Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Selefi-sufi köprü şahsiyetler

Selefi-sufi köprü şahsiyetler

Tarihte ve Günümüzde Selefilik ilmi toplantısında gündeme gelen hususlardan birisi Selefilik ile tasavvuf arasındaki ilişki idi. Bu iki akım tezat gibi görünse de hiç buluşma noktaları ve bu buluşma noktalarını temsil eden köprü şahsiyetler yok mu? Elbette var. Esasında saf vahiy dışında; bunlara getirilen beşeri yorumlar Abdulkerim Suruş’un ifadesiyle, doğrulanmaya da yanlışlanmaya açıktır. Beşeri ürünlerdir. Mısırlı Muhammed Gazali tasavvuf mirasını ayıklarken şu ifadeyi kullanmıştır: Tasavvuf altın madenin bulunduğu araziye veya vasata benzer. Bu topraktan altın çıkabileceği gibi bol toprak yığınları da çıkabilir. Dolayısıyla Hasan el Benna’nın ifadesiyle tasavvufun özü İslam’ın da özüdür. İhsan makamıdır. Kurbiyet makamıdır. Felsefeyi eleştirmek aklı eleştirmek olmadığı gibi tarikat ehlini eleştirmek de tasavvufu veya dayandığı hakikati veya özü eleştirmek değildir. Mesele nereden baktığınıza göre şekillenir ve değişir. Kimileri rabıta, fena gibi tasavvufi ıstılahlara itiraz etmektedir. Halbuki, bütün bu kavramlar tanımına göre meşru da ya da gayri meşru hale de gelir. Eskilerin tabiriyle ‘la müşahattete fi’l ıstılahat. Terimler tartışmaya medar olamaz. Usulcülerin tanımıyla bir şey hakkında hüküm o şey hakkındaki tasavvurla alakalıdır. Bundan dolayı İbni Teymiye fenayı üçe ayırmış ve bu üç kısımdan ikisini zemmetmiş üçüncüsü ise methetmiştir. Demek ki bir çırpıda reddetmek veya bir kalem darbesiyle ortadan kaldırmak doğru değildir. Rabıta da böyledir. Tanımına veya heyetine göre hükmü değişir. Ricali gayb meselesi de böyledir. Tarihi zeminde bunu en iyi izah edenlerden birisi Macid Arsan Geylani’dir ve ‘Hakeza Zehare Cilu Salahaddin Hakeza Adet el Kuds/Selahaddin Nesli Böyle Doğdu ve Kudüs Böyle Geri Alındı’ adlı eserinde tasavvufi terimleri tarihi zemin içinde izah eder. Tasavvuf ile cihat ilişkisini sağlıklı bir zemine taşır.

 Bazen birbirimizi anlamamızın nedeni algı yanlışlığı veya farklılığıdır. Ya da algının hakikatin yerini almasıdır. Eskiler, ‘kem min kavlin sahihin afetuhu el fehmu’s sakim’ demişlerdir. Nice doğru sözlerin afeti yanlış anlaşılmadır. Bazen kavramların Tihinde yaşadığımız gibi bazen de Babil Kulesinde birbirimizi anlamaz hale geliriz. Selefilik toplantısında Selefilik ile tasavvuf ilişkisine temas edenlerden birisi protokol konuşmalarında söz alan Karadavi’nin yardımcısı Karadaği olmuştur. Abdulkadir Geylani’nin şahsında ve anlayışında Selefilik ile tasavvufu mezceden köprü rolüne işaret etti. Zamanın Cüneyd’i olan Abdulkadir Geylani Şafii mezhebinden Hanbeli mezhebine geçerek Hanbelilik içindeki tasavvufi damarı derinleştirmiş ve güçlendirmiştir. Önemli bir çığır açmıştır. Cüneyd-i Bağdadi’den sonra en büyük tasavvufi şahsiyetlerden birisidir. Tasavvufu Kur’an ve Sünnet ekseni üzerine tahkim etmiştir. Tasavvufun hukuk ve zaman üzerine düşen cemresidir. Zamanla yarı efsane haline gelmiş zevattan birisidir. Tasavvuf tarihinde çığır açmıştır. Kuzey Afrika üzerine iki açılımı olmuştur. Babası itibarıyla Kadiri olan Muhyiddin Arabi batini bir dal olarak uç vermiştir. Kadirilik Kuzey Afrika’da Şazelilik üzerinden müteşerri bir kol olarak ikinci bir dal ve uç vermiştir. Ve bu uçlar zamanla birbirine karşı yabancılaşmışlardır. İbni Arabi Ebu Medyen el Medeni’den sonra farklı bir yöne yönelmiştir. Batini dala mukabil, öbür müteşerri dalın önemli isimlerinden Ebu’l Hasan Şazeli’nin talabelerinden olan Ebu’l Abbas es Şazeli vahdet-i vucud anlayışını zemmetmiştir.

Prof. Süleyman Uludağ hoca da selefi sufilikten bahsetmiş ve buna dair tarihi örnekleri nazara vermiştir. Köprü isimlerden birisi de Heratlı Abdullah Ensari’dir. Eserleri Mısır’da ‘Ensariyat’ adı altında toplu halde basılmıştır. Abdullah Herevi’nin tasavvufi mirası hem Nakşbendilik içinde hem de Selefi ekol içinde yaşamaya devam etmiştir. Menazilu’s Sairin kitabı hem tasavvuf erbabı tarafından hem de İbni teymiye’nin talebesi İbnü’l Kayyım tarafından Medaricu’s Salikin adıyla şerh edilmiştir. Kimilerine göre, Herevi katı bir Hanbeli olmasına; akılda aşırıya gidilmesine (tevaggul) ve akliyata ve dolayısıyla rey ekolüne, taraftarlarına ve çeşitliliğe ve bu anlamda ihtilafa karşı olmasına rağmen coşkun bir sufidir. Abdullah Herevi’nin tasavvuf mirasının günümüze izdüşümlerinden birisi, onun yaklaşımlarından etkilenen Seyyid Kutup’un İhlas ve Hadit surelerinin tefsirinde Herevi’nin anlayışını ve vahdet-i vucut mesleğini yansıttığı ileri sürülmüştür. Özellikle de çağdaş Selefi ekolden Elbani ve İbni Useymin Kutup’u vahdet-i vucut anlayışını benimsemek ve savunmakla suçlamışlardır. Elbette Seyyid Kutup’un taraftarları bu değerlendirmeye katılmamış ve reddetmişlerdir. Lakin sadece Seyyid Kutup değil, doğrudan fenaya sahip çıkan Abdullah Herevi’nin de vahdet-i vucut meşrebinden olduğu ileri sürülmüştür.
 Menazilü’s Sairin kitabı İbnül Kayyım ve birçok sufi tarafından şerh edildiği gibi onun Farsça olarak kaleme almış olduğu Tabakatü’s Sufiyye kitabı da, Molla Cami’nin sufilerin tarihçesini ve tabakalarını kayda geçirdiği Nefahatü’l Üns kitabının da ana maddesini ve temelini oluşturmuştur. Adeta sufiler bahçesidir. Nakşibendi olan Molla Cami bir yönüyle Hanbeli ve ehl-i hadis olan Abdullah Herevi’nin varisi olurken diğer taraftan da İbni Arabi’nin Fusus el Hikem kitabına da şerh yazmıştır. Sanki iki ekolü de kendi çizgisinde birleştirmiştir. İbni Arabi çizgisini de dışlamamıştır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi