Rencide
İncinmiş, incitilmiş...
Siz “rencide edilmek” nedir bilir misiniz? Siz hiç rencide edildiniz mi?
Yoksa rencide edilemezlerden misiniz?
Siz öz vatanınızda parya muamelesi gördünüz mü? Olur olmadık zamanlarda ve yerlerde tahkir edildiniz, aşağılandınız mı? Düşüncenizden, inancınızdan ötürü. Kılık kıyafetiniz için...
Bu soruyu boşuna sormuyorum. Hayatının uzun bir dönemini geride bırakmış bir vatandaş olarak bütün bunlara on yıllar boyunca muhatap olduğumuzu, buna rağmen vakarımızı muhafaza ederek bu tavır sahipleri ile mücadeleyi sürdürdüğümüzü söylemek durumundayız.
Hele kızlarımız, kadınlarımız... Hele de örtülü iseler, daha da fazlasına maruz bırakıldılar.
Reşid, yani evlenmek dahil bütün konularda karar verme yaşında, ülke yönetimini belirleyecek seçimlerde oy kullanma ehliyeti kabul edilmiş bir genç kızın kılığı, kıyafeti yüzünden baskı altında tutulması, tahkir edilmesi, üniversite kapılarında örtüsünü açmaya zorlanması, öğretmense, okula gelince bir odada kıyafet değiştirmeye mecbur edilmesi... Bunlar rencide edici, inciti değil de nedir?
Bundan hicap duymayan bir kimse utanma hissinden külliyen yoksun demektir.
Meşhur “Gezi olayları” sırasında Türkiye Yazarlar Birliği’nin Türkçenin Uluslararası Şiir Şöleni dolayısıyla Kırgızistan’da idik... Oradayken olayları pek fazla takip edemedik. Dönünce karşılaştığımız manzara kanımızı dondurdu.
1960’lardan beri Ankara’da yapılan gösterilerin bir kısmına katılmış, büyük bir kısmını takip etmiş bir vatandaş olarak seviyenin bu kadar düştüğüne, duvarlara, yerlere, camlara, panolara alenen müstekreh küfürler yazıldığına hiç şahid olmamıştık.
TYB Başbakanlığa 100 metre mesafede. Bu müstekreh yazılar işte Ankara’nın merkezi Kızılay’ın belirttiğimiz kısmında yer alıyordu. Belediye görevlileri birkaç gün içinde Ankara’daki “paralel Gezi”nin izlerini sildiler. Doğrusu, haklılık iddiası için dahi olsa o müstekreh ifadelerin oralarda kalması kabullenilemezdi. En doğrusu, izleri silip hiç yokmuş gibi davranmaktı!
Gezi olaylarının hızı geçmişti ama, yine de bazı gösteriler oluyordu. Çoğu lise ve hatta ortaokul talebesi diyebileceğimiz “gençler” hiçbir fikir adına değil, küfretme, sövüp sayma ihtiyacını tatmin için sokaklardaydılar...
Ne fikrinden, ne zikrinden, ne vatanından, ne milletinden, ne hürriyetinden, ne demokrasisinden bahsediyorsunuz siz?
Bugünlerde insanlıktan, düşünce özgürlüğünden ve bilhassa kadın haklarından bahsetmeyi meslek haline getiren birileri, hassas bir konuda sözlüklerdeki bazı kelimeleri iptal edercesine saldırgan bir tutum takınıyorlar. Bir kadını, hanımefendiyi, anneyi rencide edecek ne varsa, onu taammüden işleyerek nereye varılmak isteniyor?
“Kabataş’ta, Gezi olayları sırasında o çirkin taciz ve darp hiç olmadı. İşte görüntüler. O kadın bunu uyduruyor. Psikolojik sorunları var...”
Kim ister böyle bir duruma düşmeyi, böyle bir duruma düştükten sonra kamuoyunun önüne çıkmayı? Hadi diyelim, kadının sorunları var. Eşinin, ailesinin durumu ne olacak? Onlarda da mı sorun var? Kim kabullenir ailesinin bir ferdinin değil böyle bir muamele ile karşı karşıya kalmasını, bunun sözünün edilmesini?
Bu konunun ısıtılıp ısıtılıp gündeme getirilmesi utanç verici.
Sonuçta nereye varılacak?
Kadının tacize uğramadığı, darp edilmediği sonucuna varıp sevinecek miyiz? Öyleyse hep beraber derin bir oh çekelim. Belki bir kadın için ölüme eşdeğer bir felaket yaşanmamış diye...
Yoksa, Başbakan’ın bir iddiasını daha çürütmek başarısını gösterdiğimiz için kibirlenecek, gerine gerine “biz haklıydık!’ mı diyeceğiz?
Bu mevzuda insanlık hissimiz, haklı olmaktansa haksız olmayı tercih edecek durumda olduğumuzu haykırıyor!
Manavgat kaymakamının bu yazıdan haberi var mı?
Türkiye Yazarlar Birliği, valilere, kaymakamlara “Genç Safahat” isimli kitabı göndermiş. Mehmet Âkif’in Safahat’ının gençler için düzenlenmiş şekli. Resimli, açıklamalı, güzel basılmış bir eser. Bir sürü kötü örnekle karşılaşan mülki âmirlere güzel bir örnek. Birçok vali, kaymakam teşekkürlerini bildirirken, bir tek Manavgat’tan “özel kalem müdürü” imzasıyla (tarih, sayı olmaksızın) bir cevap yazısı refakatinde hediye kitap karşı ödemeli olarak iade edilmiş... Yazıda “Gereksiz yazışma yapılmaması hususu ile; gereğini rica ederim” deniliyormuş. Türkiye köklü bir devlet ve böyle bir yazı devlet adabı ile asla telif edilemez.
Kitap tehlikeli madde! Hediye bile olsa, alma iade et! Demek ki bu anlayış bazı idareciler nezdinde hâlâ cari!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.