Yangın kulesindeki itfaiyeciden şarkı-türkü beklenir mi?
Siz, hiç etrafınızda “orman yangını” varken, kalkıp da “tatil programı” yapar mısınız?.. Ya da, eviniz “sel baskını”na uğramış, mutfağınız sular içindeyken, kalkıp da “kahve” içmeyi düşünür müsünüz?
Her şeyin bir yeri, bir zamanı var... Oğlunuz veya kızınız “ölüm döşeğinde” yatıyor ama siz, onlar için bastırılacak “düğün davetiyesi”nin şeklini araştırıyorsunuz...
Hiç olacak şey midir bu?..
Malûm;
“Ehem-Mühim” ve de,
‘Elzem-Lazım” prensibi vardır.
Bu, şu demektir:
Ortada “ehemmiyetli” bir durum varsa, “mühim” ikinci sırada kalır... Ve yine, gündemde “elzem” bir durum varsa, “lazım”ın sırası değildir.
ADI KUTLU, YAZISI KURTLU!
Peki, bunları niye anlattım...
Önceki gün, Yeni Şafak’ta, “müstear isim” olduğunu zannettiğim Ali Nur Kutlu adlı bir yazar, “gündemi yönetme gücü” başlıklı yazısında, özetle demiş ki;
“Gezi olaylarından sonra hükümet, kendi gündemini takip etme iradesini ve kendi özel gündemini oluşturma gücünü kaybetti. Böylece, Gezi olaylarının en önemli amacı olan hükümeti ve Başbakanı kendi projelerinden ve gündeminden koparma hedefine ulaşılmış olundu.
Hükümet neredeyse son 6 aydır başkalarının gündeminin peşine takılıp savunma pozisyonuna ve kendini anlatma durumuna düştü. Bu durumda kendi projelerini ve kendi gündemini kamuoyu ile paylaşamadı.
Oysa Başbakan’ın en hassas olduğu en çok dikkat ettiği konulardan biriydi kendi gündemini takip etmek.”
(.....)
“Lâkin üzülerek belirtelim ki, AK Parti kurmayları ve siyasetçileri hâlâ başkalarının oluşturduğu gündemin etkisinden kurtulamadı. Şaşırtıcı bir şekilde neredeyse on yıl öncesinde kalmış tartışma konularını ısıtıp gündeme sokanlara AK Parti’li siyasetçiler cevap vermek için çaba gösteriyor.”
“Taksim’de, ODTÜ’de ağaç sorununu bahane edip kamuoyunu meşgul edenlere cevap vermek mantıklı değil artık.
Amerika’da iki tane makale çıkınca bir anda gündemimiz Hakan Fidan’ı savunmak oldu. Bu kadar defansa çekilip herkesin Hakan Fidan’a sahip çıkma çabası, tam da onların istediği bir şey.”
BUNLAR, KİMİN GÜNDEMİ?
Demek oluyor ki;
“Taksim ve ODTÜ’deki olaylar, hiç önemli değildir... Hakan Fidan’a yönelik saldırılar da, üzerinde durulacak önemde değildir!..”
Öyle sanıyorum ki;
“Bay Yazar”a göre, “Füze Savunma Sistemleri İhalesi”ni Çin’e verdiği için; ABD, AB ve NATO’nun hedefine oturtulan Türkiye konusunda da lâf söylemeye, kalem oynatmaya hiç gerek yoktur!..
Çünkü bunlar;
“Hükümet’in kendi gündemi değil”dir!.. Bu gündemlerin peşinde koşan Hükümet, “kendi özel gündemini oluşturma gücünü” kaybetmiştir!..
Sormak lâzım Bay Yazar’a;
“Taksim’den ODTÜ’ye taşınmak istenen Gezi olayları Hükümet’in gündeminde olmayacaksa, hangi konu olacak?.. Hükümet; Hakan Fidan’a yönelik saldırılara ve NATO’dan gelen tepkilere cevap vermeyecekse, neye cevap verecek?..”
Adı Kutlu, yazısı “kurtlu” arkadaş demek istiyor ki;
“Varsın Hükümet’in altını oyma çabaları devam etsin!.. Sen bunlarla ilgilenme, işini yapmaya devam et!”
İyi de;
“Hükümet’in işi ne?”
Meselâ Gezi olayları...
Başbakan Tayyip Erdoğan, bunlara “sert bir çıkış” yapmasaydı, acaba bugün “Hükümet’in yerinde yeller esiyor” olmaz mıydı?..
Meselâ Hakan Fidan meselesi...
Başbakan Tayyip Erdoğan, eğer Hakan Fidan’a sahip çıkmasa ve yasal düzenlemeler yaptırmasaydı, bugün Hakan Fidan yerinde durabilir miydi?.. Bırakın Hakan Fidan’ı, bizzat Başbakan’ın kendisi orada oturabilir miydi?..
Hükümet’in bir görevi de; “halkın refah ve huzuru”nu sağlamak, “bürokratlarına sahip çıkıp, onları yedirtmemek” değil midir?..
Peki, Başbakan’ın yaptığı ne?..
Bugün Erdoğan’ın yaptığı;
“Ehem”i “mühim” ve de “elzem”i “lazım”a tercih etmek, yani “Türkiye’yi kurtarmak”tır!..
Zira, gerek “Gezi Zekâlı”ların eylemlerinin, gerek “Hakan Fidan’a yönelik saldırılar”ın ve gerekse “Füze Savunma İhalesi’nin Çin’e verilmesi”ne yönelik tepkisel açıklamaların temelinde “Türkiye’yi köşeye sıkıştırma” stratejisi yatmaktadır.
“Asıl hedef Türkiye” iken; “sırf gündemin peşine takılmamak” adına, ne yapacaktı Erdoğan?... Mikrofonu eline alıp, “milleti uyarmak” yerine “çiçek”ten, “böcek”ten bahsedip, milleti mi uyutacaktı?..
Pes yani!
YANGIN KULESİNDEKİ İTFAİYECİ
Aynı zamanda yazarımız olan emekli öğretmen Yaşar Değirmenci’nin bu gibi durumlar için söylediği çok güzel bir söz vardır.
Der ki Yaşar Hoca;
“Yangın kulesinde görev yapan bir itfaiyeciden şarkı-türkü söylemesi beklenemez.”
Gerçekten öyle değil mi?..
Ortada bir “yangın” var, evler alevler içinde ve belki bütün mahalle yok olacak ama, “itfaiyeci” yangın kulesine çıkmış, “yangın vaar” diye bağırmak yerine, “şarkı-türkü” söylüyor!..
O itfaiyeciye derler ki;
“Kafayı mı yedin?”
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın da; içeride “sokak darbesi” ile “iktidarı yıkmak” ve dışarıdan “Türkiye’yi dize getirmek” isteyenlere karşı verdiği mücadeleyi hafife alıp, “kendi gündemini takip et” tavsiyesinde bulunanlara verilecek cevap şudur: “Siz kafayı mı yediniz?”
Aslında, Başbakan Erdoğan’ın; gerek “Hakan Fidan’a sahip çıkması” ve gerekse “NATO’ya ayar vermesi” takdir edilmesi ve desteklenmesi gereken tavırlardır...
DÜNÜ UNUTMAYALIM
Başbakan Tayyip Erdoğan yönetimindeki Türkiye; eğer bugün İsrail’e “One Minute” diyebilmişse, İsrail’in hedefinde olan Hakan Fidan’a sahip çıkıp, “Onu kimseye yedirtmeyiz” diyebilmişse, “Füze Savunma Sistemleri” ihalesinden dolayı ABD, AB ve NATO’dan gelen saldırılara; “NATO üyesi birçok ülkede hâlâ Rusya’nın silahları mevcut. Madem bu kadar hassaslar bunları neden envanterlerinden çıkarmamışlar. Bizim bağımsızlık anlayışımızı kimsenin gölgelemeye hakkı yok” şeklinde cevap verebilmişse, bundan dolayı sevinmemiz, gurur duymamız ve Erdoğan’a destek olmamız gerekir.
Unutmayalım ki;
Bırakın “Füze Savunma İhalesi” yapacak kadar “güçlü ve bağımsız” bir ülke olmayı, daha 15 yıl öncesine kadar, izin almadan “maytap” bile patlatamazdık!..
Ve yine unutmayalım ki;
Henüz 14 yıl önce; Almanya Savunma Bakanı Rudolf Sharping diyordu ki; “Tanklarımı kullanacak subayı işten atardım!”
Düşünebiliyor musunuz;
Almanya, Türkiye’ye “Leopard tankları”ndan veriyor ama şart koşuyor: “Bu tankları Güneydoğu’da PKK ile mücadelede kullanamazsınız!”
Bizimkiler diyemiyordu ki;
“Ulan; parasını ben verdim... O tankları nerede istersem orada kullanırım!”
Dedim ya;
O yıllarda “maytap” ve “mantar tabancası” bile patlatamayan Türkiye, bugün “Çin ile Füze Savunma Sistemi yapma” noktasına gelmiştir...
Düne kadar “Batı’nın kucağında” oturan Türkiye’nin; bugün “kendi politikasını tayin eden bağımsız bir ülke” haline gelmesi, en başta İsrail’i, daha sonra da sırasıyla ABD’yi, AB’yi ve NATO’yu elbette rahatsız edecektir...
Hiç kuşkunuz olmasın ki;
“Gezi olayları”nın ve “Hakan Fidan meselesi”nin perde arkasında, “güçlenen Türkiye’den duyulan rahatsızlık” ve “Türkiye’yi karıştırma çabası” yatmaktadır.
Çünkü, “dünkü Türkiye” herkese boyun eğen, belini büken ve elpençe divan duran bir Türkiye idi!..
Belki izlemişsinizdir... Gazeteci Ardan Zentürk, önceki gece, bir televizyon kanalında; Dışişleri eski Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil ile ömrünün son demlerinde yaptığı bir görüşmeyi anlattı...
Zentürk, sormuş Çağlayangil’e;
“Türkiye, dış politikasında ne kadar özgür?.. Özgürlüğün sınırı ne?”
Çağlayangil cevap vermiş;
“Yunanistan’ı ezmeyecek, İsrail’i tehdit etmeyecek kadar!”
Bugünkü Yunanistan’ı ezmeye zaten gerek yok... Çünkü o, kendi kendini eziyor... İsrail’e gelince... Kendini tehdit altında görüyor olmalı ki; bir yandan Hakan Fidan’a saldırıyor, bir yandan da ABD’yi, AB’yi ve NATO’yu fiştaklıyor!..
Fiştaklamasın da ne yapsın;
“Çevik Bir ve sivil(!) yandaşları döneminde elde ettiği rant ve çıkarlar, tek tek elinden çıkıyor!”
KİM, NEYE KARŞI?
Lâfı uzatmanın alemi yok...
Türkiye hem “kendi toprakları”nda, hem de etrafındaki ülkelerin topraklarında “varlık” gösterdiği, yani “arazi”de bulunduğu için yoğun “saldırı”lara maruz kalıyor ve ister istemez “savunma”ya geçiyor!.. Eğer “alan”da olmasa, yani, eskisi gibi “kucaklarda oturmaya” devam etse, hiçbir problem çıkmazdı...
Buna rağmen, Ali Nur Kutlu gibi “müstear” isimleri ve “Yurtta barış, dünyada barış”çıları memnun etmek mümkün değil!..
Sadece onları mı?..
Bir yandan “Millî İstihbarat” diyen, diğer yandan da “istihbaratın millileşmesi”nden rahatsız olanları ne yapacağız?..
Adam kalkmış, “bağımsız dış politika” diye yırtınıyor ama, “dış politikada bağımsızlaşmaya” şiddetli tepki gösteriyor...
“Çin komünizmi”nin İP’ini yıllardır boynunda taşıyan “Maoist”ler, bugün kalkıp, “Çin’le birlikte füze üretimi”ne karşı çıkıyorsa, n’aapsın Erdoğan?..
Bazı “Solcu”lar var ki, kendilerini “Anti Amerikancı” diye yuttururlar ama; “Türkiye, Amerika’yı kızdıracak” bir şey yaptığında, “Amerika kızdı, Türkiye’yi ham edecek” diye, neredeyse göbek atarlar!..
Peki, tüm bunlar, “Erdoğan’ın tesbit ettiği gündem”lerin dış yansımaları ve yankıları değil midir?..
Kaldı ki;
Böyle olmasa bile, Erdoğan; “Türkiye’ye yönelik saldırılar” karşısında “savunma” yapmayacaktı da, “şarkı-türkü” mü söyleyecekti?..
Sırası mı şimdi?
------------------------------------------------------------------------------------------------------
Yargısız infaz, generallerin görevi midir?..
Dün gelen bir haberde; “Diyarbakır’ın Kulp ilçesinde 22 Ekim 1993 tarihinde 11 köylünün öldürülmesi” ile ilgili olarak yürütülen “soruşturma”nın, “20 yıllık zamanaşımı süresinin dolacağı zaman tamamlandığı” ve Diyarbakır Başsavcıvekili’nin hazırladığı “19 sayfalık iddianame”nin, 7. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildiği bildiriliyordu... Savcılık; dönemin Bolu 2. Komando Tugay Komutanı Tuğgeneral Yavuz Ertürk hakkında “11 defa müebbet ve 25 yıla kadar hapis cezası” istiyordu.
Savcılık diyordu ki; “Sanık Ertürk ve bazı görevliler, yetki ve görevleri olmamasına rağmen, hukuka aykırı bir şekilde yakaladıkları kişileri bir süre sorgulamışlar ve sonra da öldürmüşlerdir... Yargısız infazların artması, bölge insanının devletten soğumasına yol açmıştır.”
Olayı az çok hatırlıyorum... Öldürülen köylülerden bazılarının cesedi yakılmış, “kömür” olmuş ama şu işe bakın ki; “nüfus cüzdanları sapasağlam” çıkmıştı!.. Olay PKK’nın üzerine yıkılmak istenmiş ve “PKK, yandaki dağdan ateş etti” denilmiş ancak minibüs, “yukarıdan açılan ateş”le delik-deşik olmuştur... Bugün Ergenekon ve Balyoz’dan tutuklu bazı generaller; “Org. Özel, niye görevini yapmıyor?” diye yakınıyor!.. Sormak lâzım değil mi; “Yargısız infaz yapmak, generallerin görevi midir?”