Paranoid devlet
İnsanoğlu neden savaşır sorusu ezelden beri meşgul edici bir soru olmuş. İnsan tabiatındaki bir şeyler mi buna sebebiyet veriyor yoksa çevresel faktörler mi devreye girince savaş başlıyor, yine bu da düşünürleri meşgul eden bir başka soru olmuş. Kimileri insanın biyolojik yapısı öyledir ki savaşma genlerinde veya ruhunda vardır tezini savunmuşlar.
Kimileri de aslında insan iyi bir varlık ama insanlar olarak bir araya geldiklerinde başlamışlar savaşmaya derler. Locke gibi düşünürler insanların ne zamanki tarla, bağ, bahçe paylaşımı sorun olmuş o zaman savaşa başladıklarını iddia eder. Marx gibilerse savaşı bir sosyal sınıfın sırtına yükleyiverir ve burjuvaziyi hedef tahtasına oturtur. Her şeyin sebebi ekonomiktir der, bitirir tartışmayı.
Bir başka görüşe göre de insanoğlunun barış içinde yaşamasının önündeki en büyük engel olarak “bağımsızlık” olgusuna işaret edilir. Burada suçlu ulus-devlet anlayışıdır. Ne zamanki ulus-devletler oluşuma gelmiştir ve milliyetçilik diye bir kavram insan zihnine kazınmıştır, beraberinde getirdiği bağımsızlık tutkusu da barışların sonu anlamına gelmiştir.
Bunun içindir ki savaşa karşı barışı savunanlar zaman zaman hüsnü zanda bulunarak insanlık ulus-devlet yapılanmasının sonuna geldi ümidiyle sesini yükseltir. Bir miktar gerçek payı da olan bu görüş yine de cılız kalır. Evet artık sınırlar pek bir anlam ifade etmiyor olabilir ama bu daha çok ekonomik ilişkilerde böyledir. Dünyanın hangi ülkesinde olursanız olunuz, hepimiz Çin malı ürünleri, Amerikan kültürünün ürettiği filmleri, Hindistan’ın verdiği hizmetleri kullanıyoruz. Ben arada öğrencilerime latife yaparım, konuyu daha iyi kavrasınlar diye: Bakınız kendinize, hemen hemen siz bile bir bütün olarak Çin ürünüsünüz! Elinizde ABD patentli, Çin yapımı İphonelar olduğu sürece, hayatınız Hollywood’u andırdığı sürece, hamburgerinizi afiyetle yediğiniz sürece bir yerlerin, “başka” bir yerlerin yapımı haline geliyorsunuz.
Ve sınırlar pek de bir anlam ifade etmiyor bu tüketim toplumunda. Ama siyaset öyle mi? Hayır. Siyaseten ulus-devlet anlayışı sapasağlam yerinde duruyor ve bağımsızlığın sağlanması, sınırların korunması için hiçbir şey göz ardı edilmiyor.
Bakınız Amerika’ya. Tam bir polis devletine döndü. Hayır, polis devleti deyince iç işleri ile alakalı totaliter zihniyetin hakimiyeti anlaşılmasın. Çin gibi bir polis devletinden söz etmiyorum burada. Küresel ölçekte yani uluslararası alanda polislik yapan bir devlet anlayışına dikkat çekmek istiyorum.
Haber şöyle: “Alman hükümeti, Başbakan Angela Merkel’in cep telefonunun ABD istihbaratı tarafından takip edildiği bilgisine ulaştıklarını açıkladı. Merkel’in ABD Başkanı Barack Obama’yı arayarak konuyla ilgili acilen ayrıntılı izahat istediği belirtildi. Merkel, telefonunun dinlenmesinin ‘kesinlikle kabul edilemez’ olduğunu vurguladı. Merkel, iddiaların doğru olması durumunda, ABD’ye duydukları güvenin suiistimal edilmiş olacağını kaydetti. Beyaz Saray’dan yapılan açıklamaya göre ise, Obama, kendisini dinlemedikleri konusunda Merkel’e güvence verdi. Almanya ile ABD ilişkileri, Amerikan Ulusal Güvenlik Kurumu’nun müttefik ülkeleri de dinlediğinin ortaya çıkmasıyla gerilmişti.” Ne tuhaf değil mi? Dinledik ama sizi değil... Şimdi soruyoruz, bu paranoyanın sebebi nedir?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.