Rasulullah (sav)’i kamyonete bindirmek...
Ankara SBF’de okuduğum yıllarda, bir ahbabımı işyerinde ziyaret etmiştim. Ofisine girdiğimde çalışanlardan biriyle tartışıyordu. İster istemez mevzuya dahil olmuştum. Saatlerce konuşmuş, ayetler ve hadisler göstermiş, ama ahbabımın “sofi” çalışanını, Rasulullah Efendimiz’in “insan” olduğuna ikna edememiştik. “O bir nurdur, insan olamaz” diyordu.
Çeyrek asır önceki bu olayı hatırlatan, STV’de yayımlanan bir dizi film sahnesi oldu. Bu sahnede Rasulullah (sav) hem bir “nur/ışık” olarak, hem de “gökten indirilerek” bir kamyonete bindirildi. Ancak tepkiler gelince, bunu “kara propaganda” olarak nitelendirip açıklama gereği hussettiler; ancak hatayı telafi etmektense savunup meşru göstermeyi yeğlediler.
Bu bir “rüya sahnesi”ymiş ve Rasulullah (sav)’in “rüyayı şereflendirme”sinin anlatıldığı sahnede, “ilahiyatçılar”a göre “dinen bir sakınca yok”muş.
Ancak rüya sahnesi de olsa, niçin “insan değil nur, insanlar arasından çıkmış değil gökten inmiş, ölmemiş ve hâlâ yaşıyor, insanlara bıraktığı Sünnet ile etkili değil cismiyle gelip bizzat yardım eden, Şifa Allah’tan olduğu halde şifa veren bir Peygamber tasavvuru” ürettiler? Nihayetinde o rüya sahnesi bir senaryo. Niçin senaryoyu “dini/itikadi gerçekler” üzerine değil de böyle “çarpık bir inanış” üzerine kurguladılar? Bunu açıklamıyorlar.
Üstelik, bunu meşru göstermek için, Allahu Teala’nın, Bedir Savaşı’nda melekleri müslümanlara yardımcı göndermesini delil gösteriyorlar. Ancak, baltayı taşa vurdukları nokta tam da burası. Çünkü zaten Rasulullah (sav)’in nurdan yaratılan “melek”lere benzetilmesine itiraz ediyoruz. Allahu Teala’nın “insan” olduğunu beyan buyurduğu Rasulullah (sav)’i nasıl “melek” olarak tavsif edersiniz?
Yine, Çanakkale, Kıbrıs, Afganistan gibi savaş bölgelerinde “Rasulullah (sav)’in gelmesinden” söz etmenin, “İslami/imani gerçekler”le ne alâkası var, buna dair delilleri yok. Oysa Rasulullah (sav) Sünnet’iyle aramızda, cismiyle gelecek değil.
Özrü kabahatinden büyük denilecek açıklamalarına devam edip, bir “ilahiyatçı”nın ağzından, “rüyanın fıkhen bir teşri kaynağı olmadığı”nı söylemekle beraber, “bilgi kaynağına işaret olduğu”nu da iddia edip daha da ileri gidiyorlar: Rüyaların, “kendi rumuzlarıyla bir hakikat ifade ettiği”ni söylüyor; filmdeki rüya sahnesinin aslında “kendi rumuzları”yla “bir hakikat ifade ettiği”ni söylüyorlar. Böylece, “açık ve net olan İslami/imani hakikatler”i, kimsenin net anlayamayacağı, sadece “kendinde özel yetenekler olduğu varsayılan seçilmiş kişiler”in anlamlandırabileceğine inanılan “rumuzlar”a dönüştürme ameliyesini itiraf etmiş oluyorlar.
Nedir vurguladıkları bu “kendi rumuzlarıyla ifade ettikleri hakikatler”, bir bakalım.
Rasulullah öldü, dünya üzerinde bedenen tasarrufu kalmadı. Ama STV, O’nu cisme büründürüp dünyaya getiriyor. Rasulullah aramızda, ama bedeniyle değil, Allah’tan aldığı vahiy Kur’an ve vahyin tatbikatı Sünnet’iyle. Ama STV, Kur’an ve Sünnet’e hiç yer vermezken, bir “ışık oyunu”yla gönülleri çelmenin peşinde. Rasulullah melek değil, insandı. Meleklerin nurdan yaratıldığı söylenir. STV, Rasulullah’ı nur/ışık olarak sunmakla, açıkça Kur’an’a muhalefet etmiş oldu. Rasulullah gökten inerek aramıza gelmiş değildi; o da bir insandı ve diğer insanlar gibi, insanların arasında yaşadı, insanların arasından çıkıp Allah tarafından Peygamber olarak seçildi. Ancak STV, Rasulullah Efendimiz’i gökten indirdi. Şifayı veren Allah’tır, Allah’ın öldüreceği kimseyi Rasulullah diriltemez. Ancak STV, kafasından yaralanan askerin ölümcül yarasını Rasulullah’a iyileştirtiyor, adeta ölümü onun üzerinden çekip aldırıyor.
STV’nin, 4 dakikalık bir film sahnesinde ürettiği Peygamber tipolojisi şöyle: “İnsan değil nurdur, insanlar arasından çıkmayıp gökten inmiştir, ölmemiştir ve hâlâ yaşamaktadır, insanlara bıraktığı Sünnet ile değil cismiyle gelip bizzat yardım etmektedir, şifa verendir.”
Din İslam ise eğer, şimdi bunu “İslam”ın neresine koyacaklar, bunu da açıklasınlar ya.
Bu STV’nin ilk vukuatı değil. Başka yapımlarında/yayınlarında da benzer “saptırma”lara imza attıkları olmuştu. Mesela, başka bir “dizi”sinde, “büyük buluşma”nın gerçekleştiği zaman insanların “ne ile haşrolacaklarına dair İslam itikadı ile tamamen çelişen bir inanç”ı yıllarca ekranlardan akıtıp durdular. Ölen insanın ilk olarak “iman”ından sual olunacağı, bütün ömrünü iman/İslam üzere geçirip geçirmediğinden sorulacağı, imandan sonra amellerinin tek tek hesabını vereceği ve akabinde yerinin Cennet veya Cehennem olacağı bilindiği halde, bu dizide, insanın hayatta yaptığı bir tek “iyilik” veya “kötülük” ile sual olunup, imanına/İslamına bakılmaksızın, o ameline göre değerlendirilip Cennet’e veya Cehennem’e gideceği, önemli olanın “iyi insan olmak” olduğu anlayışı dizi filmin verdiği tek mesajdı. Bunun İslam ile alâkası ne kadardı, bunu da siz takdir ediverin artık.
“Camia”nın, Peygamber tasavvurunu tashih etmesi lazım. Bedenen değil, Sünnet’iyle yaşayan; “yakaza halinde istişare edilen” değil, getirdiği Kur’an ve yaşadığı Sünnet ile yön ve yol gösteren, örnek alınan; melek/nur/ışık değil etiyle-kanıyla insan olan, iman için Kelime-i Tevhid’in ilk yarısı olan “Lâilaheillallah”tan ikinci yarısı olan “Muhammedunrasulullah”ı ayıramayacağımız bir Rasul inancını açıkça gösteren yapımlara imza atmalılar.
Bu yaptıkları film sahnesinden ötürü de, öyle sadece 76 milyondan özür dilemek yetmez. Yeryüzünde ne kadar müslüman varsa hepsinden özür, Allah’tan af dileyecekler. Rasulullah’a yaptıkları saygısızlığı nasıl affettirirler, onu da onlar düşünsün artık!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.