Risale-i Nur “tahrif” edildi mi?
Soru şu:
“Risale-i Nur ‘tahrif’ edildi mı?”
Hayır! Bildiğim kadarıyla, Risale-i Nur “tahrif” edilmedi, sadece “tashih” edildi. Bu iki kelimenin arasında dağlar kadar fark var…
Tahrif: “Bozmak, kalem karıştırmak… Kendi menfaati veya başkasının zararı için bir ibârenin mânasını değiştirmek” anlamına geliyor...
Tashih ise, “Daha iyi ve daha doğru hale getirmek, düzeltmek” demektir. Düzeltmeleri yapan da, bizzat eserin müellifi, yani yazarı olunca, kimsenin bir şey söyleme hakkı olmaz. Çünkü yazarın, eseri üzerine tasarrufta bulunma hakkı vardır.
Bedîüzzaman da, zaman içinde oluşan hassasiyetleri dikkate alarak, Risale-i Nur Külliyatı üzerinde bu tür tasarruflarda bulunmuş, bazı kelimeleri ya bizzat ya da yakın çevresine verdiği talimatlarla “tashih” ettirmiştir.
“Ne gibi hassasiyetler?” diye soracak olursanız, mesela, “Kürt”, “Kürdistan” gibi hassasiyetler…
Biliyorsunuz Bediüzzaman, çok dinli, çok uluslu, çok dilli bir imparatorluk (Osmanlı) kültürünün çocuğudur. Bu imparatorluğun öz güveni son derece yüksek olan kurucu gücü, bugün “Doğu-Güneydoğu Bölgesi” dediğimiz bölgeye hâkim nüfusun etnik kökenini esas alarak, “Kürdistan” demiş, ötekine “Arabistan” demiş, o dönemde yazılan eserlere de böylece geçmiştir.
Ancak cumhuriyet döneminde, “ulus devlet” kurmanın bir gereği olarak bu isimlendirmelerden rahatsızlık duyulmaya başlanmıştır. Bediüzzaman da, oluşan hassasiyeti dikkate alarak, gereksiz bir kavgaya girmeme adına, “Kürt/ Kürdistan” kelimelerini “Doğu/ Güneydoğu Bölgesi” anlamında “Vilâyat-ı Şarkıye” olarak değiştirmiştir.
Bu konuda öylesine hassas davranmıştır ki, imparatorluk döneminde, etnik kökenine izafet kullandığı “Kürdî” unvanını bile “Nursî” yapmış, ama ard niyetli muhalifleri, etnik kökeni yüzünden aşağılamak için “ayrımcılık” yapmayı dahi göze alarak, “Kürdî” demekte ısrarcı olmuşlardır.
Bediüzzaman Hazretlerinin en yakın talebelerinden olup yıllarını onunla geçiren rahmetli Mustafa Sungur Ağabey, bu hususu bana böyle açıklamış, bir sürü de belge vermişti. O günlerde yine “tahrifat” iddiaları vardı ve bir televizyon oturumuna katılmış, belgeleri bir bir göstermiştim…
Ayrıca, zaman zaman gündeme gelen ve kafaları karıştırma dışında “hizmet”e hiçbir katkısı olmayan bu tür iddialara cevaben, Risale-i Nur üzerine araştırmalarıyla tanınan Prof. Dr. Ahmed Akgündüz de bir kitapçık yayınlamıştı.
Akgündüz, özet olarak şunları söylüyor: “Bediüzzaman âhir ömründe külliyatta bizzat tashihat yaparak son şeklini vermiştir ve Latin harfleriyle tamamını bastırmıştır. Ancak bazı ağabeylere (Risale-i Nur hizmetinin önder isimlerine… Y.B.), kendi zamanında bastırmadığı bazı risale ve eserlerin sonradan neşredilmesine dair müsaadeleri olmuştur. Bedîüzzaman’ın tarzına, tavsiye ve vasiyetine uygun olarak neşredilen eserler tahrif edilmiş anlamına gelmez. Tahrif, ortadan kaldırma, asıllarının yerine başka fikir ve düşünceleri ikame etme anlamına gelir.
“Bedîüzzaman’ın kendilerine vasiyet ettiği ve eserleri neşretme müsaadesi verdiği talebelerinin meşveretle yaptıkları neşir ve basma meselesi yukarıda izah edilen tahrif mana ve muhtevasına girmez. Bilakis, neşir, basım, yayım, tavzih anlamınadır.
“Risalelerde tahrifat diye ifade edilen hususlar, bizzat Bedîüzzaman’ın tasarrufundan geçen ve Bedîüzzaman’ın değiştirdiği ifadelerdir. Bunun hikmeti ise birilerinin oyununa gelmemek için tedbir almaktır. Yoksa hiç bir nur talebesinin, başka bir etnik kimliği ne inkâr etmesi ve ne de ön yargılı davranması mümkün değildir.”
Bu ifadelere katılıyor ve kısa bir not eklemek istiyorum: Tercüme ve sadeleştirme esnasında bazı anlam değişiklikleri söz konusu olabilir. Hiçbir eserin tercümesi o eserin kendisi değildir. Bediüzzaman’ın yakın talebeleri zaten bu yüzden “sadeleştirme”ye karşı çıkmışlardır.
Yine de, hangi amaçla yapılmış olursa olsun, hiçbir tercüme ve sadeleştirme, Risale-i Nur esaslarına zarar veremez. Çünkü orijinal nüshalar elimizdedir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.