Deli mi, veli mi?
Askerî nitelikli macera ve operasyonun ardından Gürcü Lider Mihail Saakaşvilinin deli mi, yoksa veli mi olduğu tartışılıyor. Rivayetler muhtelif. Kimilerine göre o, Rusya karşısına yalınkılıç çıkışıyla büyük bir kahraman, hatta Calut karşısında yeni bir Davudu temsil ediyor. özellikle de Kilise ile ilişkileri ve zealot bir Hıristiyan yapıda olması Batı nazarında onu siyasî azizlik mertebesine yükseltiyor. Dolayısıyla Davud mu, deli mi ya da deli mi veli mi şıkları üzerindeki tartışmalar dur durak bilmiyor. Hakkında başka tasnifler de var. Meselâ birisini de aynı lâkabı paylaştığı Medvedev dile getirdi. Medvedevin Saakaşvili ile paylaştığı lâkap ise ayı lâkabı.
Sarkozy ile basın toplantısı sırasında Medvedev, onu çılgın, üşütük ve yalancı olarak nitelendirdi. Aslında iki tarafın da savaş zenginleri deyiminin çağrıştırdığı gibi sık sık yalana başvurdukları ve dolayısıyla savaş yalancısı oldukları bir sır değil. Yalancılık iki tarafın da (merd-i kıptilik bir tanımla) ortak meziyeti. çılgınlığa ve deliliğe gelince herhalde Saakaşvili de bundan biraz var. Nedenine gelince, Gürcü tarafı benim de dilinden anlamasam da zaman zaman uydu kanalları arasında zapping yaparken rastladığım Gürcü Televizyonu Rustavi 2de savaş sırasında Spartalı filmini göstermiş. Aslında bu, Persepolis filmi gibi siyasî hatta ideolojik bir film. Yunanlıların Perslere galebesini hikâye eden destansı bir filmi. Bugünkü Yunanı Batı temsil ettiğine veya ona uyarlanacağına göre Persepolisi de dinci İran rejimi temsil etmeli. Bu temayı Kafkaslara uyarlayacak olursak o takdirde Kafkaslarda kadim Yunanı Gürcistan temsil ediyor. Zaten Gürcü lider The Wall Street Journalda The War in Georgia Is a War for the West başlıklı makalesinde açıkça bunu savunuyor. Bu Kafdağının nevzuhur kahramanı Batı için Spartalı gibi serdengeçti bir vaziyette ve cansiperane bir şekilde çarpıştığını yazıyor. Besbelli ki Rusyaya karşı mücadelesine destansı bir boyut katmak istiyor. Kahraman mı, şarlatan mı, yoksa manyak mı tartışmaları süredursun Gorbaçov aslında Gürcistana yönelik Rus askerî müdahalesini, toprak genişletme olarak değil de meşrû Rus çıkarlarını yerinde savunma olarak takdim ediyor. Demek ki eski Rus liderine göre Rusya çıkarlarını tankla topla savunacak! Bu da Nobelli Gorbaçov!
***
Bakü-Tiflis-Ankara hattından dolayı aslında Gürcistanın geleceği, Türkiyeyi Batıdan daha fazla ilgilendiriyor. Zira Türkiye, doğrudan ateş hattında bulunuyor. Abhazya ve Güney Osetya Türkiye için Kosovadan daha az değerli değildir. Dünya gazetesinden Ada G. Kut Doğu-Batı dengeleri değişiyor başlıklı yazısında ilginç bir analiz yapıyor ve Gürcistanın, Baltık ülkeleri ve hatta Kosova kadar şanslı olduğunu söylemek mümkün değil, çünkü Avrupa Birliğinin eli Gürcistana kadar uzanmıyor... diye yazıyor. Bu gerçekten de önemli bir tesbit. Bu durumda Kafkaslarda büyük bir boşluk var demektir. Bu boşluk dengelenmezse Rusya tarafından doldurulacağı ve yeniden Rus yayılmacılığına hizmet edeceği aşikâr.
Batı ile Rusya çekişmesinde Batının bu bölgeye eli uzanmıyor veya zayıf düşüyorsa bu takdirde Batının boşluğunu kim ve nasıl dolduracak? Balkanlar Batının Kafkaslar ise Rusların payına mı düşecek? Halbuki bu bölgeler mütedahil ve iç içe bölgelerdir ve Türkiyenin güvenliğiyle yakından alâkalıdır. Şevardnadzenin dediği gibi burası Rusyanın güneyinden çok Türkiyenin kuzey uzantısıdır. Bugün bile Ruslar 150 milyonluk nüfuslarıyla dünyanın en büyük bölgesini kontrol altında tutuyorlar. Bangladeş kadar bir nüfus dünyanın en büyük toprağını kontrol ediyor. ABDnin siyasî kontrolüyle Rusyanın fiilî kontrolü birbirine benziyor. İkisi de hakkından fazlasını kontrol ediyor. Kontrol ettiği bölgeler Rusya için fazla ve bir anlamda lükstür. Ve Sovyetlerden kalma alışkanlığıyla yeniden toprak ya da nüfuz genişletmesi kimsenin çıkarına ve yararına değildir. Eldeki topraklar Rusyaya bol bile gelir. Rusya karşısında Batı yoksa veya kırılgan bir konumu varsa ve çekilme durumunda ise bu durumda ister istemez görev Türkiyeye ve Türkiyenin temsil ettiği tarihî değerlere düşmektedir.
***
Buraları uzun dönem Balkanlar gibi İslâm dünyasının ve bahusus Osmanlının bir parçası ve uç beyliği olmuştur. Bu hususta görev yine Türkiyeye ve İslâm dünyasına düşmektedir. Bu bağlamda, Başbakanın Kafkas Paktı teklifi belki doğru olmakla birlikte zamansız olmuştur. Saakaşvilinin zamansız bir şekilde Güney Osetyaya girmesi gibi. Daha önce de Demirel 2000 yılında Kafkas İşbirliği Projesi teklif etmişti.
AB, kırılgan ve yumuşak güçtür. Balkanları ve Doğu Avrupayı henüz hazmedememiştir. Buna mukabil, Batılıların boş bıraktıkları ve hazmedemediklere alanlara Rusya yeniden uzanma eğilimindedir. Bunun önüne geçmek Batının değil, İslâm dünyasının görevidir. Bunun için de Türkiye sistem ve rejim sorunlarını aşmalı ve neo-ittihatçılık yerine İttihat-ı İslâm düzenine yaslanarak ve dayanarak tehlikeli boşluğu doldurmaya çalışmalıdır. Kafkaslarda zaman safları sıklaştırma zamanıdır. Bunun için de Türkiyenin stratejik derinliğe ihtiyacı vardır. Bastığı zemin sağlam olmalıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.