Dile dönmek, dili dönmemek!
“Dil”i, türkçeyi konuşmanın sırası mı? İçeride ve dışada zihnimizi allak bullak eden, aklımızı sıçratan, gönlümüzü bulandıran bunca hâdise cereyan ederken...
Ya bütün olup bitenlerin arkaplanında dille ilgili meseleler varsa? 20. Yüzyılda yaşadığımız büyük afazi/dil kaybı hafızamızı ne ölçüde tahrib etti? Ya dedelerimizin anlaşma dili o büyük müdahaleden, darbeden sonra bizim çatışma dilimiz haline geldi ise?
Bazan farklı kelimeleri, bazan de aynı kelimeleri kullanarak yol açtığımız çatışmanın zemininde bu ağır zihnî hasarın payı yok mu yani?
Yeni Türkiye dergisinin 2013’ün sonunda yayınlanan “Türkçe özel sayısı”nı bu bakış açısıylı gözden geçirmeye başladım. Yeni Türkiye, 28 Şubat döneminin vazgeçilmez dergilerindendi. Hacmı gittikçe genişleyen derginin, mesela 12 ciltlik özel sayısı, Osmanlı devletinin 700. Kuruluş yıldönümü kutlamalarının en kalıcı mahsulü olmuştu. Sonra Türkler sayısı... Kütüphane dolusu bir dergi!
Türkçe özel sayısının kapağındaki bir alamet/logo, gelecekte Eskişehir’in Türk Dünyası Kültür başkenti olduğu 2013’ü hatırlatacak nadir izlerden biri olmalı. 2013 geçti ama, Eskişehir değil Türk Dünyası Kültür Başkenti, Türkiye’nin kültür taşrası olarak bile kendini gösteremedi!
1560 sayfalık bir dergiden söz ediyoruz. Böyle bir derginin muhteva bakımından seviyesini ayarlamak elbette çok güç. Hele de işin içinde teşrifat varsa. Devletluların, siyasilerin mevzuya müdahil olmaları göze hoş görünmekle beraber, özde bir değer taşımıyor. Hacım genişliği, her zaman muhteva zenginliği anlamına gelmiyor. İçindekilere bakınca, “meğer ne kadar çok dil uzmanımız varmış ve kimler dil uzmanı imiş!” demekten kendinizi alamıyorsunuz!
“Türkçe özel sayısı”nı, esas olarak yerleşik ideolojik muhtevayı sürdürücü bir yayın olup olmadığı yönünden incelemenin doğru olduğu kanaatindeyim. Peşinen söyleyeceğim şu: Bizi lütfen mazur görsün, bu konuda muhterem Hasan Celal Güzel’in durduğu yer, burası olmamalı!
Açık konuşalım: 20. Yüzyılda türkçeye yapılan muamele hiç bir dile yapılmadı!
20. yüzyılda hiç bir köklü millet, topluluk alfabesini değiştirmedi. Hiç bir medeniyet dili “devrim”e maruz bırakılmadı. Bu birikimi hiçe saymaktır, düşünceyi devreden çıkarmaktır, aklı mantığı iptal etmektir. Kendini, özünü reddetmektir.
“Dil devrimi” (inkılâbı) kavramının hiç bir dilde karşılığı yok. Bu yüzden Türkiye’deki müdahale batı dillerine “reform” olarak tercüme ediliyor! Dil ıslah edilebilir mi? Elbette bunun örnekleri var. 19. Yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başında türkçe böyle bir ıslah/reform ameliyesinden geçdi. Dil, yeni haberleşme araçları ile ilim ve fen gerekleri karşısında ciddi bir dönüşüm geçirdi. Bir taraftan basının günlük dili, edebiyatın değişen muhtevası ve diğer taraftan batıdan aktarılan ilimlerin terminolojisi kelime kadrosunun genişlemesine ve ifade tarzının yenilenmesine yol açtı. Türkçe 20. yüzyılın başında zirveye ulaştı.
Batı ilimlerinin öncelikle tıp ve teknik alanlarda kabul edildiğini biliyoruz. Türkiye’de batılı anlamda tıp tahsili fransızca olarak başladı, bu öğretimi yabancı dille başlatanlar kısa süre sonra türkçe olarak sürdürülmesi gerektiğinin farkındaydı. Bu yapıldı. Zengin bir türkçe tıp terimleri sözlüğü ortaya çıktı. Sadece İstanbul’da değil, Şam’da da bu terimlerle öğretim yapan tıbbiyeler açıldı.
Dil devrimi ile türkçe tıb terk edildi, latinceye geçildi. Medeniyet dili anlayışı terk edilip, etnik dile yönelince, batının terminolojisi batılılaşma ideolojisi gereği devreye girdi. Bugün bazı hastahanelerde, dahiliye, hariciye, cildiye, nisaiye, asabiye, bevliye... bölümleri görürsünüz. Yeni açılmış hastahanelerde ise, neredeyse iç hastalıkları dışında türkçe adandırma kalmamıştır. Dermatoloji, jinokoloji, üroloji, nöroloji...vs. vs.
Bugün sosyal ilimler, hatta dini ilimleri dahil, latince terminolojinin ne kadar yaygınlaştığını görmemek mümkün mü?
Akademik berzahlardan geçen dil uleması, harf inkılabını ve dil devrimini nasıl hazmedebiliyor? Bu bir zamanlar mecburi idi. Şimdi bari dürüst olunsun. Türkçeyi mihverinden çıkararak büyük bir zihin hasarına yol açan uygulamalardan hâlâ övgü ile bahsetmek, 1960’larda Osmanlı karşıtlığı saikiyle üretilen Karamanoğlu Mehmet Bey efsanesini kutsamak, türkçenin hakkını teslim etmekle bağdaştırılamaz. Önce yanlışa açıkça “yanlış” diyeceğiz, sonra telafisinin çarelerine araştıracağız. Teşhisteki hata, tedavide de yanlışa yol açar.
“Dile dönmek” iyi bir şey de, “dili dönmemek” iyi değil!
“Bu yanlıştır” demeye dilimiz dönmeli!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.