Birileri, bu hakime Bangalore Yargı İlkeleri’ni öğretsin!
Yanılmıyorsam, 16 Kasım Cumartesi gününden bu yana, yani “tam 26 gündür” aynı konuda üst üste yazı yazarak bir rekor kırdım... Dile kolay; “aynı konuda üst üste 3 yazı bile yazmayan” ben; “Dershane... Cemaat... Hocaefendi” konularında “üst üste 26 yazı” yazmışım...
Daha önce de dediğim gibi;
Her yazıya oturuşta, “bu son yazı olsun” niyetiyle oturdum... Ama; “saldırı”lar, “hakaret”ler, “küfür”ler ve “belaltı vuruşları” devam edince mecbur kaldım yazıları sürdürmeye...
Bugün, 27. gün...
İşin doğrusu, “yazacak” çok şey var ama, “bir süreliğine” ara vermek istiyorum... Bir süreliğine ara vereyim ki, “kavgadan zevk aldığım” zannedilmesin.
Bilirsiniz;
“Kavga”dan hiç hoşlanmam... Manyaklık derecesinde “duygusal” bir adamım... Ama damarıma basılmayacak... “Sevdiklerim”e ve “diğer verdiklerim”e lâf söylenmeyecek... “Benim” hakkımda ne yazarlarsa yazsınlar ama, “değer verdiğim insanlara” ve uğruna öleceğim “değer”lere dil uzatıldığında susamam!..
Bunu, herhalde herkes anladı...
Anladıklarını zannettiğim için de, bugünden itibaren bir süre “sessiz” kalmaya karar verdim...
Eğer, çok “olağanüstü” bir gelişme olmazsa, bundan sonra; “Dershane... Cemaat... Hocaefendi” konularına girmeyi düşünmüyorum...
BİR BAŞÖRTÜLÜ AVUKAT DAHA
Bunu böylece ifade ettikten sonra, gelelim “gündemdeki konular”a...
Ne var gündemde?..
“Balbay’ın tahliyesi” var,
“Bütçe konuşmaları” var...
Ve bir de;
“O hakim” var!..
Peki, “o hakim” kim?..
Hani Mustafa Karadağ adlı Ankara 11. Aile Mahkemesi hakimi vardı ya, işte o hakimden söz ediyorum...
İşbu hakim, daha önce Avukat Zübeyde Kamalak’a reva gördüğü muameleyi, dün de, aynı zamanda AK Parti Genel Merkez Kadın Kolları MKYK üyesi olan Avukat Tuğba Arslan’a reva görmüş...
Ajanslar haberi şöyle verdi:
“Ankara Adliyesi’nde görülen bir dâvâya başörtülü giren avukatın davası ertelendi... Avukat Tuğba Arslan, Ankara 11. Aile Mahkemesi’ndeki bir ‘boşanma’ dâvâsına başı kapalı olarak girdi.
Hakim Mustafa Karadağ, duruşma zaptına, Arslan’ın; ‘duruşmaya başı kapalı olarak girdiğini’ geçirdikten sonra, Bangalore Yargı Etiği İlkeleri, Avrupa Barolar ve Hukuk Birlikleri Konseyi Meslek Kuralları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi’nin, ‘başörtüsünün laiklik karşıtı güçlü bir dini ve siyasal simge olduğuna’ ilişkin kararları gereği, Arslan’ın bu şekilde duruşmada görev alamayacağını söyledi.”
Hakim Bey, bunu hep yapıyor...
Daha önce Zübeyde Hanım’a yaptığını şimdi Tuğba Hanım’a yapıyor.
Ama, yanlış yapıyor!..
HAKİM BEY NEREDE YAŞIYOR?
Tamam, “yargı bağımsız”dır ama aynı zamanda “tarafsız”dır değil mi?..
Peki, Hakim Mustafa Karadağ ne kadar “tarafsız”dır?..
Öyle ya;
Tek işi “başörtülü avukatlar”la uğraşmak olduğuna göre, demek ki “taraf”tır, demek ki, “tarafsız” değil!..
Bir de, Hakim Bey’in gerekçe olarak gösterdiği “Bangalore Yargı Etiği İlkeleri” ifadesi çekti dikkatimi...
Hakim Bey’i tebrik ediyorum... Neyse ki, “Bangalore” kelimesini doğru telâffuz etmeyi öğrenmiş... Çünkü daha önce, “Bangola” diyordu... Belki de, ilkelerin “Angola’da bir yerde” geçtiğini zannediyordu...
“Bangalore” demeyi öğrenmiş öğrenmesine de, “ilke”lerin neler olduğuna göz atmasında yarar var...
“İlke”lere geçmeden önce “Bangalore” ifadesinin kökenine bir bakalım...
Efendim;
2003 tarihli “Birleşmiş Milletler Bangalore Yargıda Etik İlkeleri”, yargıda etik konusunda tavsiye kararı niteliğinde olan “uluslararası bir belge”dir.
l Bu ilkeler, Birleşmiş Milletler’in 2000 yılı Nisan ayında Viyana’da gerçekleştirilen ilk toplantısından sonra Şubat 2001 tarihinde Hindistan’ın Bangalore şehrinde gerçekleştirilen ikinci toplantıda, Yargısal Tutarlılığın Kuvvetlendirilmesi Hakkındaki Yargı Grubu tarafından taslak olarak kabul edilmiştir.
l 25-26 Kasım 2002 tarihlerinde Lahey Barış Sarayı’nda yapılan Adalet Başkanları Yuvarlak Masa Toplantısı’nda, Yargısal Tutarlılığın Kuvvetlendirilmesi Hakkındaki Yargı Grubu tarafından ilk taslak gözden geçirilmiş ve taslak üzerinde anlaşma sağlanmıştır.
l Bangalore İlkeleri, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu’nun 23 Nisan 2003 tarihli oturumunda kabul edilmiştir.
HSYK da, bunları 2006’da benimsemiş ve “yargı birimleri”ne dağıtmıştır...
“Bangalore’nin tarihçesi”ni özetle aktardığımıza göre, şimdi de “ilke”lerine bir bakalım...
Bangalore İlkeleri’nde, meslek ahlâkı standartlarını oluşturmak niyetiyle tasarlanmış prensipler 40 maddede sıralanıyor... Bağımsızlık, “hukuk devletinin ön koşulu ve âdil yargılanmanın temel garantisi” gösteriliyor;
“Hâkim, tüm hâricî etkilerden uzak olmalı” deniliyor. Tarafsızlık başlığında ise, “Hakim, kamuoyu, hukuk mesleği ve dava taraflarının güvenini sağlayacak davranışlar içerisinde olmalı. Önündeki veya önüne gelme ihtimâli olan bir konu hakkında yargılamayı etkileyecek hiçbir yorumda bulunmamalı” önerileri yer alıyor.
“Tarafsız olarak karar veremeyeceği durumda veya bu izlenimi oluşturması halinde ise yargılamaya katılmaktan çekinmeli” gibi önemli ilkeye de vurgu yapılıyor. Doğruluk ve tutarlılık, “Hâkim, herhangi bir serzenişe yol açmayacak hal ve tavır içinde olmalı” ifadesiyle açıklanıyor.
“Dürüstlük, eşitlik, ehliyet ve liyakat” şeklindeki diğer değerler de, adeta Türkiye için kaleme alınmış:
“Hâkim, yakışıksız görüntüler içerisinde olmaktan, tarafgirlik görüntüsü doğuracak durumlardan kaçınmalı. Ailesini temsil eden birisinin herhangi bir şekilde ilişkili olduğu davalara bakmamalı. Ailesinin, sosyal veya diğer ilişkilerinin, meslekî davranışlarını etkilemesine izin vermemeli. Hâkimlik mesleğinin icrası sırasında elde edilen gizli bilgiler, hâkimin yargısal göreviyle ilgili olmayan diğer amaçlar için hâkim tarafından da kullanılamaz ve ifşa edilemez.”
Evet; “ilkeler”, özetle böyle...
Peki, “Türk yargısı” bu “ilke” ve “prensip”lere ne derece uyuyor?..
Meselâ, Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt’ten söz edelim... Paksüt, “Ergenekon sanığı eşi”nin dâvâsına katılmadı mı?..
YARSAV eski Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu sürekli “tartışmaların odağında” yer almadı mı?.. Ergenekon davasına karşı tavırları, savcılar hakkındaki suç duyuruları ve gözaltına alınan isimlerle dayanışma görüntüleri bilinmiyor mu?.. Eleştirildiğinde ise yargı bağımsızlığını koruduğunu ve AB kriterlerini ileri sürmedi mi?..
Örnekleri çoğaltmak mümkün...
Ama biz, Hakim Mustafa Karadağ’a gelelim ve soralım; Hakim Mustafa Karadağ, savunduğu “Bangalore İlkeleri”ne ne derece uyuyor, o “prensip”lerin gereğini ne derece yerine getiriyor?..
Meselâ, “güven” veriyor mu?.
Meselâ, “tarafsız” mı?..
Kendisi, “Bangalore İlkeleri”ni referans gösteriyor ama, bu ilkelere ilk önce kendisi uymuyor...
Bunun da ötesinde;
Hakim Bey Bangalore’de değil, Türkiye’de yaşadığını unutmamalı ve “Türk hukuku”na göre karar vermeli değil midir?..
Anlaşılan o ki;
Hakim Bey, “ulusalcı” biridir...
Peki, “ulusalcı” bir insan, niye “Türk hukuku”na göre değil de, “Bangalore İlkeleri”ne göre hareket eder?..
Bu, nasıl ulusalcılık?..
ŞÖHRET OLMAK MI İSTİYOR?
Bana öyle geliyor ki;
Hakim Bey, “ünlü” olmak istiyor, “şöhret basamakları”nı tırmanıp, “kahraman” olmak istiyor...
Nasıl yapacak bunu?..
Elbette, Zübeyde Kamalak ve Tuğba Arslan gibi avukatların girdiği “duruşma”ları erteleyerek, “başörtüsü” için zabıt tutturarak!..
Bunlar haber yapılsın, eleştirilsin ki, Hakim Bey sürekli gündemde kalsın!..
İşte gördünüz, bu yazı da “onun amacına hizmet eden” bir yazı oldu ve hakim, “şöhret merdivenleri”nde bir basamak daha yükseldi!..
Kimbilir, bu yazıyı da belki “hedef gösterme” olarak yorumlayacaktır... Ama hayır, öyle bir niyetim yok... Ve ayrıca hedef göstermeye de gerek yok... Çünkü, Hakim Bey “kendi kendini hedef gösteriyor” ve diyor ki; “Beni görevden alın, bana bir şey yapın ki, kahraman olayım!”
Bence, ona bu “zevk” tattırılmamalı!... Sadece, “akli ve ruhî denge”sinin yerinde olup olmadığını tespit ettirin yeter!..
Haa, bu “tespit” yapılıncaya kadar da, Ankara 11. Aile Mahkemesi’ne hiçbir “dâvâ dosyası” vermeyin yeter!..
Hakim Bey;
Gelsin, otursun ve gitsin!..
DANIŞTAY’I DA TAKMIYOR!
Dün duruşması ertelenen Avukat Tuğba Arslan demiş ki;
“Memurlara dahi başörtüsü serbest bırakılmıştır... Danıştay’ın yürütmenin durdurulması kararı var. Bu nedenle duruşmalara başörtülü olarak katılacağım.”
Tuğba Arslan;
Danıştay 8. Dairesi’nin; Avukatlık Meslek Kuralları’nın 20. maddesinde yer alan, “avukatların mahkemelerde başları açık görev yapacaklarına” ilişkin düzenlemeyi durdurduğunu da hatırlatıp, demiş ki;
“Bu karara rağmen, duruşmaya alınmamam hukuka aykırıdır. Bu olaydan dolayı bir avukat olarak ve bir kadın olarak çok rencide oldum. Birçok mahkemede duruşmaya giriyorum, bir tek bu mahkemede böyle bir sorunla karşılaştım. Dünya İnsan Hakları Günü’nün kutlandığı bu haftada, böyle bir durumun yaşanması ülkemiz açısından üzüntü vericidir.”
Ne ilginç değil mi;
“Dünya İnsan Hakları Günü”nün kutlandığı, Ergenekon tutuklusu Mustafa Balbay’ın “tahliye” edildiği ve ilk söz olarak “Hoşgeldin adalet” dediği bir günde, “başörtülü” bir avukat, duruşmalara giremedi!..
O halde;
Hangi “adalet”ten, hangi “hukuk”tan ve hangi “insan hakları”ndan söz ediyoruz?..
Türkiye’de, “hukukun üstünlüğü” mü geçerlidir, yoksa “üstünlerin hukuku” mu?..
Şu hale bakın;
Mehmet Haberal’lar ve Mustafa Balbay’ların “dışarı” çıktığı bir Türkiye’de Zübeyde Kamalak’lar ve Tuğba Arslan’lar mahkemeden içeri giremiyor!..
Söyleyin, adalet bunun neresinde?..
**********************************************************
CHP iktidar olsun da, tek tek yapsın açılışları!
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın; “sadece dün” Ankara’da “113 eserin toplu açılışını” yaptığı saatlerde, CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu ve arkadaşları da, Meclis’e bir “araştırma önergesi” verip, demişler ki;
“Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından gerçekleştirilen toplu açılış törenlerinde kamu imkânları ve mülki idare amirleri seferber ediliyor, bu törenler AK Parti’nin seçim mitinglerine dönüştürülüyor.”
Hani, bir söz vardır ya;
“Kıskanma ne olur,
Çalış, senin de olur!”
CHP’nin “haset”liği de bundan... Çalışmayıp, sadece “Öğleden Sonra Muhalefeti” yaparak iktidar olabileceklerini zannettiklerinden bir türlü “iktidar” olamıyorlar, bu yüzden de “eser” inşa edip de, “açılış”ını yapamıyorlar!..
Yaptıkları tek şey, kıskançlık!
Yaa, bırakın da “icraat”ının tadını çıkarsın, coşkusunu yaşasın Başbakan... Ne yapsın adam; o kadar “eser” inşa ediyor ki, onları “tek tek” açmaya vakti yok... Bu yüzden “toplu açılış” yapıyor...
Kıskanmayın da, çalışıp “iktidar” olun!.. Çıkmaz ayın onbeşinde iktidar olduğunuzda da, “tek tek” yaparsınız açılışları!.. Ama o zamana kadar, bırakın “toplu açılış” yapılsın!..
Temeller toplu atılınca,
Açılışlar da toplu yapılıyor işte!..