Çandarlı Halil Paşa’nın “derin devlet”i ve akıbeti
Fatih Sultan Mehmed’e ve babası Sultan II. Murad’a uzun yıllar sadrazamlık yapan Çandarlı Halil Paşa, iyi bir medrese eğitimi almışilmiye sınıfından bir sadrazamdı. Anadolu deyişiyle “derin Hoca” idi. Çok önemli başarılara imza atmıştı.
Fakat Sultan II. Murad’ın, tahtı 12 yaşındaki oğlu Mehmed’e (geleceğin Fatih’i) bırakıp (1444) Manisa’ya çekilmesi içine sinmedi. Eski Padişah’ı geri döndürmek için çabaladı durdu. Normal yollardan başarılı olamayınca, küçük çapta bir “isyan” tezgâhladı; yeniçerileri ayaklandırdı.
Zamanın başkenti Edirne’de cereyan eden ve “buçuk kuruş zam” talebiyle (çünkü başka bahane bulamadılar) ayaklanan isyancı askerlerin bir tepeye çekilmeleri sebebiyle “Buçuktepe Vak’ası” olarak anılan bu olay üzerine, Sultan II. Murad terk ettiği tahtına dönmek zorunda kaldı. Kargaşayı önledi ve o sırada sınır kalelerimize saldıran haçlı ordusuna haddini bildirmek üzere Varna’ya yürüdü: Varna Savaşı’nı kazandı…
Gerek bu savaşta, gerek ondan sonra çıkılan Mora Seferi’nde, gerekse İkinci Kosova Zaferi’nde, Çandarlı Halil Paşa ne kadar usta bir diplomat ve asker olduğunu gösterdi: Padişah’ın takdirini bir kez daha kazandı.
Sultan II. Murad, 3 Şubat 1451’de Edirne’de vefat edince, oğlu II. Mehmed tekrar “cülus” etti (1451). Tahta çıkar çıkmaz da, Peygamber vasiyeti Konstantiniye (İstanbul) fethinden söz etmeye başladı.
Çandarlı Halil Paşa buna şiddetle karşı çıktı: Ona göre Sultan Mehmed hâlâ çocuktu, deneyimsizdi, üstelik son derece aceleciydi: Gerçekleşmeyecek hayaller peşinde koşuyordu.
Kontrol altına alınmazsa, Osmanlı’nın başına büyük dertler açacak, Bizans’tan başka Avrupa’nın da hışmını üzerine çekecek, sonuç olarak, “Bizans imparatoru olayım derken, padişahlığı da kaybedecek”ti!
Bu konuda genç Padişah’ı defalarca uyardı. O tahtta kalmalı, ama yönetimi kendisine bırakmalıydı. Tabii bunu Padişah’a söyleyemiyor, ama her fırsatta hissettiriyordu.
Padişah, kendisi gibi deneyimli bir Sadrazam’ı dinleyeceğine, devlet işlerinde en az onun kadar acemi olan hocası Zağanos Mehmed Paşa ve Saruca Paşa’ları dinliyordu. Bu üçlünün memleketi felakete sürüklemesi kaçınılmazdı.
Yani Çandarlı, kendine göre devleti ve milleti kurtarıyordu!
Sonunda Padişah, “Bizans altınından kendini sakın!” diye ikaz etmek zorunda kaldı.
Aslında Çandarlı rüşvete tenezzül etmeyecek kadar sağlam bir inanca ve karaktere sahipti: Kaldı ki, devlete borç verecek kadar (II. Murad’a) da varlıklıydı. Onun aradığı para değil, yönetim gücüydü.
Padişah ise “iki başlı devlet” yapısına şiddetle karşıydı. “Uzaktan kumanda”ya rıza göstermedi: Dolayısıyla çatışma başladı.
Çandarlı, daha önce devlet bürokrasisine yerleştirdiği yandaşlarını harekete geçirdi. Ve Padişah’ın “Feth-i Mübin”e yönelik tüm çabaları bir bir semeresiz kalmaya başladı. Bürokrasi yan çiziyor, emirleri yerine getirilmiyordu. Devlet içinde farklı bir yapının izleri hemen her alanda gözüküyordu.
Zağanos Paşa ile Padişah kafa kafaya verdiler ve devlet içindeki “derin yapılanma”yı temizlemeye karar verdiler.
Harekete geçtikleri gün, işlerinin hiç de kolay olmadığını fark ettiler: “Derin yapılanma” devletin kılcal damarlarına kadar nüfuz etmişti.
Çaresiz devletin kendilerine ait olan gücüyle fetih yoluna düştüler. Genç Padişah, “Ya alırım ya ölürüm!” diyerek risk almasaydı, fetih en az elli yıl daha bekleyecekti.
Fakat fetih esnasında bile Çandarlı Halil Paşa yapacağını yapacak, muhasaranın uzamasını, fazla can kaybı verilmesini bahane ederek, Padişah’ı sürekli geri dönmeye zorlayacak, nihayet bu inadının peşinde kellesini verip 1 Haziran 1453 tarihinde idam edilecektir. Mezarı İznik’tedir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.