Kaybediyoruz, kayboluyoruz!
Kişileri, grupları, cemaatleri, tarikatları, siyaset ve siyasetçileri ya tümüyle benimsiyoruz yahut bütünüyle reddediyoruz! Makul ve mantıklı bir yaklaşım sergileyemiyoruz. Olaylara “Analitik” (tahlilci) bakamıyoruz.
Beynimize “toptancılık” hâkim; çünkü toptancılıkta “kolaycılık” var: Kabalama “red”, yahut “kabul” için olaylar/fikirler üstüne kafa patlatmak, enine-boyuna tahliller yapmak, karşılaştırıp kıyaslamak; kısacası “kılı kırk yarmak” gerekmiyor.
İnsanlar ya “bizden”dir, ya “onlardan!”
Bu kadar! Artık her şey alabildiğine kolaylaşmıştır…
Artık biz iyiyiz, onlar kötü; biz doğruyuz, onlar eğri; biz sevabız, onlar günah; biz cennetiz, onlar cehennem: biz gerçeğiz, onlar hayal; biz milletiz, onlar illet!..
Kısacası, biz her şeyiz, onlar hiç bir şey!
“Biz” ve “onlar” sınırını çektikten sonra, elbette arkasından isnat, iftira ve suçlamalar gelecektir…
Son olaylarda da görüldüğü üzere, her şey “dost kuvvetler”, “düşman kuvvetler” anlayışında gelişiyor.
Yüzde yüz “bizden” olmayan her farklı yapıyı “düşman” gibi görürsek, bunun altından kimse kalkamaz. Yine de tüm kesimlerde bu hastalık var. Bir zamanlar “laik devlet” tarafından dışlanan dini gruplar bile artık bir birlerini dışlıyor.
Necip Fazıl gibi acıdan ciğeri yırtıla yırtıla, “Durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak!..” diye bağıranlar, Nasreddin Hoca gibi, “Bindiğiniz dalı kesmeyin!..” diye uyaranlar bile örsle çekiş arasına dövülüp sorgulanıyor:
“Bizden misin, onlardan mı?”
Artık o hale geldik ki, Cuma namazında sağımızda ve solumuzda duran “kardeş”lerimize tereddütle bakıyoruz:
“Acaba bizden mi, onlardan mı?”
“Acaba siyasetten mi, cemaatten mi?”
Bundan daha korkunç, daha tehlikeli bir “ötekileştirme”, bölme ve parçalama olabilir mi?
Aslında Allah, “Mü’minler ancak kardeştirler” (Hucurat,10) diyerek, “bizden”liğin kriterini belirlemiş. Ama sanki bu bize yetmiyor! Aynı Allah’a, aynı Peygamber-i Âlişan’a, aynı Kitab-ı Kebir’e inanmak ve aynı kıbleye durup birlikte tekbir almak da yetmiyor…
Yetseydi, aynı cemaatten, aynı tarikattan, aynı cemiyetten, aynı ırktan, aynı kalıptan, aynı siyasetten, aynı kıyafetten olmak gibi başka başka kriterler belirler miydik?
Hale bakın: Bir konuda bizden “farklı” olup, bin konuda bizimle birlikte olanları bile çöpe atmakta zerre tereddüt göstermiyoruz.
Dahası, tarihte ne kadar olumsuz, hatta iğrenç figür varsa, birbirimizi onlara benzetiyoruz…
Firavunlar, Nemrutlar, Ebucehiller, Hasan Sabbahlar havada uçuşuyor. Müşriklere yönelik bedduaları Kur’an’dan alıp bir birimizin ruhuna boşaltıyoruz!
O kadar kolay insan harcıyoruz ki, harcaya harcaya kendi kendimizi “kaht-ı rical”e (adam kıtlığı) mahküm ettik!
Bir birimizi kirlete kirlete terk ediyor, terk ede ede terk ediliyor, git gide yalnızlaşıyoruz…
Yalnızlaşmayı hafifletme ve “topyekün savaş”tan galip çıkma ihtirasıyla düne kadar “düşman” saydığımız odaklarla işbirliğine giriyoruz.
Dün yazdıklarımızın tam tersini yazıyor, konuştuklarımızın aksini söylüyoruz. Ne “hedef”te meşruiyet kaldı, ne hedefe ulaşmak için kullanılan “vasıta”larda…
Kimse kusura bakmasın, ama ortalığı “istismar”, “iftira”, “yalan-dolan götürüyor!
Fark etmek istemediğimiz nokta ise şu: Böyle bir “savaş”ın kazananı olmaz.
Hepimiz kaybediyoruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.