“Bizim taraf”, “öteki taraf”
“Kimse bizim gibi görmek, bizim gibi sevmek, bizim gibi anlamak, bizim gibi düşünmek, bizim gibi giyinmek, hayata bizim penceremizden bakmak zorunda değil” dediğimiz gün, barışa doğru en büyük adımı atmış olacağız.
Askerimiz sivilimizle önce “farklı düşün-ce”ye ve yaşama biçimine tahammül etmeyi öğrenmemiz lâzım.
Her farklı düşünceyi “düşmanlık” çerçevesinde görürsek, bunun altından kimse kalkamaz. Toptancı yaklaşımlar yalnızca “laik” kesimden gelseydi, “ârizî bir fevrilik” olarak değerlendirebilirdik. Ama tüm kesimlerde bu hastalık var. Dışlanmaktan yakınan dini gruplar bile kendilerini kategorize edip “öteki”ni dışlıyor. Anlayacağınız, bu hepimize bulaşmış bir “hastalık!”
Kişileri, grupları, cemaatleri, tarikatları, siyaset ve siyasetçileri ya tümüyle benimsiyoruz yahut bütünüyle reddediyoruz! Makul ve mantıklı bir yaklaşım sergilemiyoruz. “Analizci” yaklaşamıyoruz olaylara.
Ruhumuza “toptancılık” havası hâkim; çünkü toptancılıkta “kolaycılık” var: Kabalama “red”, yahut “kabul” için olaylar üstüne kafa patlatmak, enine-boyuna tahliller yapmak, karşılaştırıp kıyaslamak; kısacası “kılı kırk yarmak” gerekmiyor.
İnsanlar ya “bizden”dir, ya “onlardan!” Bu kadar! Artık her şey alabildiğine kolaylaşmıştır…
Artık “biz” iyiyiz, “onlar” kötü, “biz” doğruyuz, “onlar” eğri, “biz” sevabız, “onlar ” günah, “biz” cennetiz, “onlar” cehennem, “biz” gerçeğiz, “onlar” hayal, “biz” milletiz, “onlar ” illet, “biz” her şeyiz, “onlar” hiçbir şey!
Bir konuda bizden “farklı” olup, bin konuda bizimle birlikte olanları bile çöpe atmakta zerre tereddüt göstermiyoruz… İnsan harcaya harcaya kendi kendimizi “kaht-ı rical”e (adam kıtlığı) mahkûm ettik!
Bu bağnazlığımızdan ötürü sürekli terk ediliyor, terk edile edile yalnızlaşıyoruz.
•
“Biz” ve “onlar” sınırını çektikten sonra, elbette arkasından isnat, iftira ve suçlama gelecektir…
Elbette her başarısızlıklarımızı, “onlar” tarafından engellenmeye bağlayacağız…
Tembelliğimizin çocuğu olan beceriksizliklerimizi yine “onlar”ın üzerimize hışımla gelişleri olarak izah edeceğiz…
Gayretsizliğimizin ve eğitimsizliğimizin ürünü olarak hayatımızı kuşatan yeteneksizliğimizi ise ya “onlar”ın “devlet desteği” almalarına bağlayacağız ya da medya güçleri ile açıklayacağız.
Beceriksizliğimizden dolayı holdingimiz mi battı? “Bizi onlar batırdı!” diyeceğiz!
Gazetemiz, dergimiz, kitabımız mı satmadı? “Sattırmıyorlar” diye açıklayacağız!
Evlatlarımız hayırsız mı çıktı? “Bunlar sistemin ürünü” diyerek sorumluluğumuzu başkasının sırtına yıkacağız!..
Depremi, hattâ grizu patlamasını bile “onların günahı”yla izah çabasına gireceğiz!
“Onlar”, “biz”i yıkıyor!.. “Onlar”, “biz”i yakıyor!.. “Onlar”, “biz”i çelmeliyor!.. “Onlar”, “biz”i sevmiyor!.. “Onlar”, “biz”i istemiyor!..
Oysa asıl maharet, “onlar”a rağmen var olabilmektir!
•
İnançlarımızdan, ibadetlerimizden, kıyafetlerimizden, tarikatlarımızdan, cemaatlerimizden, siyasetlerimizden dolayı horlanmamak, hırpalanmamak, dışlanmamak istiyorsak, hiç kimseyi inançlarından, ibadetlerinden, kıyafetlerinden, tarikatlarından (tutulan yol anlamında), cemaatlerinden (cemiyetlerinden), siyasetlerinden dolayı horlamamalı, hırpalamamalı, dışlamamalıyız.
İnsanların “vazgeçilmez”lerini asla sorgulamamalıyız.
Unutmayalım ki, “biz”e “yanlış” gelen şey, aslında “doğru” olabilir!
Ben bunu hayattan öğrendim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.