Hür bir İstanbullu Olarak
Bendeniz İstanbul’a 1939’da yedi yaşında küçük bir çocuk olarak yatılı mektepte okumak üzere geldim. Altmış küsur yıldır İstanbulluyum.
Hür bir İstanbullu olarak haklarım, hürriyetlerim, arzularım, dualarım, beddualarım vardır.
Bunları sıralamama müsaade buyurulmasını istirham ederim:
Birincisi: İstanbul’un, dünyanın en medenî kültür şehri olmasını istiyorum. Dünyanın en büyük köyü veya mezrası olmasını istemiyorum.
İkincisi: Öncelikle sur içi tarihî İstanbul’da en az on adet Gülhane Parkı gibi park, bahçe, yeşillik, koru, havadar yer istiyorum. Sık sık oralara gidip sincaplara fıstık, serçelere kurabiye kırıntıları atmak istiyorum.
Üçüncüsü: İstanbul’da insanların birbirleriyle efendimli konuşmalarını istiyorum, aha oha moha gibi böğürtüler ve ünlemler işitmek istemiyorum.
Dördüncüsü: İstanbul’da yeterli miktarda Eton gibi, eski Mekteb-i Sultanî gibi güçlü ve vasıflı millî mektepler olmasını istiyorum.
Beşincisi: Eski İstanbul kültür, nezaket, kibarlık, edeb, görgüsünün tekrar hayata geçirilmesini istiyorum.
Altıncısı: En az on beş milyon kitap, belge, resim, harita vs. ihtiva eden ve ihtişamlı bir binaya sahip olan dünyaca meşhur bir İSTANBUL KÜTÜPHANESİ istiyorum.
Yedincisi: İstanbul kadın ve kızlarına hürmet edilmesini, onların bir kısmının seks ve şehvet aleti haline getirilmemesini istiyorum.
Sekizincisi: Toplu taşıma vasıtalarında yaşlılar ayakta seyahat ederken, birtakım saygısız gençlerin oturduğunu görmek istemiyorum.
Dokuzuncusu: İstanbul bir İslam şehridir, eskiden Darü’l-Hilafe idi. İstanbul Müslümanlarının dindar olmasını, namaz kılmasını istiyorum.
Onuncusu: Okullardaki erkek öğrencilerin küçük beyefendiler, kız öğrencilerin küçük hanımefendiler olmasını istiyorum.
On birincisi: İstanbul’umda seks azgınlıklarının ve pisliklerinin sokaklara, meydanlara taşmasını, şehrin modern bir Sodom ve Gomore haline dönüşmesini istemiyorum.
On ikincisi: İstanbul ekmeklerinin dünyanın en leziz ekmekleri olmasını istiyorum.
On üçüncüsü: İstanbul’un bir ribalar, zinalar, yüksek şeddadî binalar, suçlar, edepsizlikler şehri olmasını protesto ediyorum.
On dördüncüsü: İstanbul’un eskiden olduğu gibi bir sadaka taşları kenti olmasını, parası olanların bu taşlara para koymasını, parasızların ellerini sokup bir miktar (hepsini değil!) almasını temenni ediyorum.
On beşincisi: İstanbul Yahudileri nasıl cumartesi günleri, Hıristiyanları nasıl pazar günleri hafta tatili yapıyorsa, ben de bir Müslüman olarak cuma günü tatil yapmak istiyorum.
On altıncısı: Şehrin ana caddelerine, meydanlarına, bulvarlarına eski Osmanlı büyüklerinin, Padişahların, vezirlerin, kaptan-ı deryaların, seraskerlerin, büyük ulemâ, fukâhâ, üdebâ, şuarânın isimlerinin verilmesini istiyorum.
On yedincisi: İstanbul’u çirkinleştiren, şehre kaldırabileceğinden fazla nüfus getiren, çirkin ve çürük binalar yaptır(t)an, kültür yozlaşmasına sebep olan, yeşilliklerini tahrip eden, rantçılara meydan ve fırsat veren herkesi ve her kurumu en ağır şekilde tenkit ediyorum, bir İstanbullu olarak hakkımı onlara helal etmiyorum. Allah’tan bulsunlar!
On sekizincisi: Birtakım müteahhitlere, yapımından birkaç ay veya birkaç sene sonra bozulan, kırılan, çöken, çatlayan çürük çarık kaldırımlar ve yollar yaptıranları tel’in ediyorum.
On dokuzuncusu: Site alanlarına çirkin binalar ve mahalleler yaptıranları affetmiyorum.
Yirmincisi: Başta Karacaahmet ve Eyüb Sultan kabristanları olmak üzere tarihî kabristanları tahrip edenlerin yüzlerine bu sütunlardan tükürüyorum.
Yirmi birincisi: İstanbul’u vasıta ederek haram, kirli, kara, necis rantlar, servetler, gelirler elde edenleri tahkir, tel’in ve terzil ediyorum.
Yirmi ikincisi: Bir Hıristiyan Ayasofya’nın tekrar kilise olmasını ister, Bir Sabataycı, bir Kemalist müze olarak kalmasını ister. Müslüman bir İstanbullu olarak ben de tekrar cami yapılmasını isterim.
Şimdi birileri şöyle diyebilir: Be adam, sen nasıl böyle konuşuyor ve yazıyorsun?
Cevap: Yazımın başında hür bir İstanbullu olduğumu beyan etmiştim, işte bu hürriyetimi kullanıyorum. Beğenmeyen, rahatsız olan beğenmezse beğenmesin…