Çanakkale Zaferi’ne doğru
Londra’da Avam Kamarası (House of Commons)’ndayız…
Tarih, 18 Mart 1915…
Vakit, akşam üzeri…
İngiliz Bahriye Nazırı meşhur Churchill Çanakkale savaşları konusunda heyecan dozu yüksek bir konuşma yapıyor…
“Mutlaka kazanacağız!..” diyor milletvekillerine, “şanlı donanmamız yakında Sultan’ın sarayı önüne demirleyecek.”
Alkışlar eşliğinde “bravo” sesleri…
Tam bu sırada Churchill’in eline bir not tutuşturuluyor. Bunu zafer haberi sandığı için, okumadan milletvekillerine gösteriyor:
“Bu not” diyor “Çanakkale cephesinden geliyor, eminim kesin zaferimizin haberidir.”
Ne var ki, Çanakkale Cephesi’nden zafer haberi değil, felaket haberi gelmiştir…
Bir göz atar atmaz, ablak suratı kıpkırmızı oluyor, elleri titremeye ve kekelemeye başlıyor:
“Eyvah!” diye inliyor âdeta, elini başına vurarak; “bütün hesaplarımız altüst oldu, kaybettik, mahvolduk!”
Churchill bir kez daha Osmanlı’nın diriliş cehdine toslamış, emelleri altüst olmuştur.
Osmanlı’yı mahvetmek için Çanakkale Boğazı’na üşüşen dünyanın en teknik donanması mahvolmuş, üstün teknoloji akıllara durgunluk veren bir fedakârlık ve kararlılık karşısında yenilmiştir.
İngiltere’nin hesapları tutmamıştır. Osmanlı’nın altıyüz sene müddetle bayraktarlığını yaptığı (başta İslâm Dini olmak üzere) değerler manzumesi üstün gelmiştir…
Rus Çarı’nın çoktan “Hasta Adam” ilân ettiği millet ayağa kalkmış, son bir silkinişle çelikten muhasarayı kırmıştır…
Böylece, emelleri bir kez daha kursaklarında kalmıştır.
Unutmayın gençler! Bu millet o gün Çanakkale’de dönemin dev teknolojisini yendi!..
Bu millet o gün tarihsel kimliğinde yeniden dirilişini gerçekleştirdi ve “Hasta Adam” damgasını paramparça edip altıyüz yıldan beri bayraktarlığını yaptığı inançlarının temel dinamiklerinde tekrar ayağa kalktı…
Ebedi emelini bir kere daha dünyanın suratına haykırdı:
“Bugün varım, yarınlarda da var olacağım!”
Çanakkale zaferinin özü ve özeti budur.
Mehmed Âkif, işte bunu tespit etmiş ve bu tespitin ışığında varoluş emelimizin tek şartını şiirleştirmiştir:
“Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz.
“Bu yol ki Hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz;
“Düşer mi tek taşı sandın harim-i namusun,
“Meğer ki, harbe giden son nefer şehid olsun.
“Şu karşımızdaki mahşer kudursa, çıldırsa,
“Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa,
“Bu altımızdaki yerden bütün yanardağlar
“Taşıp da kaplasa âfakı bir kızıl sarsar,
“Değil mi, cephemizin sinesinde iman bir,
“Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir;
“Değil mi, sinede birdir vuran yürek… Yılmaz!
“Cihan yıkılsa, emin ol, bu cephe sarsılmaz!”
İnancımızın ve tarihimizin bir gereği olarak ekleyelim: “Bu millet yıkılmaz!”
Türk’ümüz, Kürd’ümüz, Laz’ımız, Çerkez’imiz, Arnavut’umuz, Abhaz’ımız ve tüm varlığımızla, sonsuzu yaşayacağız inşallah!
İçeriden ve dışarıdan saldıran şer odaklarını püskürtüp ebediyet yürüyüşümüzü gönül gönüle sürdüreceğiz…
Kimsenin bundan endişesi olmasın.
Kimse enseyi karartmasın…
Biz tarihin karanlık labirentlerinden geçip, yaşadığımız toprakların bedelini ödeye ödeye bugünlere gelmiş bir milletiz…
Daha ötelere de gideceğiz!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.