Tecdit mi, ibtida mı?
‘Sefer değil, zafer üzerinden gidince’ bazen doğrularla yanlışları karıştırıyoruz. Karizmatik liderler ruhumuzda dalgalanmalar estiriyor ve eteğimizi rüzgarına kaptırıyoruz. Fransız Devrimi gibi devrimler ve ardından Bolşevik devrimi ve ardından Humeyni’nin devrimi kitleleri etkilemiştir. Kitleleri peşinden sürüklemiştir. Farklı kamplardaki insanları etkilemiştir. Bunun nedeni insanların somut sonuçlara itibar etmeleri ve sınırları aşan bir biçimde başarılı gördükleri şeyin peşine düşmeleridir. Almanya’da Hitler, Çin’de Mao ve Rusya’da Lenin milyonlarca kitleyi teshir etmiş ve bu isimler insanlığı felaketten felakete sürüklemiştir. Lakin kitleleri teshir eden cazibeye kapılmamak için de sağlam bir fikir ve duruşa yani iradeye ihtiyaç vardır. Bunu da herkesten beklemek zordur. Meselenin mealini görebilmek için gerçekten de donanımlı olmak ve onun ötesinde sağlam bilgiye sahip olmak gerekir. Mevcut şartlar kötü ve zıt akımlar da itibarsız ise cazibe odağının arkasından sürüklenmemek mümkün değildir. 11 Şubat 1979 tarihinde gerçekleşen İran devriminden sonra Ertuğrul Düzdağ bir gözlemini aktarmıştı. Yaşlı başlı hacı amcaların kitleler halinde İran devrimi lehine nümayişlere katıldığını taaccüple seyrettiğini anlatmıştı. Cemaleddin Afgani’den beri Sünni kitlelerin ve aydınların ihtiyatsızlığı düşmanın dost olarak algılanmasına vesile olmuş ve bu suretle bilmeden tehlikeyi içimize almışızdır. Tehlike ve düşman bu suretle gövdeye girmiştir.
*
Cazibeden uzak kalmak mümkün değil. Lakin cazibeye kapıldıkça da tehlike büyüyor. Nitekim de öyle olmuştur. İslam dünyası Humeyni devrimiyle alakalı geç teşhis (hâlâ koyabilmişse) koyabilmiştir. O ise bu gecikmeden azami suretle istifa etmiş ve İslam dünyası içinde çöreklenme, örgütlenme ve askeri ve sivil garnizonlarını yayma imkanı elde etmiştir. Buralarda sanıldığı gibi Batılılarla veya İsrail’le değil tarihi hasmıyla yani Sünni kitlelerle mücadeleye dalmıştır. ABD ile düşman olan bir yapı Irak ve Afganistan işgallerinde bu ülkeyle nasıl birlikte hareket edebilir? Bu ancak bu rejimin ABD’den ziyade Sünni kitleye dönük köklü düşmanlığıyla izah edilebilir. Dolayısıyla ahirzaman dostluğu gibi dıştan dost ama içten düşmandır. Humeyni çok tehlikeli bir çığır açmış ve zıtlaşmayı yeniden hortlatmıştır. Şiiler, Humeyni’nin ifadesiyle binlerce yıl daha Mehdi’yi bekleyebilirler. Godot gibi ne Yahudilerin Mesih’i ne de Şiilerin Mehdi’si zuhur edecektir! Lakin onun yerine veliyi fakih zuhur etmiştir. Lakin bununla eski yapı tashih değil tahkim edilmiştir. Kaim’in yerine başka bir kaimi veya kaim-i makamı geçirerek tehlikeyi aktifleştirmişlerdir. Velayet-i fakih doktrini uzak ve görünmez tehlikeyi belirgin hale getirmiştir. Kimileri velayet-i fakih doktrinini Şiilik içinde bir yenilenme olarak görebilir. Halbuki, bu bir yenilenmeden ziyade tarihi bidat çığırlarından birisidir. Sayesinde zıtlaşma ve hilafiyat damarı yeniden nüksetmiş ve aktifleşmiştir. Adeta sönmüş tehlike veya volkan bu doktrinle birlikte yeniden aktif hale gelmiştir.
*
Humeyni devrimi 35 yılına girmiştir ve İslam alemine kargaşadan ve kan ve gözyaşından başka bir şey vermemiştir. Bunun kanlı sonuçları Lübnan, Suriye, Irak ve Yemen gibi bölgelerde halen devam etmektedir. Humeyni’nin halefi Ali Hameney, Humeyni’nin getirdiği velayet-i fakih doktrininin tarihte eşine rastlanmadığını söylemiştir. İsabet etmiştir. Humeyni İslami Hükümet kitabında alimlerin verese-i enbiya olduklarını söyleyerek neredeyse onların makamını Peygamberin makamıyla eşitlemiştir. Peygamberlerin velayetiyle alimlerin velayeti arasında ortak yönler olduğu gibi farklı yönler de vardır. Evet alimler de ulu’l emrin bir parçasıdır lakin tamamı değildirler. Ulu’l emr mekanizmasının parçasıdırlar lakin Humeyni’nin anlayışında tamamı haline gelmişlerdir. Bu bir sınıf anlayışıdır. Şia’da ulema hiyerarşik bir meseledir ve dolayısıyla bu nedenle sınıf haline gelmiştir. Şia’da ilmiye sınıfı tarihi amiller sonucu teşekkül etmiştir ve Ali Şeriati’nin ifadesiyle bazı unsurları itibarıyla Batı’dan devşirme ve mülhemdir. Velayet-i fakih ise bu çarpık yapı üzerine yeni bir bidat doktrin ikame edilmesidir. Dolayısıyla İran devrimi tecdit üzerine değil bidat bir doktrin üzerine müessestir. Ağaç meyvesinden belli olur ve devrimin 35 yıllık meyvesi, kan gözyaşı ve parçalı İslam dünyasının daha da parçalanması olmuştur. Dolayısıyla ön zaferler bir zafer değildir. Akıbet muttakilerindir. Aldanan kalabalıklara ve kitlelere Necip Fazıl’ın deyimiyle haykırmak gerekiyor: Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!
Tavzih ve düzeltme: ‘Demirel’den Beşşar Esat’a’ başlıklı yazımızda mesele biraz dallanmış budaklanmış ve özünün dışına çıkmıştır. Mesele Esat’ın insanları ve halkı kandırmasıdır. Burada Demirel benzetmesi kullanılmıştır. Bunun dışında makalede ‘O dönemde Demirel’lerin damadı olan İlhan Kesici de Demirel’lerin kontenjanından CHP milletvekili olmuştur’ ifadesi de yer almıştır. Bu ifade konuyla doğrudan alakalı değildir. Yakıştırmaya daha müsait durmaktadır. Sehmi kaza şeklinde vaki olmuştur. Demirel’lerin İlhan Kesici’nin siyasi veli nimeti olduğuna dair bir intiba yanlış olur. İlhan Kesici’nin Demirel ailesiyle bağlantılı olmaksızın da özgül bir değeri ve ağırlığı vardır. Bu değer Demirel ailesine hasredilemez. Elbette sihriyet ilişkisi iki taraf için de artı ve manevi kazanım sayılabilir. Bununla birlikte, İlhan Kesici’nin CHP’den milletvekili olmasının Demirel’in kontenjanıyla alakalı göstermek ispatı mümkün olmadığı gibi rencide edicidir de. İlhan Kesici’nin şu veya bu nedenden dolayı CHP’yi tercihi başka, kontenjan meselesi daha başkadır. CHP’ye bakışımız olumsuz olmakla birlikte o çatı altında siyaset yapma İlhan Kesici’nin takdirindedir. Bu vesile ile ifademizi tashih eder ve yolunun açık olmasını niyaz ederiz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.