Önemsiz bir mesele: Ahlâk!
Ahlâk neredeyse insanlıkla eşdeğer ve insanlık tarihi kadar eski bir kavram. Akıl insana ahlâklı olmayı telkin ediyor. Kalb insanın ahlâklı olmasını istiyor. Dinden konuştuğumuzda ahlâktan konuşuyoruz. Son Peygamber güzel ahlâkı tamamlamak için geldiğini beyan ediyor. Feylesoflar ahlâkı “insanın kendini bilmesi” olarak tarif ediyorlar. Adalet, merhamet, hayır, iyilik, sorumluluk, vazife, dayanışma... bütün toplumlarda, bütün dillerde olan kavramlar. Ahlâkın kaideleri bu ve benzeri evrensel ilkelerden çıkarılıyor.
İç siyaset, dış siyaset, ekonomi, geçim gailesi, refah seviyesi… derken günler sür’atle geçiyor. Bu vitrin meselelerin gölgesinde kalan gerçek meseleler, asıl insanlık meseleleri üzerinde durmak, düşünmek, fikir üretmek ve onu uygulamaya dönüştürmek iradesinden yoksun yaşıyoruz.
Bugün sokağa çıkan her insan; sokağın ev içine giren unsurlarına, radyoya, televizyona, gazetelere ve internete muhatab olan herkes, telaffuz etsin etmesin ciddî bir ahlâk aşınmasının, değer kaybının farkında.
Türkiye bir dönem ahlâktan kaçtı. Çünkü yönetenler onu doğrudan dinle ilişkili gördü ve ahlâkilik-dinilik paralelliği kurarak laikliğe aykırı saydı! İnsan ilişkilerini sırf kanunlarla, mevzuatla düzenlemeye çalıştı. Ahlâk kelimesinin dinî boyutundan kaçılarak sonunda toplum tahayyülünde anlamı oluşmayan etiğe sığınıldı.
Ahlâka “etik” demekle bir şey halledilmiyor! Devlet etik kurulları oluşturuyor, fakat ahlâkın kurul işi olmadığı unutuluyor! Temel meselesi insan olan bir toplumun ahlâkı ıskalaması, ahlâktan kaçması ve hatta ahlâk karşıtı tutumlar benimsemesi düşünülemez.
Türkiye’de işte bu düşünülemez olmuştur. Basın yayın cihazı ahlâk dışılığı hayat tarzı olarak sunma konusunda belki de hiçbir toplumda bu kadar muhteris olmamıştır. Kitlelere gayri ahlâkilik öğretilmekle kalınmıyor yaşanabilirliği de âdeta ezberletiliyor. Bu yaşanabilirlik, kabul edilirliğin ötesinde takdir edilirlik derecesine doğru yükseliyor. Böylece neredeyse, ahlâkilik marijinal hâle getiriliyor!
Türkiye’nin derinleşen insan meselesi, her alanda ahlâkî kaygının fiillerimizden dışlanmasıyla ilgili. En başta şahsî ikbalini toplumun, milletin önüne geçiren bir insan portresi ile karşı karşıyayız. Eğitim sistemimiz de öğrencilere “geleceğini kurtarmak” adına herkesin kendi gemisini kurtarması gerektiğini telkin ediyor. Genç nesiller arasında bencillik, egoizm bütün iyi hasletleri silercesine yükseliyor.
Bugün Türkiye’yi hiçbir iç ve dış düşman ahlâkî değerlerin aşınması ölçüsünde tehdit etmiyor!
Bedenimizin terbiyesine, eğitimine önem veriyoruz. Öğretim kurumlarımız gittikçe büyüyen devasa bir öğretme cihazına dönüşüyor. Bedenimize verdiğimiz değeri, bizi biyolojik varlığın üstüne yükselten ruhumuza vermiyoruz. Zihnimizin gıdası sadece bilgi ve gayemiz bu bilgiyi kullanarak başarıya ulaşmak olabilir mi?
Üç sene önce, bu konuları konuşmak ve tartışmak için Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul’da 1. Ahlâk Şûrası’nı toplamıştı. 2. Türkiye Ahlak Şûrası, Büyükşehir Belediyesi’nin desteği ile 22 Kasım’da Konya’da başladı. 2. Şûra’nın başlığı “Siyaset ve Ahlâk”. Ülkemizin tanınmış sosyal bilimcileri ve fikir adamları bu vesileyle bir araya geldiler.
Aynı günlerde Ankara’da başka bir şûra var: 3. Sanayii Şûrası. Bu Şûra’yı ilgili bakanlık, Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı düzenliyor. Başbakan’ımızın katılıp açılışını yaptığı, ilgili bakandan başka Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, Çevre ve Şehircilik Bakanı ve Ulaştırma Bakanı’nın da katıldığı “üst düzeyde” bir toplantı bu.
Türkiye için elbette kalkınma, sanayileşme çok önemli. 1950’den beri seçilmiş muhafazakâr iktidarlar bu yolda bütün enerjilerini seferber ediyorlar. Bu tercihi tartışmaktan yana değiliz, fakat insanın maddesi yanında, maneviyatını gözeten, fizikten ahlâka yükselmenin yollarını açan yaklaşımların bu kadar uzağına düşülmesi karşısında şaşkınlığımızı gizleyemiyoruz.
Bir dostum, son on yılın hükümet programlarında “ahlâk”ın kelime olarak bile yer almadığını söyledi. Demek ki, “sanayileşelim, kalkınalım da ne bahasına olursa olsun” deniliyor. Maddî planda büyük değişimlerin doğurduğu sarsıntıları ancak insanımızı manen güçlendirerek aşabiliriz. Sanayileşme ve kalkınma ile ilgili bakanlıklar olduğu gibi, kültür ve eğitimle ilgili bakanlıklar da var elbette. Fakat onların böyle önemsiz işlerle uğraşmaya vakitleri yok!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.