Dış basını kim ters köşeye yatırdı?
Önder Aytaç, seçimlerin arifesinde Samanyolu ekranları üzerinden hükümetin Süleyman Şah Türbesi’yle alakalı olarak bir algı yönetimi yürüttüğünü savunmuştur. Esasında asıl algı operasyonu, içeriye ve dışarıya AK Parti’nin seçimleri kaybedeceğine dair pompalanan algıydı. Seçimlerle birlikte bu algı operasyonu çökmüştür. Ben bu algı ile sık sık karşılaştım. Hatta KONDA’nın yapmış olduğu seçim anketinin sonuçlarını paylaştığım yabancı kanallar şöyle bir terslenmede ve reflekste bulunuyorlardı:” hadi ya!” “Bunca olan bitene rağmen yine mi AK Parti?’ der gibi bir halleri vardı. Bundan dolayı seçim sonuçları en çok yabancı basın için şok edici ve şaşırtıcı oldu. Hatta bazıları için yıkım olduğunu söyleyebiliriz. Seçimlerin ertesinde France24/Fransa 24 Kanalından arayan birisi hâlâ bu şaşkınlığı üzerinden atamamış ve algı ile gerçek arasındaki farkın nedenini soruyordu. Ben de dilimin döndüğü kadar bunun sürpriz olmadığını aslında KONDA gibi tarafsız kamuoyu araştırma şirketlerinin seçimlerden önce de gerçeği tutturduklarını söylüyorum. Aynı soruyu hayretle karışık bir biçimde seçim akşamı El Cezire ve seçim günü de El Arabiya Kanalı’ndan sormuşlardı. Bu gürültülü kampanyaların oya tahvil olacağını sanıyorlardı. Halbuki Arapların deyimiyle bu kampanyalarda ‘caca’a biduni tahn’ yani gürültü bol ama öğütme veya un yoktu. Değirmen gürültü çıkarıyor ama buğday öğütmüyordu. Bazen kitleler de insanı şapa oturtabiliyor. Siyasiler kitlelerin verdiği algıyla yanılabilirler. Şapa oturabilirler. Siyasi tarihimizin en nüktedan siyasetçilerinden birisi Osman Bölükbaşı’dır. İyi bir hatiptir ve kitleleri coşturmakta ve tebessüm ettiren konuşmalar yapmaktadır. Lakin kitleler kendisini siyasetçi niyetine değil tiyatrocu niyetine dinlemektedir. Hem de üstelik para ödemeden!
•
Mitingleri kalabalıklarla ve ahaliyle dolup taşmaktadır. Mitinglerde tulum çıkarırken seçimlerde nal toplamaktadır. Bundan dolayı bunu kitlelerin yüzüne vurmaktan da çekinmez. ‘Millet Partisi olarak beni dinler ama oyunuzu muhaliflerime verirsiniz’ demektedir. O da halk tarafından makaraya alındığının farkındadır. Hatta bir defasında ‘samanı bol, danesi yok’ diye kalabalıkları hicvetmekten çekinmemiştir. Bazen halk da insanı oyuna getirebilir. Sözgelimi Churchill savaşı kazanmış ama seçimleri kaybetmiştir. Bundan dolayı olsa gerek halktan ağzı yanmıştır. Bu nedenle kalabalıklara pek iltifat etmez ve bir defasında ona iltifat eden kalabalıklar gösterilince kendini tutamayarak şöyle seslenir veya Osman Bölükbaşı gibi serzenişte bulunur: Darağacında olsam da bu kadar kalabalık toplanırdı! Evet! Türk basını ve hatta siyasetçiler dış basını ters köşeye yatırmıştır. Değişim olacağına dair beklenti içine sokmuştur. Şimdi ayıklasınlar pirincin taşını. Kendilerini kandırdıkları gibi aynı zamanda dış basını da kandırdılar. Belki de gaz verenlerden birisi Abramowitz ile Edelman gibi eski Amerikan büyükelçileri olmalıdır. Bu iki eski hergele, Erdoğan’ın Arap Baharı ülkelerinde Sünnicilik yaptığını ileri sürmüşlerdi. Ortak makaleleriyle paralele de sahip çıkmışlardı. CHP veya Kılıçdaroğlu’nun Şiicilik yaptığı ise hiç akıllarına düşmedi. Dervişin fikri neyse zikri oymuş. Adamların derdi Erdoğan ile. ABD 11 Eylül’den itibaren İslam dünyasında gizli Şiicilik yapmaktadır. Erdoğan’ın bütüncül ve toparlayıcı politikalarını buna ters görüyorlar. Ruhani-Obama ile birlikte bu politika kuvveden fiile yani iyice yüzeye çıkmış ve alenileşmiştir.
•
Bu iki hergele (ABD eski Büyükelçileri Edelman ve Abramowitz) Erdoğan’ı İslamcı Franko’ya benzetiyorlar. Çömezleri Michael Rubin de, daha önce ‘’AKP, İslamo-faşizme gidiyor’’ mealinde sözler sarf ederek saçmalama hakkını kullanmıştır. Türkiye’de birçok ahbabı olan ABD’li akademisyen Henri Barkey de seçimlerin arifesinde yazdığı bir makalede Başbakan Erdoğan’ın seçimleri kazansa bile meşruiyetini yitirdiğini ileri sürmüştü. Sanki meşruiyet halktan değil de Yahudi mahfillerinden devşiriliyor. Barkey’in sözlerini Tzibi Livni’nin sözleriyle alt alta toplayarak okuyunca bu imayı göreceksiniz: Meşruiyet bizden geçiyor! İsrail Dışişleri eski Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Tzipi Livni son konuşmalarından birinde (Mart 2014) “Türkiye’yi kaybetmek üzereyiz” diyerek Başbakan Erdoğan’a bir bedel ödetme tehdidinde bulunuyor.
Bu seçimlerde dış basın ters köşeye yatırılmıştır. Peki! Dış basını kim ters köşeye yatırdı? Paralel yapı mı? Kim yatırdıysa bu algı operasyonundan dolayı dış basına bir özür borçlu. Dış basın da bundan böyle ayağını denk alsın! Dış basın da, muhalefetin dolduruluşuna (tufaya), mindere geldi.
Hakan Şükür gibi sonuçlara alışamayacaklar olacaktır. Onu kastetmeden genel itibarıyla şöyle söylemek mümkündür: İt ürür kervan yürür.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.