Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Cumhuriyeti Nasıl Bilirsiniz?

Cumhuriyeti Nasıl Bilirsiniz?

(Bu yazı ihtiyaca binaen ilâveli olarak bir daha takdirinize sunulmaktadır)

Bâzı tecrübelere bakıldığında, cumhuriyet, cumhurun hâkim olduğu, rey ve esasa göre idarecilerinin belirlendiği, istibdat ve oligarşinin en az hükümferma olabileceği bir rejimdir. Âmenna.

Fakat, “Cumhuriyet” nâmı altında ilân edilen her cumhuriyetin, inkılâpçı istibdattan ve “Tek Adam” ideolojisinden uzak, cumhurun dininden neşet eden kültür ve medeniyet değerlerine sımsıkı bağlı bir cumhuriyet vasfını taşıdığını söylemek mümkün değildir?

Türkçü Tekinalp (Moiz Kohen)’e göre “Cumhuriyet, atalar ruhunun dirilmeye ve Türklerin tekrar Türkleşmeye başladığı dönemdir. Bu dönemin fikir babası Ziya Gökalp, uygulayıcıları ise M. Kemal ve İnönü’dür.”

Tekinalp bu ifadelerinin devamında, “Atalar ruhu”ndan Moğol-Türk karışımı “budunların” başındaki Cengiz Han ve Atilla gibi Müslüman olmayanları kastediyor. İslâmlaşan Türklüğün varlığını “karanlık” sayarak, Cumhuriyetin, “atalar ruhunu” “İslâm öncesi Türk budununa bağlayarak M. Kemal ve İnönü ile dirilttiğini” söylüyor.

 Bu düşünceye göre Cumhuriyet, Müslüman milletin ruh ve kültürünün “dirildiği” bir Cumhuriyet değil, bin yıllık İslâmlaşmış millet varlığını reddeden Batılı bir Cumhuriyet…  

MÜSLÜMAN MİLLETİN DEĞERLERİNE UYGUN BİR CUMHURİYET KURULMAMIŞTIR

Meclis’teki 291 mebustan 158’ine, bir yandan tehdit, diğer yandan ikbâl vaat edilerek ilân ettirilen Cumhuriyet, tepeden inme bir Cumhuriyettir ki, “din-i İslâm üzere” başlatılan Millî Mücadele’nin mâna ve idealizmine hiç de uygun olmadığı aşikardır. Kemalist kadro, millet-i hâkimenin inanç ve medeniyetine uygun bir Cumhuriyet değil, Müslüman milletin değerlerine kasteden despot ve bürokratik bir Cumhuriyet kurmuştur.  Kemalistlerin ifadesiyle, “1919-1929 arası devrimci Cumhuriyet sayesinde kadîm Doğu gericiliği yok edildi.”

“CUMHURİYETİN TEMEL NİTELİKLERİ”, MİLLÎ MÜCADELE’NİN VE İLK MECLİS’İN ESASLARINA ZITTIR

Cumhuriyet, Millî Mücadele ruhuna uygun bir millet sistemi olarak kurulmamıştır. Yani “Cumhuriyetin temel nitelikleri”, İstiklâl Harbi’nin ve ilk Meclis’in beyannamelerine ve yeminli gayesine taban tabana zıttır. Batılıların da desteği alınarak ilân ettirilen Cumhuriyet, millete ait bir sistem değil, oligarşik bir diktatörlük olarak kurulmuştur.

Milletin varlık sebebi, kendini ezen ve inkâr eden Cumhuriyete “göğsünü siper etmektir.”  Esas olan millet değil, Cumhuriyet’in varlığıdır. Altı Ok ilkeleri ve Kemalist ideoloji istikametinde varlığını Cumhuriyet’e adayan ve İslâm kimliğinden arınmış “laik Türk vatandaş”  hedeflenmiştir.

TÂBİ OLDUĞUMUZ CUMHURİYET, CHP CUMHURİYETİDİR

Laikçi pozitivizm üzerinde kurulan Cumhuriyet, ideal vatandaşın nasıl biri olduğunu, kimliğinden duygularına kadar karar veren, dikte eden seçkinci ve Partizan bir Cumhuriyettir. Böyle olduğunu, Kemalizm’in Şefi M. Kemal, 1937’de “CHP’nin Program Çalışmaları” na el yazısıyla yazdığı satırlarla tescil eder ve Cumhuriyetin Altı Ok’la ve kendisinin adına oluşturulan ideolojiyle bir olduğunu belirtir: “Partinin güttüğü bütün bu esaslar ‘Kamalizm prensipleri’dir.”

Cumhuriyet, 1923’te Halk Fırkası, 1924’te “Cumhuriyet Halk Fırkası, 1935’te “Cumhuriyet Halk Partisi” adını alan partiyle “özdeştir” ve CHP’nin programları, Cumhuriyetin muhtevasını oluşturmaktadır. Yani bu ülkede Müslüman cumhurun aidiyetine göre bir Cumhuriyet yoktur.

“20 Kasım 1923’te de, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Halk Fırkası’nın bünyesine katılarak Cumhuriyet’in kuruluşunda yer aldı” ifadesi külliyen yalandır. Çünkü bu iki cemiyetin üyelerinin bir kısmı Halk Fırkası’na, muhalif olanlar sessiz millet çoğunluğunun katıldı.

Baskıyla tâbi olduğumuz Cumhuriyet bir CHP Cumhuriyetidir. Hukuktan eğitime, laikçilikten sosyal kurumlara kadar her şeyi Batı’dan devşiren Kemalist Altı Ok ilkeleri Cumhuriyeti biçimlendirmiştir.

Böyle olduğunu, CHP’nin şedit kurucularından Faik Ahmet Barutçu, Cumhuriyetle ilgili kaygılarını anlattığı meclis konuşmasında belirtiyor: “İşi millete bırakamayız. Çünkü işte o zaman korktuğumuz şeriatçılığın hortlamasına imkân sağlamış oluruz. İşi devlet eliyle düzenlemekte zorunluluk vardır.”

Ulusalcı milliyetçilerin “Cumhuriyet aslında şuydu buydu…” tevilleri millet gerçeklerinden uzaktır.  Yapılması gereken, Cumhuriyetin CHP ile aynı olduğu kabul edilir ve Cumhuriyet cumhura devredilir, CHP zihniyetinin 1937’den sonra 27 Mayıs, 71 Muhtırası ve 12 Eylül’le pekiştirdiği anayasa kökten değiştirilir.   

CUMHURİYET, ALLAHÜEKBER’İN “TANRI ULUDUR” DİYE OKUNMASIDIR

Cumhuriyet, balo, opera, İslâmsız Halkevleri, hukukun olmadığı İstiklâl Mahkemeleri, fötr şapka, Türkçe ezan, pozitivist laiklikçilik demektir. İslâm’la varlığını bulup üç kıtada medeniyet dili olan Türkçe’den otuz binden fazla kelimenin tasfiyesi, milletin dinî yaşayış ve değerlerinin “irtica” olarak ilân edilmesi, Kur’ân-ı Kerîm’in yasaklanması ve Allahüekber’in “Tanrı uludur” olarak okunması demektir. Ayşe, Fatma, Muhammed ve Bekir gibi Hz. Peygamber’in yolunda isimlerin “Osmanlı ve Arap” sayılarak yasaklanması ve yerine Umay, Gökbörü, Asena, Tankut, Tonguç, Bozkurt gibi isimlerin tepeden inme kabul ettirilmesidir.

1950’ye kadar Cumhuriyet, milletin hafızasında despot bir rejim, inkılâp zulümleri, baskı devleti ve CHP’nin Altı Ok’u olarak yer etmiştir. Böyle olduğunu şedit Cumhuriyetçi Recep Peker anlatıyor: “Esasta partimizin ana vasıfları olan Altı Ok açısından 1935 yılı bir dönüm noktasıdır. Altı ilke onaylandıktan sonra (…) Cumhuriyet Devleti’nin vasıfları hâlini almıştır. Altı Ok’tan dördünü atan yay Batılılaşmadır. Bu Altı Ok’tan dördünün başarıyla atılması Cumhuriyet Batılılaşmasının bir vasfıdır.”

CUMHURUN DEĞİL, KEMALİST ZORBALARIN CUMHURİYETİ

Cumhuriyeti şekillendiren zorbalardan Mahmut Esat Bozkurt’un hâkimlere ve hukuk müesseselerine dedikleri mevcut anayasa ile hâlâ hükmünü yürütüyor: “Sizin birinci vazifeniz hukuk dağıtmak değil, siz rejimin koruyucularısınız.”  Yani, milletin hukukunu değil, ilke ve inkılâplar üstüne kurulan Cumhuriyeti koruyunuz, diyor.

Zorba Cumhuriyetin cürümleri arasında neler yok ki. İslâm âlimleri hukuksuz mahkemelerin kararlarıyla idam edilir ve hapishanelere atılır. Arapça ezan okunması yasaklanır ve okuyanlar zulme uğrar. Allah’ı zikretmek, Kur’an-ı Kerîm ve dinî kitaplar okumak suç sayılır. “Fazladır” diyerek birçok câmiler kapatılır. Kur’an okutan hocalara dayak atılır ve şalvarları makasla kesilerek başındaki takkeler ayaklar altında tepelenir. Şapka giymedikleri için yüzlerce Müslüman insan idam edilir. Erzurum’da “Şalcı Bacı” denilen masum yaşlı bir kadını, oğlunun jandarma tarafından götürülmesinin sebebini sorduğu için idam eden “İnkılâpçı Cumhuriyet” cumhurun Cumhuriyeti olabilir mi?

“Taassup örümceğinin ördüğü ağlar, milleti daima ahirete bağlardı. Türk cemiyeti şeriatın, mecellenin ve fetvanın taşlaşmış kalıpları içinde hapsolunurdu. Mesela kabinede dünya işlerini temsil eden sadrazamın yanında, ahiret işlerini temsil eden kellifelli bir şeyhülislam yer alırdı. (…) İnkılap hükümetlerinde başvekil, milletin yüksek menfaatleri namına olan iktidarı, hiçbir ahiret ve ukba mümessili ile paylaşmaz” diyen Cumhuriyet ideolojisi, Millî Mücadele’ye “Din ü devlet” ve “Vatanı-ı İslâmiyye” diyerek topyekün katılan Müslüman milletin Cumhuriyeti sayılabilir mi? 

“Fazilet Cumhuriyeti” ve “Halkın Cumhuriyeti” denilen Cumhuriyet, sadece birkaç zulmünü saydığımız şenî özelliklere sahip dikta rejiminden başka bir şey değildir.

“CUMHURİYET TRENİNE MÜTEGALLİBE VE BÜROKRAT BİNDİ, HALK BİNEMEDİ”

Kendi değerlerini oluşturmakta başarısız olan Cumhuriyet kimlik ve meşrûiyet krizi yaşamaktadır. Sosyolog Şerif Mardin, Cumhuriyet, kuruluşundan bu yana kişilik ve kimlik krizlerine çare bulmakta zorlandığını ve Cumhuriyet elitlerinin İslâm’ın fonksiyonlarını kolayca başka bir yapıya devredebileceklerini sandıklarını ama yanıldıklarını söyler.

Cumhuriyetin ceberrut yapısı, 27 Mayıs Darbesi’yle yeni “derin merkezler” ilâve edilerek güçlendirilmiş ve millete kem bakışı daha da artırılmıştır. Şerif Mardin’in ifadesiyle, “Cumhuriyet trenine mütegallibe bindi, bürokrat bindi, halk binemedi.”

“Hakk’a tapan milletin” temsilcilerine müracaat edilmeden ilân ettirilen Cumhuriyetin “Batılı bir Cumhuriyet” olduğunu, millî bir Cumhuriyet olmadığını “ağyarını mâni, efradını cami” bir şekilde târif eden, Cumhuriyet ve İnkılâp Tarihi’nin surlarında gedik açan D. Mehmet Doğan’dan dinleyelim:

“İslâm’la bağlarını koparmış, İslâm topluluklarıyla ilişkilerini kesmiş bir Türk devleti Batılılar için yönetilmesi, kontrol edilmesi kolay bir siyasî organizasyon olarak görünmüş olmalıdır. Bu devlet, kuruluşundan itibaren bütün imkânları ile Batı bağlısı, sonuna kadar onun menfaatlerinin aracı bir siyasî otorite olarak teşkilâtlandırıldı. Eğitim ve kültür kurumları sömürgeciliğin gölgesinde bir Batıcılığı ideoloji haline getirmeğe çalıştılar. Bu ideoloji, son tahlilde ‘pan’(bütün) ve “izm”(cılık) kelimeleriyle ifadelendirilirse ‘Panavrupaist’ bir devleti öngörüyor ve toplum fertlerini bu yöne sevk etmek istiyordu. Bu yüzden cumhuriyet hükümetleri Batı devletleriyle münasebetlerde fazlasıyla hassas-bağlı derecesinde hassas- bir tutum içinde bulunmuşlardır.(...) Cumhuriyet hükümetleri Panavrupaizm’i iç siyasette de bir baskı unsuru olarak kullandılar. Avrupa ile münasebetlerimize zarar verecek herhangi bir kıpırdanışı hemen yok etmek, gerici, çağdışı ilân etmekte yarıştılar” (“Batılılaşma İhaneti” kitabından).

“CUMHURİYETİN İLÂNI YURTTA SEVİNÇ VE COŞKU İLE KARŞILANDI” SÖZÜ YALANLARIN EN MÜPTEZELİDİR

“Cumhuriyetin ilânı yurtta sevinç ve coşku ile karşılandı” sözü totaliter Cumhuriyet şeflerinin hempası olan basının propagandasıdır ve yalanların en müptezelidir. D. Mehmet Doğan’ın yazdıklarından, cumhuriyetin ilânının milletin reyi ile değil, zorba muktedirlerin emrivâkisi ile yapıldığını en trajik yönüyle öğrenmek mümkün. Mevzuun hülâsası şöyle:

“Cumhuriyetin ilânı, konunun ele alınış ve yürütülüş tarzına bakılırsa, kabine bunalımının arkasına gizlenen bir oldu bitti şeklinde gerçekleştirilmiştir. Konudan bazı milletvekilleri ile Millî Mücadele’nin önden gelen kumandanları dahi haberdar edilmemiştir. Başbakanlıktan ayrılan Rauf Bey Ankara’da değildir. Refet Paşa İstanbul’dadır. Ali Fuat Paşa siyasî hayattan ayrılmıştır. Hem mebus, hem de ordu kumandanı olan Kazım Karabekir Cumhuriyetin İlânı günlerinde Trabzon’dadır. Karabekir, Cumhuriyet’in ilânı ile ilgili şunları anlatmaktadır: Ben hem mebus ve hem de bir ordu kumandanı olduğum halde, bana da kimse bir şey bildirmemişti. Bu vaziyet, haklı olarak halkı da orduyu da telaş ve endişeye düşürdü. Daha dün yüreklerine ferahlık verdiğim zatlar, benden bu şeklin mânasını soruyorlardı. Bu vaziyette tabiî cumhuriyetin ilânını ertesi günü dahi kutlayamadık. Ahmet İzzet Paşa da ‘Gece yarısından sonra top atışlarıyla ilân olunan Cumhuriyet’ten sadece ahalinin değil, uykusunu seven bir kısım mebusların bile haberi olmamış, bu gürültüler Ankara halkında, olayın tam tersinin olduğu zannını uyandırmıştır”(“Türkiye Cumhuriyeti Tarihine Giriş” kitabından). 

ATATÜRKÇÜ CUM HURİYET “FRANSA’NIN ÜÇÜNCÜ CUMHURİYETİNİN KOPYASIDIR”

Akademisyen tarihçi Zafer Toprak, Cumhuriyetin Batılı bir cumhuriyet olduğunu teyit ediyor:

“Cumhuriyet, özünde kültürel bir devrimdir. Türkiye’de, Fransa’nın Üçüncü Cumhuriyeti’ni kurduk. Cumhuriyet Türkiye’si Üçüncü Cumhuriyet’in bir tür kopyasıdır. Düşünce dağarcığı tamamen Üçüncü Cumhuriyet’tir. Ayrıca Fransa’nın Üçüncü Cumhuriyeti’nin radikal partisiyle Cumhuriyet Halk Partisi arasında çok yakın bağ vardır. Bu nedenle bizim laikliğimiz de bu cumhuriyetten gelmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin pozitivist hukuk anlayışı da bu Cumhuriyet’in ürünüdür. Cumhuriyet’in sosyologu Ziya Gökalp’in düşüncelerinin temelinde de Üçüncü Cumhuriyet’in sosyologu Durkheim vardır.”

“CUMHURİYETE İSİM ARANIYOR”

Yirminci asrın başlarında Türkiye isminin Osmanlı siyasî dilinde yer almadığı malûmdur. Devletin adı Âl-i Osman’dır, Devlet-i Âliyye’dir. Kemalist Cumhuriyetçiler ad olarak “Türklerin yaşadığı yer” mânasına gelen İtalyanca “Turchia” kelimesinin Türkçe versiyonu olan ‘Türkiya” kelimesini tercih ederler.

Bunun dışında iki teklif daha vardır. Pan-Türkçüler “Anadolu Cumhuriyeti yahut Anadolu Türkiye Cumhuriyeti”,  İslâmcılar ise “Türkiye İslâm Cumhuriyeti” ismini teklif ederler. Tabiî ki Kemalist İktidar, İslâmcıların teklifini gündeme dahi getirmemiştir.

Cumhuriyetin ilânında Mehmet Âkif gibi İslâmî zemini olan Cumhuriyet taraftarları yoktu. Çünkü Cumhuriyetin ilânına oy vermesi şüpheli olan İkinci Meclis’in listesine konulmayanlar arasındaydı. Pan-Türkçülüğü netameli gören Kemalist iktidar, Fransız laikçiliği zemininde daha “tekil” ve etnik çağrışımı olan bir ulus devletin ikamesi için “Türkiye Cumhuriyeti” adını tercih eder.

KEMALİSTLER OLMASAYDI, NASIL BİR CUMHURİYET KURULACAKTI?

Cumhuriyetin muhtevasını tanzim edenler Kemalistler olmasaydı, nasıl bir Cumhuriyet kurulurdu? Karabekir ve onun anlayışındaki diğer paşalar, kongreleri yine yapacak, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-ı Hukuk Cemiyetleri kurulacak, İslâmî potansiyel aynen Millî Mücadele’ye dönüştürülecekti. Mehmet Âkif ve Bediüzzaman Hazretleri gibi, İslâmî karakterli bir Cumhuriyet taraftarı olan âlimlerin yer alabileceği ilk meclis teşekkül edecek ve Cumhuriyet yine kurulacaktı.

Cumhuriyetin ilânında Kemalistler olmasaydı farklı olan şu olacaktı: “Tek Adam” sultasından ve Altı Ok ilkelerinden oluşan Kemalist Cumhuriyetin ilânı değil de, “Hakk’a tapan milletin” kültür ve medeniyet değerlerinin, İslâmî müesseselerin ve hilafetin büyük ölçüde korunduğu, zemini cumhura uygun bir Cumhuriyet ilân edilecekti. Her şeyi Avrupa’dan ithal edilen, zulüm kokan, idam sehpalarının hukuksuzca kurulduğu zorba ve kanlı bir Cumhuriyet olmayacaktı.   

ORDU VE CUMHURİYET AYNI MÂNAYA MI GELİR?

Orduyu tenkit etmek, Cumhuriyet düşmanlığı mânasına gelir mi? İcraatlarından dolayı sigaya çekmek, Cumhuriyet aleyhinde olmak mıdır? Ordu, Cumhuriyet’in bizzat kendisi mi demektir? Cumhuriyet’in siyasî, dinî, kültürel ve hukukî yapısını oluşturan mercî midir?

Zamanında bir Başgeneral’in kullandığı, “Ordunun aleyhindeki her çabanın hedefinde Cumhuriyetin bağımsızlığı, bölünmezliği ve bütünlüğü olduğu unutulmamalıdır” ifadesinden “Cumhuriyet ordunun bizzat kendisi demektir” anlamı çıkmaz mı?

“Medeni Bilgiler” kitabında geçen İsmet İnönü’ye ait satırlar, ordu ile Cumhuriyet’in hükmî şahsiyetinin aynı olduğunu ima ediyor: “Bir millet birinci derece milletler sırasına her şeyden evvel askerleriyle ve askerliğiyle dahil olur.”

Bu vesayetçi gelenekten dolayıdır ki “Cumhuriyet’in ordusu” lafzı “Şefler Dönemi”nden bugüne Kemalist zümrelerce “kararlılıkla ve coşkuyla” kullanılır. Dikkat edilirse “Milletin ordusu” ifadesinin kullanılmaz. Demek ki Cumhuriyet’in milletle değil, ordu ile organik bağı var.

Bunun böyle olduğu, milletin, Cumhuriyet törenlerine (Cumhuriyet, ideolojisi itibariyle Müslüman milletin değerlerine ve hayat nizamına mutabık olmadığından bayram değildir) can u gönülden katıldığının görülmeyişinden anlaşılıyor.

“CUMHURİYETİN KAZANIMLARI” ORDU VE SEÇKİNLER OLİGARŞİSİ İÇİNDİR

Batılı değerlerle “ulus toplum yaratmak” için bir mühendislik projesi olan Cumhuriyeti kuran güç, ordunun idaresine hâkim olan Batıcı düşüncelere sahip bir grup general ve aydındır. Bu bakımdan Cumhuriyet devleti üstünde tasarruf sahibi tek kurum ordudur. “Cumhuriyetin kazanımları” da ordu ve laikçi seçkinler oligarşisi içindir.  

Bu ülkenin “Cumhuriyeti korumakla vazifeli” ordusu, Cumhuriyetin kuruluş felsefesine aykırı bir iktidarın vücut bulduğu her durumda “Cumhuriyet elden gidiyor” diyerek darbelerle “Cumhuriyeti kurtarma” yı müktesep hak ve asli bir görev sayar.  “Cumhuriyetin varlığına kastedildiğini” ileri sürerek, varlığını Cumhuriyetle aynileştirir ve darbeleri meşrûlaştırmaya çalışır.

“Cumhuriyeti koruma” görevinin millete değil, orduya ait olmasının ve bir sivil müdahale karşısında ordunun “koruma ve kollama görevi”ni hatırlamasının bir sebebi olmalı. Bu sebep, Cumhuriyetin bir sistem olarak askerî bürokrasinin zihniyet ve “hegemonyasına” uygun bir şekilde tanzim edilmesidir. 

 CUMHURİYET “TASADA VE KIVANÇTA BERABER OLMAYI” SAĞLAR MI?

Altı Ok Umum Başkanı ebleh ve cahil olsa gerek. “Törenlerin yapılmaması Cumhuriyetin erdemlerini bilmemektir. Cumhuriyet, olgunlaşma yolunda atılan en büyük adımın hatırlanmasıdır, o adımın gerisinde bu ülkede herkesin yaşadığı tasada ve kıvançta birlik yemini vardır. Atalarımızın ettiği o yemin, bir daha bozulmamak üzere edilmiş bir yemindir. Cumhuriyet bayramları bu yeminin herkesçe tekrarlanışıdır ve millet olmanın hazzını yaşatır. Cumhuriyetin ruhunu anlamayanlara bu millet hak ettiği dersi verecektir” diyor.

Bu suni Cumhuriyet coşkusuna katılanlar, Cumhuriyetin din ü millet değerlerine yaslanmadığını ve İstiklâl Harbi’nden sonra Batıcılıklarını kuvveden fiile döken zorba muktedirlerin ilk Meclis’te yaptıkları “Hâkimiyet Milletindir” yeminini bozduklarını bilmeyen nâdanlardır.   

“COŞKULU CUMHURİYET VATANDAŞLARINDAN” OLMAYINIZ

“Birlik yemini”nin Millî Mücadele döneminde faydalı olduğu ve 1923’den sonra Kemalist kadro tarafından bozulduğu malûm. “Tasada ve kıvançta birlik yeminini” bozanlar, Cumhuriyeti CHP’ile birleştirip “ulus devlet” hâline getirenlerdir.

Dolayısıyla “Bu yemin, Cumhuriyet törenlerinin tekrarlanışı ve millet olmanın hazzını yaşatır” sözü kökten yanlış ve yanıltmadır. Bilakis, Cumhuriyet “Millet olmanın hazzını yaşamanın” önünde engel olmuştur.

Yığınlarca mazlum meydana getiren bir Cumhuriyet, fazilet rejimi olabilir mi? Cumhuriyet bir fazilet rejimi olsaydı, millet can ü gönülden kucaklamaz mıydı? Cumhuriyet, “olgunlaşma adımı” değil, bilâkis yanlış bir Cumhuriyet sitemiyle millete yabancılaşmanın adımı olagelmiştir.

Altı Ok Başkanının, “ulusu” millet zannettiği belli. Böyle bir katmerli cahilin her tarafı eğri büğrü olan sözlerine inanan “Coşkulu Cumhuriyet vatandaşlarından” olmayınız.

“CUMHURİYETİN RUHU VE COŞKUSU” MİLLÎ DEĞİLDİR

“Cumhuriyetin coşkusu” millî değildir. Çünkü “Millî” kavramı İslâmî bir mâna taşıdığı için, laikçi-pozitivist Cumhuriyetten neşet eden fikir, duygu ve heyecan da millî sayılamaz.

 “Cumhuriyetin ruhu” millete ait bir ruh olmadığı için, millete vereceği bir ders de olamaz. Aksine, “Cumhuriyetin ruhuna” tâbi olmayan millete darbecilerin sık sık “ders verdiği” malûmdur.

Sual sormaya izin verilecekse şayet, Cumhuriyetin, “Hakk’a tapan” Türk milletinin değerlerine göre mi, yoksa Batının işbirlikçisi aydınlarla askerî bürokrasinin “ilke ve inkılâplarına” göre mi şekillendiği resmî ağızdan izah edilsin.


[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Ahmet Doğan İlbey Arşivi