Mehmed Âkif’in Cenazesinde Cumhuriyetin Şefleri Yoktu
Âkif’in cenazesinde Altı Ok Cumhuriyetinin kara yüzlü bânileri ve İstiklâl Savaşında ona irşad vazifesi verip sonra aldatan Kemalistler yoktu. Ne gam! Tabutuna ay yıldızlı bayrağı sardırmayan Atatürkçü resmî zevatın kara vicdanlarına karşı, “Hakk’a tapan millet” mensupları ve “Asım’ın Nesli” vardı.
Midhat Cemal Kuntay, Beyazıt Meydanı’ndaki hüzünlü cenazeyi şöyle anlatıyor: “Cenaze Beyazıd’dan kalkacak. Oraya gittim. Kimseler yok. (…) Çok sonra birkaç kişi göründü biraz sonra çıplak bir tabut geldi. Bir fıkara cenazesi olmalı dedim. O anda Emin Efendi Lokantasının sahibi elinde bir bayrakla cenazeye koştu. Sebebini anlamadım. Yine o anda yüzlerce genç peyda oldu. Üniversitenin büyük sancağına çıplak tabutu sardılar. Ellerimi yüzüme kapadım. Cenazeyi tanışmıştım.” (M. Âkif, Hayatı, Seciyesi Sanatı)
ÂKİF’İN TABUTU KÜLLÜK’ÜN ÖNÜNE GETİRİLİR
Âkif hayranlığı genç bir hoca iken başlayan Prof. Ali Nihat Tarlan, cenazeyi anlatırken yüreğini hüzün kapladığı belliydi: “Divanyolu'nda kahvede oturuyordum. Birkaç tıbbiyeli arkadaş koşarak geldiler. 'Hocam' dediler, ‘Âkif’in cenazesini Küllük'e getirmişler, bir araba içinde bırakmışlar, ne yapalım?’ ‘Beyazıt Câmii'nden cenaze örtüsü, üniversiteden de bir bayrak alınız, hizmetinde bulunalım’ dedim. Koşup gittiler. Bir saat geçti ya da geçmedi, cenaze teçhiz edilip omuzlara alınmıştı. Nasıl oldu bilmiyorum ama, meydan dolmuştu. Hatta cenaze, Fatih Bulvarı'nda iken daha Beyazıt Meydanı'ndan hareket bile edilmemişti. Kar, kış kıyamette, hocaları tarafından yol kenarında dizilen küçük yavrular, ilkokul öğrencileri, göz yaşartacak bir manzara teşkil ediyordu. Üniversite talebeleri cenazenin arkasında idi. Kiminin üzerinde bir pardösü bile yoktu.”
Onun en yakın dostu Eşref Edip’in anlattıkları, Âkif’e “mürteci” diyen (Ne mutlu Âkif gibi mürteci olmak) Atatürkçü rejimin zihniyetini daha iyi idrak etmemize vesile oluyor: “Çıplak, örtüsüz, yalnız tahtadan ibaret bir tabut. Talebeler hüngür hüngür ağlamaya başladılar. Çıplak bir tahta ile tabut, musalla taşında al sancaklarla, kâbe örtüleriyle donatıldı. Âkif, İstiklâl Marşı ile götürüldü…” (İsmail Hakkı Şengüler, Mehmet Âkif Külliyatı)
Âkif’in vefatında tıp öğrencisi olan Dr. Macit Bumin’in yazdıklarından da Cumhuriyet zevatının cenazeye ideolojik olarak katılmadığı anlaşılıyor: “Vakit erkendi. Kütüphanenin açılma saatini, tam karşısında bulunan ve Küllük denilen kahvelerin birinde oturarak bekliyorduk. Sulu kar yağıyordu. Tam bu sırada caddeden tek atlı bir araba geçiyordu. Arabacının yanında fesli bir genç oturuyordu. Yükü, örtüsüz bir tabut olan araba, cami kapısına yöneldi. Sorduk: ‘Bu tabut kime ait?’ ‘Mehmet Akif Bey’e aittir.’ (…) Bir câmi avlusu ve bir tabut. İçinde İstiklal Marşı’mızın şairi Mehmet Akif Ersoy. Devlet erkânı yok…” (Türk Edebiyatı, 1983 yılı Mart sayısı)
M. KEMAL’İN EMRİYLE "MEHMED ÂKİF’İN CENAZESİNE KATILMAYIN" TÂLİMATI
Zorba Tek Parti (CHP) iktidarının İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, İstanbul valiliğine gönderdiği tâlimatta Âkif’in cenazesine sahip çıkılmamasını ve tüm resmi zevatın cenazeden uzak durmasını istemişti. ( Prof. Dr. Osman Özsoy, 27.12.2012,Yeni Şafak)
Brüksel’de elçiyken içki sonrası bir kadına sarkıntılık ettiği için diplomat kartı yırtılan ve dayak yiyen, 1914-1922 yılları arasında Meclis-i Ayan üyeliği yapıp, İstanbul’dan dışarı çıkmayan, yani Millî Mücadele’ye katılmayan agnostik şair Abdülhak Hâmid’e Cumhuriyet’in ilânından sonra M. Kemal, emekli aylığı bağlattırıp, öldüğünde devlet töreniyle defnedilmesini sağladığı halde, Millî Mücadele’ye katılan Âkif’in cenazesine sahip çıkmadığı gibi, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’ya yayınlattırdığı resmî tâlimatla “Mehmet Akif’in cenazesinden uzak durulmasını…” emretmiştir.
“Âkif’e düşmanlık=Millete düşmanlık” diyen D. Mehmet Doğan’ın bir mülakatta, “M. Kemal Paşa, Nutuk’ta Mehmet Âkif’ten hiç söz etmiyor. Âkif’e karşı bu şahsî tutumu neden kaynaklanıyor? Bu bir resmî ‘yok sayma’ projesi gibi?” sualine verdiği cevap, Cumhuriyet despotlarının, İstiklâl Marşı’nda tecessüm eden fikirlerinden dolayı Âkif’in cenazesine katılmayı yasak ettiklerini gösteriyor:
“İyi ki bahsetmiyor! Çünkü Nutuk’da sözü edilen Millî mücadelenin bütün önemli şahsiyetleri ile ilgili olarak Kemal Paşa olumsuz ifadeler kullanmaktadır. Kendini Millî Mücadele’nin tek adamı olarak takdim eden Paşa’nın bu tek adamlığı zaafa uğratacak şahsiyetlerle işi olamaz. Elbette, bu yıllarda Mehmed Âkif’in unutturulmak istendiğinden şüphe yoktur. Nitekim vefat haberi günün gazetelerinde üç beş satırla verilmiş, İstanbul Üniversitesi rektörüne, milli şairin cenazesine katılmaması, gençlerin katılmasını da önlemesi tâlimatı gönderilmiştir. Fakat bu sefer emir demiri kesememiş, gençler ve halk Mehmed Âkif’e sahip çıkarak Cumhuriyet tarihinin ilk dönüştürücü tepkisini ortaya koymuştur.”
M. Ertuğrul Düzdağ’ın “Mehmet Akif Ersoy” kitabındaki yürek kanatıcı bir anekdot, Atatürkçü oligarşinin Âkif’in cenazesine karşı tavır aldığını belirtiyor.
Âkif’in cenaze törenine hukuk fakültesi öğrencisi iken katılan Prof. Dr. Sulhi Dönmezer’in anlattıkları, laikçi Cumhuriyet’in ne menem bir Âkif karşıtı olduğunu ortaya koyuyor:
“O zamanlar ülkemizde egemen tek partinin otoriter düzeni içinde kimse idare ile çelişkiye düşmek istemediği için basında Mehmet Âkif’in yurda dönüşü ve hastalığının seyri hakkında pek fazla haber yayınlanmazdı. Bir cenaze otomobilinin geldiğini gördük, iki kişi üzerine örtü dahi konmamış bir tabutu indirdiler. Yoksul birinin cenazesinin getirildiğini düşünerek bir kısım arkadaşlar yardıma teşebbüs ettiler. Fakat tabutun Mehmet Âkif’e ait bulunduğu anlaşılınca gençler ağlamaya başladı. (…) Merhumun bir kısım arkadaşları gelmeye başladı, ama ne vali, ne belediye reisi ve ne de tek partinin zimamdarlarından (idarecilerinden) hiç kimse ortalarda yoktu. Cenaze gençlerin sorumluluğunda kalmıştı. Saygı ve vakar içinde, hiçbir tahrike kapılmaksızın cenazeyi omuzlarında Edirnekapı Mezarlığı’nın Şehitlik karşısında bulunan kısmına taşıdılar. Dini merasim yapılmadan önce hep bir ağızdan hançerelerimizi patlatırcasına İstiklâl Marşı’nı söyledik.”
Bir başka zulüm örneği de Âkif’in mezarında konuşma yapan gençlerden Prof. Dr. Abdülkadir Karahan’ın Yüksek Öğretmen Okulu’ndan Emniyet Müdürlüğü’ne getirilerek sorgulanmasıdır. “Ne sıfatla, resmî makamların törene gerek görmediği bir şairin kabri başında konuşma yaptığı” sorulur. Cevabı şöyledir: “Ben herhangi bir şairin değil, Türk bayrağı göndere çekilirken yazdığı İstiklal Marşı ile göklere seslenen bir zâtın kabri başında milletimin duygusunu, saygısını dile getirdim.” (İlkadım Dergisi, sayı: 270, Ocak 2011)
İlkadım Dergisi’nin aynı sayısında 16 Aralık 1971 tarihli “Babıâlî’de Sabah” gazetesinde Dr. Neşet Adnan Zentürk’e ait yazıdan ibretle okunacak bir anekdot daha verilir: “Atatürk cenazeye katılmamış, katılan gençleri de kınamıştır. Cenazenin kaldırılmasına üniversite gençliğinin öncülük etmesi M. Kemal’i öfkelendirmişti. Cenazeden sonra İstanbul’a geldiği bir gün Pera Palas’ta Yüksek Ticaret Okulu’nun yıllık balosunda kendisine gösteri yapan ‘yaşa gâzi’ diye tezahürat yapan gençlere, ‘Ben size devrimlerimi emanet ettim. Siz ise benim devrimlerime karşı olan Mehmet Âkif’in cenazesini büyük törenle kaldırdınız’ diye sitemde bulunur ve ağır konuşur.”
VEFATINDAN SONRA DA KEMALİST ALEYHTARLIK SÜRÜYOR
Kemalist devlet, vefat ettiği yıllar dahil, Âkif’i İlk Meclis’ten sonra yok saymıştır. Onun dostlarını (Eşref Edip, Tahirül Mevlevi…) mahkûm ediyordu. Devrin Millî Eğitim Bakanlığı tarafından 1940 yılından sonra hazırlanan Kemalist ve oryantalist bakışa sahip İslâm Ansiklopedisi’nde, İstanbul’da bohem hayatı yaşayıp Millî Mücadele’ye katılmayan şair ve edebiyatçılara yer verilirken, Âkif’e yer verilmemiştir. Hasan Âli Yücel, onun cenazesine katılmayanlardandır. Âkif’in vefatından sonra onu “büyük bir dalâlete düşmüş” olmakla itham ediyordu.
Yazar Fatih Bayhan, bir televizyon konuşmasında (28.12. 2012 tarihli gazeteler) “Atatürk’ün, Mehmet Âkif’e vefasızlık yaptığını, cenazesinde devletin olmadığını, CHP'nin, millete onun cenazesine gitmeyi ve CHP'nin diktatör zihniyetinin Mehmet Âkif’i sevmeyi yasakladığını…” duygulu ifadelerle anlatmıştı.
Âkif, devrin Kemalist basınında “geri sutlarda pusu kurmuş, inkılâba diş bilemiş” biri olarak suçlanıyor ve “bir sıfır” olarak değerlendiriliyordu. (İstiklâl Marşı Şairimizin Son Günleri, Yrd. Doç. Dr. Fatih Bağcıoğlu)
Nisan 1936'da ölen hiçbir millî (İslâmî) edebiyat ve düşünceye imza atmamış olan Sami Paşazade Sezai'ye gösterilen ilgi Âkif'ten esirgendi. Âkif’in, lâ-dinî Kemalistlerin esirgemesine muhatap olmaması bir bahtiyarlıktır aslında. Millî Mücadele yıllarında Amerikan mandasını savuna İstanbul'dan dışarı çıkmayan yazar ve şairleri himaye eden ve devlet töreniyle defneden Kemalist devlet, “İslâm şairi” Âkif’in cenazesine katılmayı yasaklayacak kadar alçalmıştır.
Onun hüzünlü ve Müslümanca sîmasını kışlalarda ve Atatürkçü müesseselerde göremezsiniz. İslâmî bir Cumhuriyet taraftarıydı. Şahsiyetiyle “Hakka Tapan milletin” bir numunesiydi. Müslüman Türk milletinin sevdalısı, mahzun ve mütedeyyindi. D. Mehmet Doğan’ın ifadesiyle “Câmideki Şair” di, câmi cemaatindendi.
“Çok sevdiğini” söylediği Hz. Peygamberimizin (s.a.v.) vefatı yaşında, yani altmış üç yaşında Hakk’a uçtu. Hasta iken öleceğini hissetmiş olacak ki, “Çöz de artık yükümün kördüğüm olmuş bağını / Bana çok görme İlâhi bîr avuç toprağını!...” mısralarını yazmıştı. Ondan geriye hüzün, yoksulluk, bir kat esvap, bir mavzer tüfeği ve istiklâl madalyası kalmıştı.
-----------------------------------
İLÂVE YAZI
“PEYGAMBER DEVESİ” FOTOĞRAFIYLA ÖDÜL ALAN ŞAİR YASİN MORTAŞ
“Peygamber devesi” (Adını Ortadoğu’dan alan “peygamber böceği” de denilen hayvanatgillerden) fotoğrafıyla, “National Geographic Uluslararası Fotoğraf Yarışması” nın “doğa kategorisinde” Türkiye üçüncüsü olan, “ Havva Çarpıntısı”nın şairi Yasin Mortaş’ın duyarlı gözleri “peygamber devesi”nin tabiattaki varoluşunu görüyorsa, gönül gözü neleri görüyor kim bilir?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.