Ankara’nın kapıları!
“Ankaralı türkücü” diye piyasa yaparak Ankara mûsıkîsini ve oyunlarını katledenlere mahsus nevzuhur bir “Ankara türküsü” değil bu!
Karabük’e kısa bir yolculuk dönüşü, önce Ankara’ya giriyoruz, sonra “Ankara kapısı”ndan geçiyoruz! Hepimizin ortak sorusu: “Biz zaten Ankara’da değil miydik?”
Karabük’ün yeni valisi, kitap dostu, daha da ötesi kitap sevdalısı... Orhan Alimoğlu’nu ta Avanos kaymakamlığından tanırız. Kitap bizde okul dönemine mahsustur. Mektep biter, kitap da rafa kalkar. Hele bürokrasi ile haşır neşir olanların kitapla, okumakla filan işi olmaz. Orhan Bey’in kitap muhabbetinde bürokratik kariyerinin gelişimi sırasında hiç bir eksilme görülmemiştir. Aksaray’da kazandığı “kitaplı vali”, unvanını Hakkari’de de sürdürmüştür… (Allah kitaplı valilerimizin sayısını artırsın!)
Valimizi tebrikten ve zihin açıcı kitap sohbetinden sonra, yeni (ve yeniden) seçilmiş belediye başkanı Rafet Vergili’ye uğruyoruz. Ve son durağımız Karabük Üniversitesi. Üniversite 7 yıllık. Fakat şöhreti sanki 70 yıllık!
Anadolu’nun bir köşesinde dağlar bayırlar arasında 30 küsur bin talebesi olan bir üniversiteyi 7 yılda inşa etmek! Yeni fakülteler, bölümler yeni arayışlar ve yeni yapılar… Otomotiv Mühendisliği, Raylı Sistemler Mühendisliği, Biyomedikal Mühendisliği, Tıp Mühendisliği, Ulaştırma Mühendisliği… Galiba bunların bir kısmı ilk defa Karabük Üniversitesi bünyesinde açılmış, bir kısmında ise hâlâ tek. Üniversite’nin ve rektörün uluslararası ödülleri var. Sonuncusu “Dünya çevre ödülü”…
Rektör Prof. Dr. Burhaneddin Uysal’la tanıştıktan, yaptıklarını gördükten sonra, “işte gözden kaçmış bir büyükşehir belediye başkanı” demekten kendimi alamadım. Binaysa bina, ağaçsa ağaç ve stadsa stad. Şehrin stadı 12 bin kişilik, üniversitenin 25 bin!
Her gidişin bir dönüşü var. Başta söylediğimiz gibi dönüşte fark ettik, Ankara’nın İstanbul kapısını!
Kapı da ne kapı be! Yersiz, zamansız, estetiksiz, fonksiyonsuz…
Ne kattı Ankara’ya? Ne var o kapıda Ankara’dan?
Sıfıra sıfır elde var sıfır!
Buna “belediyecilik” mi deniyor? Belediye şehrin altyapısını mükemmel yapacak, sonra insana yönelecek, güzelliğe yönelecek. Şehri güzelleştirecek, insanı yüceltecek. Kiçlerle piç etmeyecek.
Ankara Büyükşehir belediyesinin Estetik Dairesi varmış!
Eğer böyle bir daire varsa, bu estetik dışılıklar, çirkinlikler neyin nesi?
Ankara’da kapılar gibi lüzumsuz ve estetiksiz işlerden biri de saat kuleleri veya meydan saatleri...
Hele bir tanesi var ki, hem de Genelkurmay’ın meydanına dikilmiş. Kol saatlerinin büyütülüp denetlenmesiyle oluşturulan bir meydan saati!
Anlayacağınız şehrin meydanında bir harika! Fakat garabet harikası!
Bu estetiksizliğe, bu şehre saygısızlığa “yuh” demekten başka çare bulamıyorum.
Genelkurmay Başkanı olsam, “bu garabetin bir füzelik işi var” diye düşünürüm!
Gelelim mevcut başkanın çok sevdiği “Ankara’nın bağları”na.
Başkan Ankara’da doğmuş. 20 yıldır da başkan. Ankara kültüründen ne bilir? İşte bunu “Ankara’nın bağları” muhabbetinden çıkarabiliriz. Bu “türkü”yü seçim şarkısı yapmak istemişti. Belki de yapmıştır. Bu şıkıdım şıkıdım havası, asla Ankara müziğini temsil etmez.
Buyurun bakalım:
Ankaranın bağları da
Büklüm büklüm yolları
Ne zaman sarhoş oldun
Kaldıramıyon kolları
Böyle bir “Ankara türküsü”ne gerçek Ankara’yı anlatan hiç bir kaynakta rastlayamazsınız. Mesela merhum Şeref Erdoğdu’nun “Ankaram” isimli kitabında bir “Ankara bağları” türküsü var. İşte Yağcıoğlu Fehmi Efe’den alınan türkü:
Ankara’nın bağlarında üzüm var
Yaşım onbeş efelikte gözüm var
Eylen güzel sana bir çift sözüm var
Bura meydan değil sokak arası
Hem kurşun hem kama yarası
Vurdukları kama değil şiş idi
Beni vuran üç değil beş idi
Beşi de yanımda arkadaş idi..
Ankara’lı zorda: Hem kurşun, hem de kama yarası ile nasıl baş edecek?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.