Bir çağdaş Osmanlı kadını: Ayşe Cevahir
Onu, on sene kadar önce ortak bir tanıdığımızın davetinde tanıdım. Kendinden emin, başı dik, genç bir kadındı. Hemen kaynaşmış, Türkiye’den dünyaya, İslâm’dan kadınlara kadar bir çok şeyi konuşmuştuk. Maneviyata çok önem veren, ağzından tesbihatı eksik olmayan, değerli bir annesi vardı: Emel teyze. İlk karşılaşmamızda bana gümüş bir kutu içersinde hediyelerin en değerlisini vermişti. Kâbe’nin örtüsünden bir parça. Onu evimin en güzel yerinde muhafaza ettim her zaman. Güzel kokusu dualarımı süsledi sık sık. Biliyordum ki Emel teyze de beni kendi kızları arasında dualarında hatırlıyordu. Uzak diyarlarda olsak da kalplerimiz birdi. Mü’minin en güçlü silahı duaydı…
İstanbul’a bu gelişimde Ayşe’yi yine gördüm. Bu sefer onun en son eseri olan Cevahir Alışveriş Merkezi’ni gezdik birlikte. Ayşe inandığı gibi yaşayan, yaşadığı gibi konuşan, ondan bir nebze taviz vermeyen, yaptığı tahsille amel eden, ender bir Müslüman kadın. Ben de bir çokları gibi, onu yirmibirinci yüzyıl’ın bir Hazreti Hatice’si olarak görüyorum. İngiltere’de aldığı tahsiliyle, İstanbul’da harikalara imza atan bir çağdaş mimar Ayşe. 360 bin metrekarelik bir alana Cevahir Alışveriş Merkezi’ni yaparken de, İstanbul halkına hizmeti Hakk’a hizmet olarak algılamış bir tasarımcı. Her köşesini dualarla, Rabbi’ne yakarışlarla, süslemiş bir aydın. Amacı İstanbul’a, Türkiye insanına hayırlar getirmesi olmuş bu mekânın. Her taşında onun alın terinin izlerini görüyorsunuz gezerken. Ayşe’nin iç huzurunu, Yaradan’ına yaslanmışlığını hissediyorsunuz. İçinizi bir ferahlık kaplıyor. Osmanlı mimarisinden esinlenerek inşa ettiği bu mekânın girişinde altından geçtiğiniz gök kuşağı renkleri Allah’ü Teala’nın bize verdiği nimet renklerini temsil ediyor. Merkezin açıldığı ilk gün, bereket yağmurlarından sonra bir değil, iki gök kuşağı Cevahir’in üstünü süsleyiveriyor. Sanırım, inşa ettiği bu eserin bitiminde Ayşe’nin aldığı en güzel hediye de bu olmuş. Anlatırken sesinin titrediğini fark ediyorum.
Bronz kolonlar insanın içini ısıtıyor. Mağazalar, bir çok başka mekândaki görüntülerden farklı olarak iç içe sıkıştırılmış değil de, sanki, inci taneleri gibi yan yana dizilmiş. Boğulmuşluk duygusu vermiyor insana. Merkeze bir platform yerleştirilmiş. Yirmibeş metreye yükselen bu platform yükseldikçe, altı katlı yapının her katında dolaşanlarla göz hizzasında temasta.
Ayşe saati çok seviyor –paylaştığımız ortak değerlere bir yenisinin eklendiğini fark ediyorum: saat obsesyonu. Gülümsüyorum-. Binanın iç çatısını dünyanın en büyük saatiyle süsleyiveriyor. Cam çatıdan içeri sızan güneş ışıkları eşliğinde saati seyrediyoruz. Yukarıdan baktığımızda en alt katın zemininde, kırık beyaz, krem mermerlerin üzerini yer yer süsleyen siyah bir dizayn dikkatimizi çekiyor. Ayşe söylemiyor, güvenlik müdürü Taha Akdağ beyden sonradan öğreniyorum, onun imzasıymış.
Cevahir Alışveriş Merkezi’nin biri devlete, diğeri özel sektöre ait olmak üzere iki büyük tiyatrosu, 12 salonlu, bir tanesi üç boyutlu film gösterimi yapan, bir de devasa sineması var. Eğlence merkeziyse en çok ilgi toplayan yerlerinden biri. çocukların cıvıl cıvıl seslerinde, Ayşe’nin içindeki çocuğun sesini duyuyorum sanki. Amerika’nın en gelişmiş “six flags” aile-eğlence merkezlerinin bir minyatürü Cevahir’in Atlantis’i. Tiyatrosu, bowling salonu, hızlı trenleri, oyun odalarıyla çocukların kalplerindeki bir hayal dünyası burası.
Bakıyorum, yediden yetmişe tüm İstanbullulara hizmet veren, yüzlerini güldüren bir mekân olmuş Cevahir Alışveriş Merkezi. Ayşe’nin, İstanbul’un dört bir yanındaki eserlerinin de belki de en özeli. Hani derler ya: “el emeği göz nuru.” Kimileri için el emeği göz nuru ya bir danteldir veya bir resim. Ayşe’ninkiyse işte bu devasa mimari yapı.
Ayşe, siyah abayesi içinde süzülüp, mütevazı ve vakur duruşuyla gözden kaybolurken düşünüyorum: Keşke ülkemizin rol model arayışı içinde olan genç kızları Ayşe’yi tanıyabilseler. O bir kadının neler başarabileceğinin en güzel örneğini sunuyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.