Yılan hikâyesi!
Cihan Harbi’nin, Seferberliğin, şimdiki yaygın söyleyişle 1. Dünya Savaşı’nın 100. Yılındayız. “Umumî harp” 1914 yazında başlıyor. Osmanlı güzün kendini savaşın içinde buluyor.
Savaşın gidişi kadar, harb öncesi ilişkilerin seyri de önemli. Fransız-Rus ittifakına İngilizlerin katılması bir dönüm noktası (1904). Üç devlet, Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya ittifakının aleyhlerine sonuç doğuracak girişimlerine karşı ortak hareket kararı aldıkları için birlikteliklerini “ittifak” değil “itilaf” olarak adlandırdılar.
Bugünkü türkçede bunun karşılığı var mı?
TDK sözlüğünde her iki kelimenin açıklamaları neredeyse aynı. (İttifak: Anlaşma, buluşma, bağlaşma. İtilaf: Anlaşma, uyuşma, uzlaşma.)
İttifak “vefk” kökünden. Uygun gelme, uygunluk, mutabakat anlamları var. İtilafın ülfetle, telifle (uzlaştırma, bağdaştırma) ilişkisi kolaylıkla kurulabilir.
İttifak, “birleşme, birlik, ittihat” anlamı taşıyor. Aktif, fail, etken bir kelime. İtilafda ise bu anlam yok. Fakat “çılgın türk”çüler için fark etmiyor. İkisine de anlaşma veya bağlaşma devletleri deyip geçebiliyorlar!
Osmanlı Devleti’nde ipleri elinde bulunduran İttihatçı cuntanın gönlü Almanya’nın başında bulunduğu İttifak’tan yana idi ise de, İtilaf devletleri nezdinde de bir hayli teşebbüste bulundular. Sonuç belli idi. Taraflar, Osmanlı mirasını paylaşma hususunda anlaşmıştı!
Savaşın Osmanlı için iç savaş görüntüsü veren tarafları dikkatten kaçırılamaz. 19. Yüzyılın sonunda pişirilen Ermeni meselesi, harp dolayısıyla kotarılmaya çalışıldı. Doğu bölgelerinde Ermeni çeteciler Osmanlı’nın savaş halinde olduğu Ruslarla işbirliği yaptılar.
“Hayır bu olmadı!” diyen varsa beri gelsin. Elbette İttihatçıların uygulamalarını masumlaştırmaya çalışmıyoruz. Fakat ortada apaçık bir gerçek var.
Türkiye’nin nüfusu Osmanlı sayımına göre 1910’larda 13 milyon 300 bin civarında. Bunun 1 milyon 200 bininin Ermeni olduğu anlaşılıyor. Yani yaklaşık onda bir. Doğu illerinde de olsa, Ermenilerin çoğunlukta olduğu bir merkez yok. Doğuda bazı şehir merkezlerinde oranlarının yüzde yirmibeş, yüzde otuz olduğu tahmin edilebilir. Bu nüfusun bir kısmı, Rusların çekilmesi ile onlarla birlikte gitmiş, Ermenistan devletinin nüfusunu oluşturmuştur.
1915’te tehcirin, yani göçürmenin Ermeni nüfusuna ciddi zayiat verdiği anlaşılıyor. Burada savaş halindeki bir ülkenin güvenlik meseleleri dikkatten uzak tutulamaz. Bunun yanında, aşiretlerin, çapul ve yağmadan beslenen çetelerin tehcire kan bulaştırdığı da biliniyor. Devletin resmi kuvvet kullanarak bir katliam uyguladığına dair bir işaret veya belge yok.
Asıl mesele şu: Şimdi Türkiye’ye “soykırım”ı kabul ettirmek isteyenler, özür diletmek için ayağa kalkanlar işi tamamen “masumiyet” üzerinden yürütüyorlar. Eğer Ermeni komitacıları masum ise, kan dökmemişlerse, Müslüman nüfus katledilmemişse, mesele yok! Elbette karşı deliller var ve müslüman ahalinin doğuda büyük zayiat verdiği herkesin malûmu.
İnsanlar üzerinde efsaneler, hurafeler hakikatlerden daha etkili olabilir. Dünyaya dağılmış olan Ermenilerin hakikatten çok efsanelerle kendilerini motive ettikleri anlaşılıyor. Hakikat gerekli dinamizmi üretmiyorsa, efsane elbette devreye sokulabilir! Nitekim öyle olmuştur. Bugün Ermeni meselesi bir yılan hikâyesidir!
Buna karşılık, milletlerarası bir sorun haline getirilerek Türkiye’nin boynuna sarılmak istenen bu mesele ile ilgili tutum artık net olarak ortaya konulmalıdır. Mukatele yani karşılıklı kıtaller, kırımlar olmuştur. Bu zamanın, tarihin bir cilvesidir. Ermeni toplumu istiklâl hayali ile bin yıllık komşularına karşı ayağa kalkmasa idi, başlarına böyle bir iş gelmesi elbette mümkün değildi. Müslüman halkla Ermeni ahalinin kültürel alışverişi çok yüksek seviyelere ulaşmıştı. Ama, savaş halindeki Osmanlıyı zayıflatmak, mağlubiyeti kesinleştirmek için kullanılan aletlerden biri Ermeniler olmuştur, ne yazık ki...
Konuya objektif yaklaşmakta Türkiye zorlanmaz. Fakat bunu Ermenistan’ın yapması mümkün mü? İşte bu imkansız! Türkiye’de Ermeni soykırımı bir iddia, fakat yakın zamanda Karabağ, Hocalı katliamları herkesin gözü önünde cereyan eden, iddianın ötesinde gerçek.
Bu yüzden ortalıkta dolaşan hayırhah görünümlü zerzevatın asıl niyetlerinin ne olduğunu anlamak güç değildir. Bu DurDe’ciler ne zaman ki, Ermenistan’dakilerin gerçeği görmeleri konusunda harekete geçerler, Türkiye’deki faaliyetleri de ancak o zaman olağanlaşır. Yoksa Türkiye aleyhdarı kampanyalara âlet olmaktan başka bir iş yapılmış olmaz.
Bu kadar lâfı niye ettik? 24 Nisan’a yakın günlerde Türkiye karşıtları hareket halinde. Onlar cezayı kesmişler: Ermeni soykırımını anma günü yapıyorlar. “Yapsınlar bakalım” deyip geçebiliriz. Geçtik de zaten! Fakat bir husus var ki, onu kısaca açıklamaktan vaz geçmeyeceğiz:
Güzide bir vakıf üniversitemiz bu grubun programı dahilinde 22 Nisan’da bir toplantı düzenliyor. “1915’te ne olmuştu, konu günümüzde niye güncel” başlıklı panelin konuşmacılarından biri tehcir sırasında müslüman olan bir aileden geliyor. İsmi Türk/Müslüman, kendisi ne, onu da o bilir. (Keşke ne cedleri, ne de kendisi zorla dayatılmış bir kimliğe mecbur olmasalardı.) Diğerleri yabancı. Bu toplantıda konuşulacaklarla ilgili ön fikir veriyor. Belki de böyle olmayacak.
Peki bu toplantı neden önemli?
Bu üniversitenin temelinde bugünkü Dışişleri Bakanımız Ahmet Davudoğlu’nun harcı var. Bu üniversitenin yaptığı bir iş, kolaylıkla onunla irtibatlandırılabilir. Türkiye’nin hassas dış siyasi gündeminde Davutoğlu böyle bir irtibattan zarar görür mü?
Bakalım göreceğiz!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.