İsrail'den Hakan Fidan'a Yapılan Tehdit, Aslında Erdoğan'a Yapıldı
İsrail’e bir teşekkür borcumuzun olduğunu ısrarla belirtmeliyim. Neden bu bebek katili ülkeye teşekkür etmeliyiz? diye şaşırabilirsiniz. Eminim dinleyince hak vereceksiniz. Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanı Hakan Fidan’a karşı yürütülen küresel ve ulusal ölçekli linç kampanyasının, böylesine aşikar argümanlarla yapılması Başbakan Erdoğan ve hükümetinin doğru yolda olduğunun en bariz bir işareti olarak kayda geçiyor.
Buna bir de Türkiye’nin uzun menzilli füze savunma sistemleri ihalesine katılan ülkeler içinde Çin’i tercih edilmesi karşısında ABD’nin takındığı tavır eklenince moralimiz düzeliveriyor, doğru yoldayız isterseniz önce MİT Başkanı Hakan Fidan’a uygulanan ve açıkça tehdide dönüşen İsrail densizliğinden ve küstahlığından başlayalım. Efendim bugüne kadar İsrail ve onun hamisi ABD’nin her dediğini yapan ve adına da bağımsız Türkiye Cumhuriyeti denilen bir ülkenin vatandaşı olarak yaşardık. Şehirlerimizin trafik düzenini bile ABD yurtdışı istihbarat örgütü CIA belirlerdi.
Bi dakkka, bi dakka senin aklın başında mı, diyebilirsiniz. Bunları ben söylemiyorum, ABD ile 27 Mayıs 1960 darbesini gerçekleştiren ve darbeyi Türkiye’ye ik duyuran ihtilalin kudretli albayı Alparslan Türkeş söylüyor. “Şahinlerin Dansı” adıyla yayınlanan hatıralarında Türkeş, şehirlerimizin trafik düzenlerinin CIA tarafından belirlendiğini açıklıyor ve o bile CIA ile bu kadar içli-dışlı olmanın mahzurlu olduğunun altını çiziyor. Yine bir başka çarpıcı örneği bir dönemin kontrgerillaya yüksek sesle dikkat çeken CHP genel başkanı Bülent Ecevit’ten geliyor.
Ecevit, başbakan olunca o dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren geliyor ve ordu için ek tahsisat istiyor. Gerekçe olarak da o güne kadar bizim Özel Harp Dairemizin (Kontgerilla) maaşlarını ödeyen ABD’nin kızdığı için artık ödeme yapmadığını ve maaşların ödenebilmesi için tahsisata ihtiyaç olduğunu belirtiyor. Düşünebiliyor musunuz, bizim Özel Harp Dairemizin elemanlarının maaşları ABD’den! Ecevit, “Bunu duyunca dehşete kapıldım” diyor. Yani durumumuz adeta ABD’nin 49. eyaleti gibi bir tabloya andırıyor. Bugüne kadar ABD’nin rotasında Türkiye’yi çıkarmayı ve bağımsız olmayı deneyenlerin başına neler geldiğini bizzat yaşayarak gördük.
Demokrat Parti’nin başındaki Adnan Menderes ve iki bakanı asılarak cezalandırıldı. Tarih 27 Mayıs 1960. 10 yıl sonra halkın oyları ile iktidara gelmiş bir Süleyman Demirel, ABD’nin Türkiye Büyükelçisi tarafından evinde tehdit edilerek Türkiye’de haşhaş ekiminin yasaklanması istendi, kabul etmeyince de yine örtülü bir darbe ile indirildi. Bir 10 yıl sonra ABD’nin kuklası Kenan Evren ve arkadaşları yine bir darbe yaparak Yunanistan’ın şartsız olarak NATO’ya dönüşünü sağladılar. Ardından Turgut Özal iktidarı. Özal, bir siyasi parti kurmak için akıl danışmaya gittiği üstad Necip Fazıl Kısakürek’ten şu nasihatı alacaktır:
- Turgut, ABD ile iyi geçin, değilse seni İslâm’a hizmet ettirmezler.
Özal, iktidarda kaldığı sürece bu nasihatı dinleyecek ve dengeli bir politika izleyecektir. Sonra Refahyol hükümetleri dönemi. 1974 yılı Kıbrıs Barış Harekatı’nın gerçek mimarı Prof. Dr. Necmettin Erbakan taa o zaman ABD’nin isteği hilafına Kıbrıs çıkarmasını gerçekleştirmiş, haşhaş ekiminin tekrar serbest bırakılmasını sağlamış ve ABD tarafından Türkiye’ye silah ambargosu uygulanmaya başlamıştı. Yani sicili bozuktu. Bu akıllanmaz adam gelir gelmez kurduğu havuz sistemi ile faiz lobilerinin hortumunu kesecek ve ardından D-8’ler olayını hayata geçirecektir. Bu olayın akabinde yaşananları o dönemin Refah Partisi milletvekili Fethullah Erbaş şöyle anlatacaktır:
- ABD Büyükelçisi sayın Erbakan’ı uçakta açıkça tehdit etti. “Hocam, bu D-8’ler olayından vazgeç biz bu pazarları 100 yılda kurduk, sana yedirmeyiz. Bu tehditin ardından büyükelçi gitti”. Hocam, dedim, acaba erken mi davrandık, bak adam tehdit ediyor. “Erbakan Hocamız bana unutamadığım şu cevabı verdi. “Fethullah, yarın öldüğüm zaman, Cenab-ı Hakk bana soracak, “Ey kulum ben sana iktidar nasib ettim. Neden bunu iyi kullanmadın?” Ben o zaman ne cevap vereceğim?
Bu uslanmaz adam da yine o güne kadar ABD’nin menfaatlerinin bekçiliğini yapan askerler tarafından linç edilmek istendi. Çevik Bir, hacı olmak için gittiği ABD’de Beyazsaray etrafında 4 defa dönüp, “Türkiye’de demokrasiye balans ayarı yaptık” diye övünecektir. Erbakan ve ortağı hayali bir irtica suçlamasa ile ciddi şekilde hırpalanarak iktidardan düşürülecektir. Böylece uçakta Erbakan’ı D-8’ler konusunda uyaran ABD elçisinin istediği olacaktır. Ardından da Recep Tayyip Erdoğan dönemi.
Artık her gelen iktidar geçmişte yediğimiz tokatlardan ders alarak yeni stratejiler geliştirmektedir. Erdoğan da “Mehter yürüyüşü” ile ilerleyecektir, “iki ileri, bir geri!” Önce ABD’nin kayıtsız-şartsız dostu olan ve onun menfaatlerinin bekçisi ordu ile işe başlar. Bu ordu milletin ordusudur ve rayına oturmalıdır! Sadece Türkiye Cumhuriyeti’nin menfaatlerinin hadimi olmalıdır. Ardından diğer kurumlara da aynı ayar yapılacaktır. Dışişleri ve MİT sıradadır. Oralarda da bu millilik vasfı hakim kılınır. İşte son günlerde ABD ile İsrail’in dünyayı ayağa kaldırdıkları feryat ve figanları bu değişimin işlerine gelmediğinin ilk rahatsızlıkları olacak görülüyor. MİT Başkanı Hakan Fidan’a yönelik yaptıkları “Bir sabah arabasında parça parça olabilir” tehdidi aslında Başbakan Erdoğan’a yapılan bir tehdittir. Şimdilik kibar davranıp aba altından sopa gösteriyorlar. Onlar için esas tehdit, Hakan Fidan’ın arkasında kale gibi duran Erdoğan’dır. Düşünsenize Türkiye, ulusal güvenliği için uzun menzilli Füze Savunma Sistemleri ihalesi açıyor. ABD 4 milyar dolar, Çin ise 3 milyar dolar teklif ediyor. Ayrıca Çin’in teklifinde % 50 yerli yapım, yazılımların bizde yapılması gibi lehimize maddeler var. ABD ayağa kalkıyor. “Siz NATO ülkesisiniz. Çin’den nasıl füze alırsınız?”
Yani NATO ülkesi isek ABD’ye kazıklanmak zorundayız! Öyle mi? Hükümet hemen karşı hamle yaparak, “NATO üyesi olup, yabancı silah sistemleri kullanan ülkeleri” sıralıyor ve restini çekiyor; “işimize kim gelirse, ondan alırız!”
Öyle ya, madem dostuz, Çin’in verdiği şartlarda siz verin. Türkiye nükleer santral ihalesinde de Rusya’yı tercih etmişti, işimize kim gelirse onunla çalışmak temel prensip. Üstelik daha dün müracaat eden ülkeler AB’a alınırken Türkiye 50 yıldır o kapıda bekletiliyor. Sanki bizimle dalga geçiyorlar, “Şimdi de Kaf Dağı’nın ardındaki 7 başlı ejderhanın başlarını kesip getirin!” diyorlar sanki. Başbakan yardımcısı Ali Babacan da Rusya’ya şu teklifi yapıyor; “Bizi Şangay İşbirliği örgütüne alın ve AB’ye güle güle diyelim.”
Erdoğan hükümetinin bizim menfaatlerimizin Avrasya’da olduğu noktasında kesin kanaati oluşmuş durumda. Artık batı ve ABD karşısında gönüllü köle değil, “Hayır” diyebilen Türkiye var. Türkiye kabuğunu kırmıştır. Erdoğan hasbelkader gidip, yeni bir hükümet gelse bile artık Türkiye’nin akış yönünü kimse değiştiremez. Kaldı ki bu millet, Erdoğan’ın arkasında gittikçe artan bir destekle güvendiğini, beğendiğini her seçimde göstermektedir. İsrail’in güya Hakan Fidan için yaptığı, aslında bal gibi Erdoğan’a dönük “Bir sabah otomobilinin içinde parça parça olacaksın” tehdidini onların acizliğinin bir ifadesi olarak okuyorum ben. Türkiye kabuğunu kırıyor, İsrail ise kafasını kırıyor. Hâlâ “One Minute” ve Mavi Marmara’yı hazmedemediler, bütün yaptıkları karşısında diz çöktükleri Türkiye’ye olan kızgınlıklarından.
Ne yapalım, kızdığınız yere buz koyun!