M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Deve ve Fare Hikâyesi

Deve ve Fare Hikâyesi

Molla camii hazretlerinin Baharistan’ında şu hikâyeyi okumuştum: Bir tarla faresi gezinirken başı boş bir deve görmüş. Yuları yerde sürünerek otluyormuş. Fare, “Oh sahipsiz bir deve buldum!..” diyerek sevinmiş, ipini almış ve hayvanı götürmüş. Deve uysal bir hayvan, bizimkinin peşinden yürümüş. Nihayet gide gide farenin yuvasına gelmişler. Deve artık dayanamamış, “A bücür!..” demiş “Haydi beni sahipsiz buldun, ipimi eline aldın, buraya kadar getirdin, peki beni bu deliğe nasıl sokacaksın?”

Bazı fareler Türkiye’yi başı boş sahipsiz bir deve sanarak ele geçirmeye çalışıyor. Ele geçirmiş olsalar bile küçücük, daracık deliklerine sokmaya güçleri yetmeyecektir.

Bu hikâye Türkiye’yi olgun bir armut gibi kucaklarına düşürmek isteyen “Fâreyan” topluluğunun dikkatine sunulur.

Bir Tenkide Cevap

MURAT Malay Bey, “Hitler ve Ali Baba” isminde 396 sayfalık bir kitap yayınladı. Bundan bendenize de bir nüsha gönderildi. (Kendisi mi gönderdi, yayınevi mi bilmiyorum.)

Adı geçen kitabın 295’inci sayfasında bendenizle ilgili şu satırlar yer alıyor:

“Parantez:

İtiraf etmeliyim ki, Şevki [Şevket] Eygi’nin bazı yazıları bana pek fazla tat vermiyor. Ekseriyetle, yığınla şey söyleyip de ardından elle tutulur bir netliğe kavuşamadan bitiyor. Zaman zaman kendisini tekrar ediyor ve boyuna yüzeyde kalıyor; bir türlü derinleşemiyor. Samimi olduğuna inanmak istiyorum. Hep birileri şunu yapsa, Lozan’ın Gizli Protokollerini ele geçirse, bir komisyon kurulsa, Sabetaycıların kimler olduklarını derinden tetkik etse, broşürler basılsa, İbranice öğretilen Türk gençleri arşivlere girse, şunlar olsa bunlar olsa deyip duruyor. Hâlbuki vaktiyle gazeteler çıkarmış, eline çeşitli imkânlar geçmiş, türlü yayın organlarında yazmış, hatta yayınevi kurmuş bir insandır. Tüm bu söylediklerine zemin hazırlayacak olanakları, niçin zamanında kendisinin filizlendirmediği sualini ise galiba hiç düşünmüyor. Belki sadece akıl vermek mevkiinden, elindeki trafik değneğini sallamakla iktifa ediyor. Bu kadarı ona yetiyor...”

CEVAPLARIM:

1. “Hâlbuki vaktiyle gazeteler çıkarmış, eline çeşitli imkânlar geçmiş, türlü yayın organlarında yazmış, hattâ yayınevi kurmuş bir insandır...” deniliyor. Bendeniz gülünç denecek kadar az ve kısıtlı imkânlarla hizmet etmiş (edebildiysem...) bir gazeteciyim. Bugün gazetesini biri bodrum, diğeri zemin kat küçük bir mekânda çıkarttım. Maddi bakımdan o kadar imkânsızdım ki bütün gazetede sadece iki telefon vardı, onlara bağlamak için bir santral makinesi bile alamamıştım. Eskiden teleks cihazları vardı, telefon hattına bağlı daktilo gibi bir şeydi. Burada yazıyorsun, Ankara’da çıkıyor. Ondan da alacak paramız yoktu, on beş dakikada bir, bir çocuğu Cağaloğlu’ndaki Anadolu Ajansına gönderir, teksirle basılmış bültenleri aldırtırdık. Gazete’yi iki külüstür dizgi makinesinde (erimiş kurşunla çalışan...) dizdirir, tertip ettirir, sayfa kalıplarını hamalla rotatife basıma gönderirdik. Her gün akşama doğru kâğıt temin edebilirdik. Bunlara imkân denilebilir mi?.. Kaldı ki, o tarihlerde (ne kadarsa) bugünkü kültüre ve birikime sahip değildim. Zamanımızda Müslümanların dev basın, yayın, gazetecilik müesseseleri var. Dehşetli binalar, muazzam bilgisayarlı dizgi tertip sistemi, bir değil, üç değil, beş değil en modern rotatifler, taşra teşkilatı... Benim gazeteciliğimle onlarınki taka ile transatlantiğe benzer. Hem bir şeyi istemek, temenni etmek başka, yapmak veya yapabilmek başka şeydir. İyi, faydalı bir şeyi istemek suç ve kabahat değildir. Bu istekleri Müslüman kesimdeki zengin cemaatlerin, tarikatların, güçlü kişilerin yapması gerekir. Doların milyarlarıyla oynuyorlar.

Kendimi faziletli göstermek gibi -ucuz hodfüruşluklardan hoşlanmadığımı insaf sahipleri kabul eder... BUGüN gazetesini çıkarttığım yıllarda mütevazı bir kira evinde oturuyordum. Hanemde çamaşır makinesi ve buzdolabı yoktu... Bursa büromuza telefon edip, fabrikası orada bulunan merdaneli Tolon çamaşır makinelerinden bir adet ilan karşılığı temin etmelerini rica etmiştim. Merhume annem yaşlanmıştı, elde çamaşır yıkamakta zorlanıyordu...

Ailece ilk buzdolabına ise 1969’da sahip olmuştuk. Sürgünde Beyrut’ta yaşıyordum. Mobilyalı bir ev kiralamıştım. Buzdolabı da vardı, İstanbul’a yazdım, ilan karşılığı bir buzdolabı bulup eve anneme ve babama hediyem olarak göndermelerini istedim...

Maddî imkânları böylesine kıt bir kimseden, büyük masraflar gerektiren araştırmalar yapmasını beklemek insafa sığmaz. Kaldı ki, o tarihlerde yukarıda belirttiğim gibi, birikimim de yeterli değildi...

Lütfen tenkit ederken insafı ve adaleti elden bırakmayalım, insanlardan, güçlerini ve kapasitelerini aşan hizmetler beklemeyelim.

“Samimi olduğuna inanmak istiyorum...” cümlesi pek mürüvvetli bir ifade değil...

Murat Malay Beyi geçelim, Sabataycılık konusunda öteden beri muhatap olduğum başka tenkit ve isteklere gelelim.

1. “Vır vır edip durma, ülkemizin belli başlı bin kadar Sabataycısının listesini yayınla...” Ne ucuz bir tenkit ve istek. Bendeniz kendi halinde yaşayan bir vatandaşım, önemli, güçlü, kodaman, dişli bin Sabataycıyı teşhir edebilir miyim? Bu teklif, “Al eline bir çomağı eşek arısı kovanının içerisinin içine sok” demek gibidir. Böyle bir hizmet milyarlarca dolarlık mali güce sahip olan, ellerinde muazzam basın, yayın, tesis ve imkânları bulunan, zırhlı arabalarla gezen, bir düzine goril tarafından korunup gözetilen “muhteremlerin” vazifesidir. Lütfen yapsınlar...

2. “Filan, falan tarifli şahsiyetler Sabataycı mıdır? Acele sütununuzda yazınız veya telefonla bildiriniz...” Bu da bir teklif-i mâlâyutaktır. Yani olmayacak bir tekliftir. Bazı gerçekleri söylemek ve yazmak kolaydır ama onların faturasını ödemek, neticelerine katlanmak zordur. Böyle şeyler yüz binlerce müridin, bağlının, taraftarın desteğine sahip, zengin ve güçlü Müslüman cemaatler, tarikatlar, hizipler ve fırkalar tarafından yapılabilir. Bizden istenmesi abestir.

1959’da Erzurum’da yedek subaylık yapıyordum. çirkef basında Bediüzzaman Said Nursi merhum aleyhinde bir yığın yalan, dolan, iftira yayınlanıyordu. Müslümanlar bunu protesto etmek için bir bildiri hazırlamışlar, imza topluyorlardı. O zamanlar orada Beşir isminde olumsuz bir emniyet müdürü vardı. İmza toplayan Müslümanları çağırıp sorgulamış. Baştan beş on kişi ‘Evet, demokrasi var, böyle bir bildiriyi hazırladık, imzalatıyoruz’ demişler. Bir kısım imza koyanlar ise, ‘Bizim Bediüzzamanla, Nurculukla alakamız yoktur, ekmek ucuzlasın diye imza toplanıyor sanmıştık’ diyerek kıvırtmışlar.

Derine inmiyormuşum... Bendeniz tarihçi değilim, Sabataycılık konusunda uzman değilim, İbranice bilmem, Sabataycılık konusunda vazifem şunlardır:

* Konuyu gündeme getirmek.

* Mümkün olduğu kadar fazla sayıda vatandaşa Sabatay Sevi’yi, Sabataycılığı, yakın tarihimizde oynadıkları rolü, güçlerini öğretmek, hatırlatmak...

* Maddi ve mali gücü olan Müslüman cemaatlerin, fırkaların, tarikatların bu konuda ilmî, tarihî, araştırmalar yaptırtmalarını sağlamak.


Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi