“Otel” ne... Sarıgül, Almanya’da niye “gözaltı”na alındı?
Almanya ziyaretimiz “kısa” sürdü ama, “kısa günün kârı” hesabı, epey “malzeme” ile döndüm Türkiye’ye...
“Malzeme” dediysem;
“Ananas”, “tesbih” filan sanmayın!..
“Gazeteci” adamın getireceği “malzeme” ne olur ki?..
Gazetecinin tek malzemesi “haber”dir.
İşte ben de “haber”le döndüm...
Hem de, “enteresan” bir haberle...
“Otelin lobisi”nde oturuyoruz...
Sohbet esnasında, lâf; döndü-dolaştı “Balyoz Darbe Plânı”na geldi.
Malûm, o plânda;
“Fatih ve Beyazıt camilerinin bombalanarak halkın galeyana getirilmesi!..
Ege semalarında bir savaş uçağımızın düşürülmesi, suçun Yunanistan’a atılması ve böylece Türk-Yunan Savaşı çıkarılması!..
İrticacıların toplanıp, bir stadyuma doldurulması!” gibi, akla ziyan provokasyonlar vardı...
Dönemin 1. Ordu Komutanı Org. Çetin Doğan tarafından hazırlanan plânda, biz “gazeteci”leri ilgilendiren bir bölüm de vardı...
“Balyoz Darbe Plânı”na göre;
Darbe gerçekleştiğinde, “36 gazeteci tutuklanacak”, 137 gazeteciden de “faydalanma” yoluna gidilecekti.
Ki, “ilk tutuklanacak gazeteciler” arasında benim ismim de geçiyordu.
Allah’a şükürler olsun ki;
O plan uygulamaya konulamadı...
“OTEL”DEN KASIT NE?
Dedim ya, “Balyoz Darbe Plânı” üzerine sohbet ederken, bir arkadaşımız, 2 Şubat günü Sabah’ta yer alan “ABD’deki otelin sırrı ne?” başlıklı haberden söz etti.
Sabah’ın haberinde;
“Paralel yapının İsrail bağlantılı lobiler ve finans dünyasıyla ilişkilerini yürüten Süleyman Hamit Müftigil”in, Sözcü Gazetesi Ankara muhabiri V.T. ile yaptığı konuşmada, sık sık “Otel” şifresini kullandığı ifade ediliyor. Konuşmalarda geçen otelin, hangi konuyla ilgili kullanıldığı ve neyi sembolize ettiği sorusunun ise cevap beklediği bildiriliyor.
“Konuşma” da, şöyle aktarılıyor:
S: Washington’da tam Beyaz Saray’ın karşısında.
Otelin ismi belli yahu zaten. Her şeyi belli diyorum sana.
Adı, sanı, fiyatı belli.
Dünyanın yolu alındı.
Ben burada, 10 gündür Washington’da niye kalıyorum sanıyorsun.
V.T.: Tamam dünkü görüşmen nasıl geçti?
S: Abi dünkü görüşmemiz, sana bir şey söyleyeyim. Bana bu otel teklifini yapan adam o büyükelçi için, alamama şansım var mı sence? Otel üstünde yüzde 90 oranında prensip anlaşmasına varıldı. Dün yaptığım görüşmelerde şahsı ile gün içerisinde 2 sefer bir de ayrılırken bir konu sordu bana. 2.5 sefer görüştüm kendisiyle. Her halde Türk ve dünya tarihinde birinde bir saat, birinde 45-50 dakika bir de son dakika onunla yüz yüze görüşen bir üçüncü adam yoktur. Zannetmiyorum ki olsun?..
V.T.: Otel işine okey mi diyor?
S: Abi başka şansı yok ki.
V.T.: Çok iyi ya..
S: Yanlış anlama; şimdi Türkiye’de örnek, sen gazetede, diyelim memursun. 10 tane gazetenin, medyanın sahibi olan bir adam olsa, sana da dese ki git şurada şunu yap. Sen nasıl hayır diyeceksin?
V.T.: O zaman Türkiye’deki hareketlilik bayağı artacak demektir.
S: Bunlar Türkiye’de halkı uyutmuşlar. Halk aptal zavallı hepsi.
V.T.: Tren, vagon, yolculuk ne oldu?
S: Devam ediyor. Hazırlıklar devam ediyor.
V.T.: Geri adım yok yani?
2 SPOR SALONU KİRALANDI MI?
İşte bu konuşmayı aktaran arkadaş, “otel” ile neyin kastedildiğini, bunun “neyin şifresi” olduğunu merak ettiğini söylüyordu...
Bir başka arkadaş;
“Otel’den kastın ne olduğunu bilemem ama, Tren, Vagon, Yolculuk kelimeleri ile parti kurulması kastediliyor olabilir” dedi...
Arkadaşlardan biri;
“17 Aralık’tan sonraki 25 Aralık darbe girişimi istedikleri gibi sonuçlansaydı, bunları diğer operasyonlar takip edecek ve bir gözaltı furyası yaşanacaktı...
O kadar çok bürokratı, o kadar çok belediye başkanını, o kadar çok işadamını ve o kadar çok gazeteciyi gözaltına alacaklardı ki, bu gözaltılar için Emniyet’in nezarethaneleri yetmeyeceğinden 2 SPOR SALONU bile kiralamışlar!” deyince, bende şafak attı...
Lütfen dikkat;
“Balyoz darbecileri” insanları “stadyum”lara doldurmayı plânlarken, AK Parti Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner’in; “Badem bıyıklı Neoconlar” dediği “Paralel Yapı darbecileri” ise, “2 spor salonu kiralamış”, iyi mi?..
Demek oluyor ki;
“Darbeciler”in yok birbirlerinden farkı!..
“Bıyıksız”ı da aynı,
“Badem bıyıklısı” da!..
Şu hâle bakın;
“Paralel Devlet”e karşı çıkanlar tek tek toplanacaklar ve “2 spor salonu”na doldurulacaklar!..
İşte bunu öğrenince, dedim ki;
“O halde, Otel ile neyin kastedildiğine niye kafa yoruyorsunuz ki?..
Otel ile kastedilen, olsa olsa Spor Salonları’dır!..”
Hem, ne diyor adam;
“Otelin ismi, zaten belli!”
Gerçekten belli;
“Spor Salonu!”
“İş, yüzde 90 tamam” denildiğine göre, demek ki “kiralama işi”nde mutabakat sağlanmış!..
Anlayacağınız;
Her şeyi “hesaplamışlar” ama, “Allah’ın da bir hesabının olduğunu” unutmuşlar!..
Allah, ellerine düşürmesin...
Çünkü bunlarda;
“Adalet” yok!..
“Vicdan” yok!..
“İnsaf” yok!..
“Merhamet” yok!..
Kısacası, “insanlık” yok!..
Bunlar, her şeyi yapar!..
“AK Parti sempatizanı” dedikleri herkesi tek tek yakalatırlar, “spor salonları”na doldururlar!..
Tıpkı, bir zamanlar; “Balyoz darbecileri”nin yapmak istediği gibi!..
MUSTAFA SARIGÜL’E GÖZALTI!
“Dedim ya; Almanya’dan, enteresan “malzeme”lerle döndüm...
Mesela, “Mustafa Sarıgül’le ilgili bir haber” öğrendim ki, “şaşırmadım” desem, yalan olur...
Efendim, “otel lobisi”ndeki sohbetimiz güzeldi ama, acıkmıştık...
Almanya’yı avucunun içi gibi bilen bir arkadaşımız; “kalkın” dedi, “Sizi Türk mahallesine götüreyim... Hem gezeriz, hem Türk yemekleri yeriz!”
Kalktık gittik, Kreuzberg’e...
Kreuzberg için “Berlin’in Küçük İstanbul’u” da diyorlar...
Son yıllarda “ikamet etmek için en çok arzulanan” bir mahalle haline gelen Kreuzberg’te “250-300 bin Türk” yaşıyor...
“Türkçe tabelâlar”ın altında yürürken, insan, kendini “Türkiye’de” sanıyor...
Biraz dolaştıktan sonra, “Türk lokantası”na girdik...
Yemekleri beklerken, “Almanya uzmanı” arkadaşımız, sohbeti yine “gözaltı”ndan devam ettirip; “taa 2003 yılı”nda, yani “10 yıl öncesi”nde yaşanan bir “gözaltı” olayını anlattı bize...
Meğer; bugün, CHP’nin İstanbul Büyükşehir Başkan Adayı olan Mustafa Sarıgül, 2003 yılının Şubat ayında Almanya’da imiş ve bu ülkede “11 saat gözaltında” tutulmuş, iyi mi?..
“İddialara göre” demeyeceğim, çünkü Mustafa Sarıgül, Ocak 2005’te “olayın doğruluğunu” kabul etmiş!..
Efendim, olay şuymuş:
Mustafa Sarıgül ile Aygün Otelleri’nin sahibi Mehmet Aygün birlik olup; dünyaca ünlü estetik cerrahlarından Dr. Yaşar Sarıgül’ün güzellik salonu Lacomed’e gitmişler... Ya da, “baskın” yapmışlar!
Burada Dr. Yaşar Sarıgül ile tartışmışlar.
Ve hatta, doktorun iddiasına göre; “tehdit, darp ve taciz”de bulunmuşlar...
“Doktorun boğazına sarılmışlar” ve “ölümle tehdit” etmişler!..
Dr. Sarıgül, canını kurtarır kurtarmaz polise telefon etmiş ve Berlin Polisi de, hem Mustafa Sarıgül’ü, hem de Mehmet Aygün’ü gözaltına alıp, “11 saat boyunca” sorgulamış!..
“Berlin Polisi kayıtları”na; “40 bin Euro tutarında alacak anlaşmazlığı” olarak geçen olayda, Dr. Sarıgül’ün “boğazının sıkıldığı” ve “işyerine zarar verildiği” de zabıtlara girmiş...
Dr. Yaşar Sarıgül demiş ki;
“Boğazıma sarıldılar ve beni ölümle tehdit ettiler...
Benim, Mustafa Sarıgül’e 5 yıl önce 40 bin euro borcum olması, komik bir iddia. Böyle bir şey yok... Olay, Mustafa Sarıgül’ün seçimlerde kendisine destek vermemiz şartıyla, eşim Sema Sarıgül’e, Şişli’de bir yer vaat etmesiyle alâkalı...
Kaldı ki, Sema Hanım, Sarıgül’ün bu teklifini kabul etmedi.”
SARIGÜL KONUŞMALIDIR!
Uzun lâfın kısası;
“Mustafa Sarıgül, 10 yıl önce Almanya’da niçin gözaltına alındığını, 11 saat boyunca niye sorgulandığını, 40 bin Euro’nun ne parası olduğunu ve eylem ortağını nerede ve nasıl bulduğunu açıklamalıdır.”
Ve tabiî;
Seçim propagandasında “Sevgi kazanacak” sloganını kullanan Mustafa Sarıgül; “İşyeri basma, boğaza sarılma, tehdit ve darp” kavramlarının da, nasıl bir “sevgi gösterisi”(!) olduğunu bir zahmet açıklayıversin!..
Açıklayıversin ki;
Ben de; Metiner’in deyimiyle, “Badem Bıyıklı Neoconlar”a sorayım; “Bu mu destekleyeceğiniz aday?..”
Gerçi, sormak da lüzumsuz!..
Çünkü, kendileri de, “insanların boğazı”na değil, “Türkiye’nin boğazı”na sarılıyorlar ve habire sıkıyorlar.
Demek oluyor ki;
“12’den isabet... Tam kendilerine yakışan bir adayı bulmuşlar!”
Almanya’dan, bugünlük de bu kadar!..
********************************************************
Akın İpek’in yükselişi ve Ankaralı işadamının feryadı!
Ankara’dan bir “işadamı” aradı... “Adı ve telefonu” bende saklı... “Adımı yaz” dedi ama, ben yazmıyorum...
Dedi ki; “Ben de Cemaat mensubuydum...
Çocuğumu bile Cemaat’in kolejinde okuttum...
Ama 17 Aralık’tan sonra, hemen çocuğumu aldım.”
“Beni Akın İpek çok iyi tanır” dedi ve şöyle sürdürdü sözlerini:
“Akın İpek’le 90’lı yıllarda tanışmıştım... Ben oto galerisi işletiyordum, o da davetiye ve kartpostal satıyordu... Zaman zaman, evlerimize gider-gelir ve sohbet ederdik...
Sonra, Akın Bey; İzmir’e gidip gelmeye, Hocaefendi ile yakınen görüşmeye başladı...
Ne olduysa, ondan sonra oldu... Bir de baktık, Akın İpek gazete ve televizyon sahibi olmuş... Altın madenleri filan derken, büyüdü de büyüdü... Şimdi, hem trilyonlarla, hem de ülkenin kaderiyle oynuyor!”
Dedim ki; “Ne var bunda?”
İşadamı dedi ki; “Bu kadar para çalışılıp kazanılacak bir para değildir... Bu parada alın teri yok...
Bu paranın hesabı sorulmalıdır!”
“Peki, bu, ne parası?.. Akın İpek, nereden buldu bu parayı?” deyince, Ankaralı işadamı, “ağlamaklı bir ses”le dedi ki;
“Bu para; saf ve temiz Cemaat mensuplarından MAKBUZSUZ toplanıp, Akın İpek gibilere aktarılan paralardır... Ne acı ki; Müslüman’lardan toplanan o paralar, şimdi Müslüman’lara kurşun olarak dönüyor!”
“Ankaralı işadamı”nın bu feryadını acaba bir duyan ve “makbuzsuz toplanan paralar”ın bir hesabını soran olur mu?..