“Henüz hedefimize ulaşmadık”
Yavuz Sultan Selim, Çaldıran yolunda… Çaldıran yolu meşakkatli bir yoldur. Üstelik Şah İsmail, çocukluğundan gelen “kaçma” güdüsüyle (babası öldürüldükten sonra, bir süre zindanda kalmış, kaçtıktan sonra da yıllarca saklanmıştı) sürekli çekiliyor, çekilirken de ekinleri ateşe veriyor, evleri yakıyor, su kuyularını zehirliyor. Bu durumda Osmanlı Ordusu bozkırda aç-susuz yol almak durumunda kalıyor.
Yavuz’a düşman siyasetçilerle askerler bunu bahane edip durmadan söylenti üretiyorlar…
Kimi zaman, “Şah orduları bizi arkadan çevirdi, tuzağa düştük” diyorlar, kimi zaman “Selim Han’ın çevresi hazineyi soydu” dedikodusu çıkarıyorlar, büyük bir savaşın eşiğinde bulunan ordunun moralini bozuyorlar.
Öte yandan pek tabii Şah İsmail’in casusları da boş durmuyor: İddiaları güçlendirici sözler söyleyip ateşi körüklüyorlar.
Sonunda bazı yeniçeri bölükleri ayaklanıp Yavuz’un çadırına ok ve kurşun yağdırmaya başlıyorlar.
Yavuz müthiş bir çıkış yapıyor: Kimsenin itirazına aldırmadan atına atladığı gibi, gözü dönmüş isyancıların arasına sürüyor:
“Biz henüz hedefimize ulaşmadık” diye bağırıyor isyancı yeniçerilere, “düşmanla henüz karşılaşmadık, hesaplaşmadık; bu durumda geriye dönmek ihtimalimiz yoktur, hattâ bunu düşünmek bile hayaldir. Teessüf olunur ki, Şah’ın maiyeti kendi efendileri yoluna can verdikleri halde, biz şerîat-ı Ahmediyye’ye muhalif hareket edenleri yola getirmek için buralara kadar gelmişken, bir takım gayretsizler, bizi yolumuzdan geri çevirmek isterler…
“Biz, katiyen yolumuzdan dönmeyeceğiz! Ülülemre itaat edenlerle, kastettiğimiz yere kadar gideceğiz. Kalpleri zayıf olanlar, ehlü iyâllerini düşünenler ve yol zahmetini bahane edenler, kendileri bilirler. Dönerlerse dîn-i mübîn yolundan dönerler.
“Eğer bahane, ‘düşman gelmedi’ ise, düşman daha ileridedir. Er iseniz benimle beraber gelin ve illâ ben tek başıma da giderim!”
Cesarete âşık olan yeniçeriler bu cesaret gösterisinden sonra, Padişah’ı takip etmeye başlıyorlar. Böylece Yavuz Padişah, Çaldıran Zaferi’ni (23 Ağustos 1514) kazanıyor.
Yavuz’un amacı, kendi sözlerinde şöyle ifadesini buluyor:
“Ben bu saltanatı, ümmete hizmet içün pederumun elinden aldum ve ıslâh-ı âlem (insanların ıslahı ile mutluluğu) uğruna birader ve biraderzadelerimi (kardeşlerimi ve çocuklarını) feda eyledum...
“Ben uykularımı, rahat ve huzurumu terk ile din-i mübînin te’yidine uğraşıyorum. Eğer İslâmı ihyâ etmek (geliştirmek, hayata geçirmek, yaşamak ve yaşatmak), maksudunuz (isteğiniz, niyetiniz) değilse, benum de nefs-ül emirde saltanata kat’a hevesum yoktur.” (eğer bu yoldan hedefe gidemeyeceksem, sizin de böyle bir amacınız bulunmuyorsa, padişahlıkta gözüm yoktur)…
Son hâdiseler karşısında Başbakan ne düşünür diye merak edip empati yaptım. Herhalde aklından şöyle bir şeyler geçiyordur:
“Ben, IMF borçları batağına düşmüş, yüksek faiz altında bunalmış, yüksek enflasyon baskısıyla tükenmiş, bankaları çökmüş, dinamikleri çözülmüş, üretkenliği kalmamış, itibarını yitirmiş, cunta ve darbe kıskacına düşmüş, askeri vesayet altına girmiş, neredeyse uçurumun kenarına gelmiş bir ülke devraldım. Dinamiklerini yeniden oluşturdum, banka sistemini güçlendirdim, cuntacılardan hesap sorulmasını sağladım, ülkemi askeri vesayetten kurtardım, dünyadaki krize rağmen ekonomi önemli bir noktaya geldi, Türkiye itibar kazandı; bunları sağlamak için gecemi gündüzüme kattım, rahatımı, huzurumu feda ettim. Bunlar kimi zaman iki ağacı, kimi zaman yolsuzlukları bahane ederek ülkemi karıştırıyorlar.”
“Tarih tekerrürdür” demeleri boşuna değil.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.