Bu; operasyon değil, Türkiye’ye karşı topyekûn savaş!
Ben, son operasyonda kimin ne ile “suçlandığı”, kimin ne sebeple “tutuklandığı” ya da kimlerin “serbest bırakıldığı” ile ilgilenmiyorum... Bildiğim ve inandığım şu ki, bu; “Hükümet’e yönelik bir operasyon”dur... Tabiî, Hükümet’in şahsında “Türkiye’ye diz çöktürmeyi” amaçlayan bir “kalkışma”dır... “Tayyip Erdoğan’sız bir AK Parti” ile “Türkiye ele geçirilecek” ve böylece bölgede Amerika’sından İngiltere’sine, Avrupa’sından İsrail’ine kadar bütün ülkeler, rahatlıkla at koşturacaklardır.
Sonradan söyleyeceğimi en başta söyleyeyim:
“Türkiye; tıpkı 28 Şubat’ta olduğu gibi, topyekûn bir savaşla karşı karşıyadır!”
Kim, bu operasyonun, “yolsuzluk ve rüşveti ortaya çıkarmak” için yapıldığını düşünüyor ve buna inanıyorsa, “boşuna nefes tüketiyor” demektir.
“Yalan söylüyor” demektir.
Operasyon “çok yönlü”dür.
O MEKTUBU KİM YAZDI?
Meselâ, Hakan Şükür’ün AK Parti’den istifası ve “olması muhtemel diğer istifalar” da, “operasyon içinde operasyon” işaretleridir...
Öyle bir operasyon ki;
Bir gazeteye “başyazı” veya “köşe yazısı” olabilecek derinlikte olan “istifa mektubu”nun Hakan Şükür’ün elinden çıkma değil, “Bir gazetenin Ankara Bürosu’nda ve aynı gazetenin Ankara Temsilcisi tarafından kaleme alındığını” çok iyi biliyoruz.
Bildiğimiz bir şey daha var:
“İstifa mektubu”nun kaleme alındığı gazetenin “televizyon kanalı”nda, son günlerde “yepyeni bir program” sokuluverdi devreye!..
Bu programda;
“Körler ve sağırlar birbirini ağırlar” modunda sohbetler yapılıyor... Diğer kanallardaki programlarda, “hiç olmazsa bir muhalif ses” konuk edilirken, bu kanalda muhalif tek bir konuk yok...
Kendileri çalıyorlar,
Kendileri oynuyorlar!..
15 SAATE, 15 SANİYE!
“Muhalif ses” dedim de, “Fethullah Gülen Grubu”na ait kanallardan biri, Başbakan’a karşı tam bir “yok sayma” taktiği uygulayıp, diğer televizyon kanallarının aksine; “Erdoğan’ın miting konuşmaları”nı görmezden gelirken, ekranda “hayvanlar resmi geçidi” yaptırıyordu... Moda tabiriyle, “Penguen Belgeseli” yayınlıyordu...
Aynı kanal;
Tıpkı “dershaneler” konusunda olduğu gibi, “Hükümet’e yönelik operasyon”da da, neredeyse “günün 24 saati” yayın yapıyor, “CHP’lilerin Hükümet aleyhtarı konuşmaları”nı, adeta “orgazm hazzı” içinde peşpeşe yayınlıyor ama Hükümet veya AK Parti Sözcüsü tarafından yapılan açıklamaları “birkaç saniye” ile geçiştiriyor.
Meselâ, Hükümet adına açıklama yapan Bülent Arınç diyor ki;
“Bazılarının bu kadar alçalabileceğini gerçekten düşünmemiştik. Saflığımıza verin. Bu işi yapanları en kısa zamanda bulacağız. Bunları ortaya çıkarmak boynumuzun borcudur.
Kötü şeyler duyduk, bunların planlayıcılarını az çok biliyoruz, ama bunu zamanı geldiğinde açıklayacağız.”
Ama bu sözler, “Gülen grubu kanal-ları”nda yer almıyor... Ankara’daki muhabiriyle güya “canlı yayın” yapıyor ve soruyor ona; “Falanca Bey, Sayın Bülent Arınç ne dedi?”
“Falanca Bey” de; “sadece 15 saniyede” anlatıyor o önemli açıklamaları!..
Ama, Bülent Arınç’tan “görüntü” yok!..
“Ses” yok!
Bir “fotoğraf” bile yok!..
Sadece “Falanca Bey”in aktardığı bir-iki cümle...
Onun da, “olayın özü” ile ilgisi yok!..
Düşünebiliyor musunuz;
“15 saat boyunca Hükümet’e çakıyorlar” ama “Hükümet Sözcüsü”ne ayırdıkları süre, “sadece 15 saniye!”
O da, “Falanca Bey”in dedikleri!.
Baktım da;
“Hükümet’e muhalefet” konusunda Halk TV’den veya Ulusal Kanal’dan daha ceberrut bir yayın yapıyorlar... Haklarını yemeyelim; Amerikan kanalı Fox TV de, onlardan geri kalmaz!..
TAŞGETİREN-ILICAK!
Sahi, Ahmet Taşgetiren ve Nazlı Ilıcak’ı unuttuk... Bugün’de yazan Ahmet Taşgetiren, önceki gün bir “veda yazısı” yazıp, dedi ki;
“Türkiye hangi boyutta ve nereye uzanırsa uzansın yolsuzluklarla mücadele etmeli.
Ama ben son operasyonu sadece bir yolsuzluk operasyonu olarak görmedim. Bu, başka bir savaşın uzantısı bana göre. Ve ben o noktada gazetemin genel yayın çizgisi ile çok farklı duruyorum.”
Evet, bunu dedi ve ayrıldı... “Nerede yazacağına” elbette kendisi karar verecek... Meselâ Yenişafak’ta yazabilir, Star veya Akşam da kendisine kucak açabilir.
Peki, ya Nazlı Ilıcak?.. O “nereye” gidecek?.. Sabah, onunla yollarını ayırdı... Nazlı Ilıcak için de “alternatif” çok... Meselâ, Taşgetiren’in yerine Bugün’de yazabilir... Zaman’da da yazabilir... Daha da olmadı, Taraf ve Sözcü de kucak açabilir kendisine... Çünkü onlar da; kendi kitabındaki ismiyle, “The Cemaat”in yan kolları!.. Artık hep birlikte “yolsuzluk” derler, “rüşvet” derler ve “Hükümet’e operasyon”u bir güzel perdelerler!..
PENGUENLER TATİLDE!
Haa, CNN Türk’ün de hakkını yemeyelim... İçeriye bir “Sızıntı” olmuş olmalı ki, CNN Türk, galiba “Penguen”leri tatile göndermiş... Belki de, Penguen’ler, “Sızıntı”dan ürküp, kaçmıştır!..
Efendim;
Şubat 1979’dan beri yayınlanan ve Fethullah Gülen Cemaati’nin en köklü yayın organı olan Sızıntı dergisinin reklamları, bir süredir CNN Türk ekranlarında yayınlanıyor... Derginin Abone Kampanyası bağlamında hazırlanan reklam filmleri, gün boyu CNN Türk ekranlarında yer alıyor.
Yine malûm ki;
Taksim Gezi Parkı’nda ağaçların kesilmesini protesto ile başlayıp kısa sürede bütün Türkiye’ye yayılan “provokasyonlar” sırasında CNN Türk, Taksim’de yaşananları göstermemek için “penguen belgeseli” yayınlamış, olan-biteni öğrenemeyen tv izleyicileri buna büyük tepki göstermişti... Türk medyasına “Penguen Medyası” unvanını kazandıran belgesel, sosyal medyada eğlence konusu olmuştu.
Ancak; CNN Türk, “17 Aralık operas-yonu”nda Penguenleri tatile gönderdi ve ateşli bir haberciliğe başladı.
İzleyenlerin de anlam vermekte güçlük çektiği habercilik tavrındaki bu değişim, akıllarda soru işaretleri doğururken bu tavır değişikliğinin, CNN Türk ekranlarında dönmeye başlayan “Sızıntı reklâmı” ile ilgisi olup-olmadığı merak ediliyor...
HALKBANK NİYE HEDEFTE?
“Medya dünyası”nı burada bırakıp, biraz da “siyaset dünyası”na bir bakalım...
Malûmlarınız olduğu veçhile, CHP Genel Müdürü Bay Kemal Kılıçdaroğlu, geçtiğimiz Perşembe günü “ABD Büyükelçiliği’ne çağrıldı” ve burada Büyükelçi Francis Ricciardone ile yemek yedi...
Bu görüşme,
Son 3 ayda yapılan 2. görüşme... Bir de “Amerika ziyareti”ni sayarsanız, “Sosyalist Enternasyonel” üyesi CHP’nin, “Emperyalist ve Kapitalist Amerika”ya duyduğu bu “yakınlık ve sempati”nin sebebini merak ediyor insan!..
“Dershane” tartışmaları sırasında Amerika’ya git, “Operasyon” esnasında Büyükelçi’yi ziyaret et!..
Hayırdır inşallah!..
Yoksa, Bay Kılıçdaroğlu;
CHP’yi Mustafa Sarıgül’e bırakıp, “Cumhurbaşkanlığı”na mı oynayacak?..
İkili, son görüşme esnasında “operas-yon”ları da konuşmuş... Büyükelçi, CHP Genel Müdürü’ne ne dedi acaba?..
Meselâ;
“Halkbank’a, Irak ve İran ile ilişkisini kesmesini söyledik ama dinletemedik... Şimdi, bir imparatorun çöküşünü izleyeceksiniz” dedi mi acaba?..
“İmparator” dediği;
Tayyip Erdoğan’dan başkası değil...
ABD Büyükelçisi, “İmparator’un çöküşü”(!)nden söz ederken; Bay Kılıçdaroğlu nasıl sevindi acaba?.. Ellerini mi ovuşturdu, ağzının suyu mu aktı?..
Ama, boşuna sevinmesin; sonunda “avucunu yalamak” zorunda kalabilir!..
BİR AMERİKALI DAHA!
Ne ilginç değil mi;
Ricciardone’nin, özellikle “kapalı kapılar ardındaki toplantılar”da Halkbank’tan şikâyet etmesi, bir “salgın” haline dönüşmüş olmalı ki, aynı konu “bir başka Amerikalı”nın daha gündemindeydi.
Medyaya yansıyan haberlere göre; “Halkbank’ın İran’la altın ticareti”ndeki rolünü de kapsayan operasyonlar gündemi sarsarken, Türkiye; geçtiğimiz günlerde ABD’den gelen çok önemli bir ziyaretçiyi ağırladı.
ABD Hazine Bakanlığı Müsteşarı David Cohen, İstanbul’da banka müdürleri ile buluşmuş ve onlara; nükleer çalışmaları sebebiyle İran’a uygulanan ambargonun sürdüğünü ve nasıl işletilmesi gerektiğini anlatmış...
Cohen, özetle demiş ki;
“Para trafiğini gevşetmeyin, yaptırımlar bitmedi.”
Banka müdürlerine; “İran’a uygulanan ambargo”ya ilişkin bilgi veren Cohen, ambargoyla yasaklanan para ve altın trafiğinin engellenmesi konusunda ne tip teknik tedbirler alınması gerektiğiyle ilgili teknik bilgiler de sunmuş!..
Malûm;
İran’ın Türkiye ile altın üzerinden yaptığı ticaret, bir süredir ABD’de de konuşuluyordu. ABD, operasyonla gündeme gelen Halkbank’ın İran’la yürüttüğü rutin ilişkilerinden uzun süredir rahatsızdı.
ABD Kongresi’nden, Yahudi kökenli 47 parlamenter, bir süre önce Amerikan Dışişleri ve Hazine bakanlıklarına yazdıkları mektuplarla; İran devletinin Halkbank üzerinden yaptığı altın ticaretine karşı tedbir alınmasını ve yaptırım uygulanmasını istemişti...
OPERASYONUN İÇİNDELER Mİ?
Durum böyleyken;
Zaman gazetesi yazarı Turhan Bozkurt’un; “Operasyon Halkbank’a değil ki, buradaki rüşvet çarkına” diye yazması ve Bugün/Kanaltürk’ten Tarık Toros’un; “İzler İsrail’i gösteriyor” diyen Akit’in manşetinden rahatsızlık duyduğunu söylemesi, insanda merak uyandırıyor;
“Arkadaş!..
Operasyonun düğmesine basan sizler misiniz ki, operasyonun kime yapıldığını biliyorsunuz...
Operasyonun İsrail’e uzanmadığını veya emrin Amerika’dan verilmediğini nereden biliyorsunuz?..
Yoksa, siz, operasyonun tam göbeğinde misiniz?!?”
Görüyorsunuz ya;
“Operasyon” deyince, içine kimler giriyor?.. ABD giriyor, İngiltere giriyor, İsrail giriyor, Avrupa ülkeleri giriyor... CHP giriyor, “Gülen Grubu medyası” giriyor...
“Devlet içinde devlet” giriyor, “Alternatif yapılanma” giriyor.
Sonra da diyorlar ki;
“Bu, bir yolsuzluk ve rüşvet operasyonudur!”
Biz de yedik!..
İstiyorlar ki; “Küresel saldırı ve onların yerli işbirlikçileri”ni görmeyelim!..
Bunu görmemek için;
Kör olmak lâzım, kör!..
Ortada bir “savaş” var!..
“Türkiye’ye karşı Topyekûn savaş!”
******************************************************************
Gülay Göktürk “tasfiye” isterken, tasfiye edilebilir!
Gülay Göktürk demiş ki; Bu oluşumun varlığını sadece siyasi iktidar için tehdit olarak görmek de yanlıştır. Böyle bir tablo sadece hükümet ya da muhalefet partileri ya da Meclis’te değil, bütün toplumda ürküntü ve korku yaratır. Bu yapı tasfiye edilmeden hiç kimse kendini güvende hissedemez.
Oylarımızla getirdiğimiz iktidarın ne zaman nasıl bir operasyonla götürüleceğini bilememek, böyle bir ülkede yaşamak, istikrarı da güvenlik duygusunu da yok eder. (...)
Yarın öbür gün bu gücün hangi amaçla kullanılacağını, neler yapacağını bilemeyiz. Hangi araçlar kullanılarak hükümet politikaları üzerinde baskı oluşturulacağından; bakanların ya da milletvekillerinin iradelerinin hangi araçlar kullanılarak teslim alınacağından emin olamayız.”
Özetle diyor ki; “Hükümet’in, bu yapıyı tasfiye etmek gibi acil bir görevi vardır!”
Korkarım ki; “tasfiye” isterken yazdığı gazete Gülay Göktürk’ün kendisini tasfiye eder!.. Ahmet Taşgetiren’i tasfiye ettiği gibi!..