Tiyatrocuların ve yalancıların geçit töreni
Cenevre 2 adıyla anılan müzakereler beklenilenin aksine Cenevre’de değil Montrö’de başladı. Bunun nedenlerinden birisi Cenevre 2’nin birincisinin devamı niteliğini taşımamasıdır. Böyle bir algının oluşmaması için Cenevre’nin yerini Montrö almıştır. Montrö toplantılarına sabinin sesi Muallim’in tarzı damgasını vurmuştur. Suriye’nin diplomatları genelde kendi alanlarının magandasıdırlar. Amman’da Behçet Süleyman adeta Ürdün’ün Behçet Nacar’ı gibi önüne gelene gürlüyor, parçalıyor. Muallim de efendisinin soytarısı olarak Montrö’yü orta oyununa çevirdi. Hem herkesten çok konuşuyor hem de ‘Suriyeliler dakiktir’ anlamında ‘Suriye sözünün eridir’ diyor. Aynen denildiği gibidir: Hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten! Muallim denilen diplomat bozuntusu veya saray soytarısı burada kimilerine göre on minute yapmak isterken one man show yapmıştır. Yani tuluat yaptı. Beceremedi ve milleti güldüreyim derken kendisini maskara etti. Montrö Suriye resmi temsilcilerinin tiyatrosu yerine döndü. Cenevre 2 görüşmelerinde Beşşar Caferi bozacının şahidi şıracı misali Yurt Gazetesinden iktibaslar yaptı ve bununla Türkiye’nin teröre bulaştığını ispatlamaya kalkıştı. ‘Yerseniz’ veya ‘inanırsanız’ kabilinden zorlama ile kanıt yerine kendileriyle ortaklarının birlikte ürettikleri fabrikasyonları basının önüne getirdi. Heyetin içinde Esat’ın yanında yer kapmak için eski el-Cezireci Luna Eş Şibl ile dalaşa tutuşan Beşşar Caferi’nin kızı Şehrezat Caferi de hazır ve nazır bulundu.
¥••
Babası Şehrezat’a Bin Bir Gece masallarından çıkma bir isim bulmuş ama Suriye Esat’ların korku evine veya mezar evlerine dönmüş bulunuyor. Ülke romantizm değil kasvet ve vahşet kokuyor. Cenevre 2 tiyatrocularla yalancıların geçit töreni gibiydi. Sky News Arabic Kanalından bir sunucu ısrarla rejimin elinde esir vaziyetteki halkın işkenceyle nasıl öldürüldüğünü soruyor. Ülkeyi mezaristana çeviren Esatgillerin marifetini soruyor. Büseyni Şaban kameralardan kaçıyor ve sığınacak karaltı arıyor. Keza Nusre Cephesinin üzerine atılan Malula’daki Hıristiyan rahibelerle ilgili düzmece haberler hatırlatılıyor. Ondan da kaçıyor. Köşe bucak gerçeklerden kaçmaya çalışıyor ve kendisine siper olacak mekanlar arıyor. Yalana gelince Esat gibi sektirmiyor ama doğrulara gelince köşe bucak kaçıyor. Ruslar gibi veya Yurt Gazetesi gibi Ağustos 2013 tarihinde kimyasalların muhalifler tarafından kullanıldığını söylemişti. Yine kıvırtma ustası Büseyne muhalefet silaha sarılmadan silaha sarıldıklarını söylemiş ve meselenin bir mezhep kavgası suretini aldığını iddia etmişti. İyi siyasi fal bakıyor.
¥••
Montrö’de asıl mikrofonlardan kaçma ödülünü Suriye’nin yeni Goebbels’i Ümran Zubi hak etti. Hızına ulaşılamayan yalan makinası. Suriye’de bir tek İranlı savaşmıyor iddiasında ama Tahran veya diğer şehirlerdeki bazı mezarlarda Şam’da muhalifler tarafından tamuya gönderilen İranlı subayların ölüm yerleri ve tarihleri yazıyor. Yalanları savururken bu veriler aklından çıkmış olmalı. Adamın sermayesi bu. Ümran Zubi’nin ödüllük kaçışı IŞİD ile ilgili sorular karşısında oluyor. Bozguna uğruyor ve sorulardan firar ediyor. Gazeteci Rami Cerrah’ın soruları varil bombaları gibi Ümran Zubi’nin kulağında patlıyordu. Kısa kısa bakana “Bana cevap ver IŞİD ile kim savaşıyor ve varil bombalarını halkın üzerine kim boşaltıyor?” diye soruyordu. Rami Cerrah tam 16 hamle yaptı hepsi boş çıktı. O sırada köstebek olup yerin diplerine girmek isterdi.
Bu konuda daha pişkin olan Beşşar Caferi ise utanmadan sıkılmadan uluslar arası hukuka göre rejimin halkını öldürme hakkı bulunduğunu söylüyordu.
Hem yalancılıkta hem de katliamlarda ortak ve pişkin olan İranlıların da yalanda onlardan geri kalır yanları yoktu. Cevat Zarif, zarif olmayan bir biçimde Hizbullah’ın kendilerinden habersiz olarak Suriye’ye milis sevk ettiğini ileri sürdü ve gerekçesi olarak da oradaki Seyyidetü Zeyneb’i korumak olduğunu söyledi. Kerry isim vermeden Hizbullah’ın terörist bir örgüt olduğuna değindi. Suriye rejiminin de terörü mıknatıs gibi çektiğini söyledi. Suud Faysal ise asıl teröristlerin düzenli ve sistematik olarak İran’dan geldiğine temas etti.
Seyyidetü Zeyneb’in Şii makamı haline getirilmesi Nuseyri-Şii beraberliği döneminde oldu. Şam’ın bu bölgesi zamanla Beyrut’un güneyine çevrildi ve Şiileştirildi. Emevi Camii’nin arkası ve Seyyidetü Rukiyye makamı da yine benzeri bir duruma getirildi. Tarih boyunca Irak’taki kutsal eşikleri siyasi emellerine alet etmişlerdir. Şimdi de aynı gerekçeleri Suriye’de üretiyorlar. Ahmet Davudoğlu’nun dediği gibi bu iddia durumdan vazife çıkarmaktır. Seyyidetü Zeyneb ne zamandan beri Hizbullah veya Suriyeli Kazıklı Voyvoda rejimi tarafından korunmaktadır. Şiiler Sünni ülkeleri kutsal eşikler iddiasıyla işgal planları yapıyorlar. Yoksa da üretiyorlar. Fırsat bulsalar Anadolu ve Mısır’a da aynısını yapacaklar. Halbuki, Ehl-i Beyt makamlarının Şiilerle bir alakası yoktur. Onların mülkiyetinde de değildir. İkinci olarak asıl hedefte Halit Bin Velid ve Emevi Camii gibi Sünni mekanlar vardır. Gözlerini kırpmadan buraları tahrip ettikleri gibi Kuseyr’de olduğu gibi mezhep bayraklarını çekmişler ve Humus’ta Halit Bin Velid Camiine saygısızlık ettikleri gibi burada zafer neşesiyle Şii ezanı okutmuşlardır. Demek ki korunmasız olan Sünnilerin kutsal mekanlarıdır. Bu durumda Sünnilere büyük iş düşüyor: Hem sahabe mezarlarını Şiilerin tasallutundan hem de Ehl-i Beyt mezarlarını yayılmacılık istismarından korumaları gerekiyor. Şii koalisyonun derdi ise başka. Nuri Maliki’nin söylediği gibi Kerbela’yı yeni kıble yapmak istiyorlar (http://www.youtube.com/watch?v=7th8RFquBRY ). Suruş’un fikri hasımlarından Sadık Larijani’nin de Kum için öngördüğü gibi. Artık Mekke’leri Kerbela Medine’leri Necef veya Kum olur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.