i bugün yürekten “tebrik” ediyorum...
Hem “azmi” için,
Hem “yuva kurduğu” için...
Ne ilginç değil mi;
14 yıl önce “psikoloji”si bozulan, “travma”lar yaşayan Dilek, Saraybosna’da “psikoloji” okumuş...
“O günler” ve “bugünler” için duygularını şöyle anlatmış:
l “Eylemler sırasında okulun önünde geçirdiğim kaza, hastanede yaşadığım o çok acı, uzun ve sancılı aylar ve yıllar, tüm yaşadığım ızdırabları anlatmak o kadar zor ki. Her bir örtülü, tesettürlü ya da inandığı kimlikle her yerde olmak isteyen hepimize yapılan o zulmün silinmeyen kareleri hala hafızamda karanlık bir yer işgal ediyor…”
l “Yaşanan acılı süreçlerin bir daha tekrar etmemesi için bir silkelenme gerekiyor. Bunu uygulayanların da asker-sivil ayırt etmeksizin daha güçlü bir şekilde silkelenmesi gerekiyor. Aksi takdirde benim vicdanımda ve toplumun vicdanında yargılanmaya devam edecek ve affedilmeyeceklerdir. Tüm bu zorbalıkları yapanlar ya da hâlâ bu arzu içersinde olanlar için gerekli tatminkar ve caydırıcı bir ceza ve müeyyidenin uygulanmaması onlar için pekiştirici bir etki oluşturacaktır”
MAZLUMLARIN AHI!
Gördüğünüz gibi;
Dilek Gürgen, sadece “kendisine” değil, insanlara “inancından dolayı zulmedenler”in cezalandırılmasını istiyor...
Açık söylemek gerekirse;
Dilek Gürgen’in bizzat kendisi, ona ve arkadaşlarına zulmedenlere verilmiş “en büyük ceza”dır!..
Öyle ya;
O “zalim”ler, sırf “okuyamasın” diye Dilek Gürgen’in bacağının kesilmesine sebep oldular... Ama onun “yürümesini” engelleyemediler...
Onun okumasını engelleyemediler...
Dilek Gürgen, bugün; elindeki “diploma”sı, yanındaki “eşi” ve 4 yaşındaki “oğlu” ile “dimdik ayakta”dır.
“Başı dik, alnı açık”tır...
Karşılarında böyle bir Dilek Gürgen gören zalimler, eğer “insan”salar, herhalde utanacaklar, herhalde yüzleri kıpkırmızı olacaktır.
Şu hâle bakın;
“İstikbale koşmasın” diye “ayağını kestirdikleri” dünkü çocuk, bugün karşılarında “diplomalı genç bir kadın”dır!..
Onlar için, bundan daha büyük ceza olur mu?..
Ama yine de;
13-14 yıl önce Dilek Gürgen gibilerin ettiği “beddua”lar karşılıksız kalmadı...
Ne demişler;
“Mazlumun ahı,
Devirir şahı.”
13-14 yılda; “Nereden nereye” geldi Türkiye... Nice “şah”lar devrildi, nice “yasak”lar kaldırıldı...
Dahası;
“Bursa’daki despotizm”in önde gelenlerinden Vali Orhan Taşanlar, o olaydan 1 yıl sonra; “Nesim Malki cinayetinin kilit ismi Erol Evcil’i Bursa’da saklamak”la suçlandı ve “Merkez”e alındı...
Daha sonra “siyaset”e atılmak istedi ama istenmedi!..
Zulmün mimarı Çevik Bir ise şu an “28 Şubat tutuklusu” olarak Sincan Cezaevi’nde!..
Demek oluyor ki;
Mazlumların ahı yerde kalmıyor!..
Zalimler, önce bunu bilmeli...
******************************************************************************
Yolu kesilen dindarlardan... Yol açan dindarlara!
Aşağıda, Dilek Gürgen adlı öğrencinin şahsında, “28 Şubat zulmü”nün bir bölümünü anlattım...
Şimdiki Türkiye, 14-15 yıl öncesinin “eski Türkiye”si değil... “Yeni Türkiye”de artık “yasak” yok, “dayatma” yok, “yasadışı zorbalık”lar yok...
İmam Hatip’lerde ve İlâhiyat’larda bile yasak olan başörtüsü; artık sadece İHL’lerde ve İlâhiyat’larda değil, “bütün üniversitelerde” ve “kamusal alan”da da serbest...
Bugün, “yeni Türkiye” var...
“Dünüyle hesaplaşan” ve gittikçe “demokratikleşen” kalkınan ve “yolu açık” bir Türkiye var...
Ne ilginç değil mi; “eski Türkiye”de özellikle “dindar” insanların “yolları kesiliyor”du... “Yeni Türkiye”de ise, “yolları yapanlar” ve “yolları açanlar” dindar insanlardır...
Dilek’ler, artık üzülmesin, çünkü “dilek”leri yerine geldi...
Bugün; “devlet-millet kapışması” yok, “devlet-millet kaynaşması” var...
NOT: İzninizle, bugün izin kullanmak istiyorum.