Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Kavanoz Ahmed Paşa ve Eflatun’un kavanozu

Kavanoz Ahmed Paşa ve Eflatun’un kavanozu

Osmanlı sadrazamlarının “Hain”, “Semiz”, “Elmas”, “Melek”, “Mere”, “Deli”, “Güzelce”, “Zurnacı”, “Humbaracı” gibi insanları var…

Sultan III. Ahmed’in saltanatında, 22 Ağustos 1703 -17 Kasım 1703 tarihleri arasında iki ay yirmi altı gün kadar sadaret görevinde bulunan Sührablı Nişancı Ahmed Paşa’nın unvanı da “Kavanoz”dur: Sührablı Nişancı Kavanoz Ahmed Paşa…

Rus asıllı olduğu söylenir. Çok şişman ve kısa boylu olduğu için, halk ona “Kavanoz” unvanını vermiş, bundan hiç yüksünmemiştir. 

Kavanoz Ahmed Paşa önemli görevlerde bulunmuş, birkaç kez gözden düşmüş, nihayet Eylül 1705’te hayata gözlerini yummuştur.

Ama benim asıl anlatmak istediğim başka bir “kavanoz” hikâyesi var. MÖ 427 ve 347 yıllarında yaşamış olan Eflatun’a (ya da Platon) dair bir hikâye…

Meşhur filozof ve matematikçi Eflatun, bir gün, kendi kurduğu Atina Akademisi’nde öğrenim gören gençlerin dersine elinde büyükçe cam bir kavanoz, bir sürü tenis topu ve içinde çeşitli malzemeler bulunan birkaç kutu ile girdi.

Elindekileri kürsünün üzerine koyduktan sonra, “Derse başlıyoruz” dedi.

Hemen ardından tenis toplarını, cam kavanozun içine doldurdu, öğrencilere dönüp sakin sakin sordu: “Söyleyin bakalım, kavanoz dolu mu, boş mu?”

“Dolu” diye bağırdı öğrenciler…

“Tümüyle dolu mu?” diye tekrar sordu, Eflatun.

“Evet” diye karşılık verdiler, “tümüyle dolu!”

Eflatun, masadaki kutulardan birini aldı. Kutuda bildiğimiz çakıl taşları vardı: Çakıl taşlarını, kavanozun içine doldurdu ve kavanozu salladı… Çakıl taşları tenis toplarının arasındaki boşluklara yerleştiler. 

Eflatun, kavanozu kaldırıp öğrencilere göstererek tekrar sordu: 

“Şimdi tam doldu mu?”

Öğrenciler yine bir ağızdan cevap verdiler: “Şimdi tam doldu!” 

Eflatun, masanın üzerindeki diğer kutuyu aldı. Kutunun içinde kum vardı. Kutudaki tüm kumu kavanoza boşalttı. İnce kum taneleri çakıl taşlarından arta kalan boşluklara aktılar. Eflatun, cam kavanozu gösterip öğrencilere aynı suali sordu: 

“Kavanoz doldu mu?”

Aynı cevabı aldı: “Eveeet!”

Bu kez Eflatun, masanın altından bir sürahi çıkardı. Son damlasına kadar tenis topları, çakıl taşları ve kumla dolu cam kavanoza boşalttı…

Sular, kavanozun içindeki malzemenin arasına sızdı…

Kavanozu son kez öğrencilerine gösterdi ve son kez aynı soruyu yineledi:

“Doldu mu?”

Öğrenciler oldukça mahçup bir tavırla cevap verdiler: “Galiba şimdi doldu!”

“Evet” dedi Eflatun, gülümseyerek; “ancak şimdi doldu.”

Ve izah etmeye başladı: “Kum, hayatınızdaki ufak tefek şeyleri, ayrıntıları, olmasa da pek bir şey kaybetmeyeceğiniz lükslerinizi filan simgeliyor. Şayet hayat kavanozuna önce kum doldurursanız çakıl taşlarına ve özellikle de tenis toplarına, yani vazgeçilmezlerinize yer kalmaz... Vaktinizi ve enerjinizi ufak tefek şeylere harcar, günlerinizi israf ederseniz, önemli şeyler için vakit kalmayacaktır. Dikkatinizi mutluluğunuz için önem arz eden şeylere çevirin. Çocuklarınızla oynayın, sağlığınıza dikkat edin, sevdiklerinizle yemeğe çıkın…

“Kısacası, hayat kavanozunuza öncelikle tenis toplarını yerleştirin. Hayatınızın önceliklerini doğru tespit edin. Sıralamayı iyi yapın. Gerisi hep kumdur.”

Bir öğrenci dayanamayıp sordu: 

“Peki, o bir sürahi su neyin simgesi?”

Eflatun güldü: 

“Su sevgiyi simgeliyor: Hayatınız ne kadar dolu olursa olsun, her zaman dostlarınıza ve sevdiklerinize vakit ayırın.”

Ne zaman hayatımda bazı şeyler taşınamaz hale gelirse…

Ne zaman yirmi dört saat yetmemeye başlasa…

Ne zaman işlerim yüzünden dostlarımı ihmal etsem…

Eflatun’un elindeki büyükçe cam kavanozu ve bir sürahi suyu hatırlarım…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi