Türkeş’ten, Bahçeli’ye... MHP’nin Ermeni meselesine bakışı!
Dünkü “Arşiv” sayfamızda okumuş olmalısınız... Sayın Rasim Özdenören, Yeni Şafak’taki yazısında; merhum Alparslan Türkeş’le ilgili “tarihi bir anekdot” aktarıyordu...
Rasim Özdenören’e göre;
“27 Mayıs 1960 kanlı darbesi”nin önde gelen simalarından Albay Alparslan Türkeş; Cumhuriyet Gazetesi’nden Cevat Fehmi Başkut ve Yaşar Kemal’in sorduğu, “Darbeyi ne zaman düşünmeye başladınız?” şeklindeki soruya şu karşılığı vermiş:
“Darbeyi; ezanı Türkçe okutmayı bırakıp, Arapça okutmaya başladıkları gün düşünmeye başladım.”
Bunu söyleyen Türkeş’in, aynı “darbeciler” tarafından nasıl “insanlık dışı muamele”lere uğradığını nasıl “sürgün” edildiğini herkes biliyor...
Kendisi de bir “darbeci” olmasına rağmen, “darbecilerden en çok çekenler”den biridir Türkeş...
EVREN’İN ELİNİ SIKMIŞTI!
“12 Eylül 1980 Darbesi”nde de “Evren Cuntası”ndan çok çekti... Darbenin ardından tutaklanmış, “idam”la yargılanmış, “hastane”lere düşmüştü...
“Evren Cuntası”na o kadar öfkeliydi ki, gazeteci Emin Pazarcı’ya şöyle açıklamıştı bu duygusunu:
“Bunlar beni buradan çıkarmayacaklar... Ellerinden gelse öldürecekler!”
Aradan yıllar geçtikten sonra, “MÇP Genel Başkanlığı” koltuğuna oturan Türkeş, Meclis’te verilen “23 Nisan Resepsiyonu”na katılır... Orada, “Cunta lideri Kenan Evren” de vardır...
Demirel’le tokalaşmışlardır!..
Acaba Türkeş ne yapacaktır?..
Şöyle der Türkeş;
“Kenan Evren, bu devletin Cumhurbaşkanı!.. Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı’na saygısızlık yapılmaz... Ben de gidip elini sıkmalıyım!”
Oysa Kenan Evren’in başında bulunduğu İhtilal Yönetimi, yıllarca hürriyetini elinden almıştı. Kendisini idamla yargılamıştı. Birlikte hareket ettiği kadrolara akıl almaz işkenceler yapmıştı.
Uzatmayalım...
Türkeş, gider ve elini sıkar Kenan Evren’in!..
Öyle ya;
“Şahsî öfke” başka,
“Devlet Başkanı”na saygı başka!..
Bu “anekdot”ları niye aktardım...
Kabul etmek gerekir ki;
Türkeş’ten sonra MHP’nin başına geçen Devlet Bahçeli de aynı “devlet terbiyesi”ne sahiptir!..
Ama;
“Sadece Ecevit’e karşı!”
“Ecevit’in karşısında ceketinin düğmelerini iliklediğini, yanında sigara içmediğini” biliyoruz...
Ama, aynı Devlet Bahçeli; meselâ Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Tayyip Erdoğan’a karşı aynı “saygı”yı göstermez, hele Erdoğan için, ağzına geleni söyler!..
Ne ölçü tanır, ne endaze!..
“Seçim süreci”nde bunu da gördük!..
KÖŞK’E NİYE GİTMEDİ?
Sırası gelmişken, “geçmişten bir olay” aktaralım:
Yıl Temmuz 2009’dur...
Bugünlerde olduğu gibi, o günlerde de “Çözüm Süreci” ve “Ermeni açılımı” gündemdedir!..
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, biraz kırgınlıkları gidermek, biraz da “çözüme katkı”larını öğrenmek için; “Gelin, konuşalım” diye haber gönderir MHP’ye... Ama, MHP, “Hayır, olmaz” diye diretir...
Ecevit karşısında, adeta “Hazırol”a geçen Devlet Bahçeli’nin bu direnişinin sebebi, “Çözüm Süreci ve Ermeni açılımına karşı oluşu”dur!..
Ne var ki;
Bahçeli’nin bilmediği veya bilmek istemediği ya da hatırlamak istemediği bir olay vardır...
Aslında, “Ermeni açılımı” konusunda ilk adımı atanlardan biri, merhum Alparslan Türkeş’ten başkası değildir.
Bugün AK Parti Gaziantep Milletvekili, o günlerde “gazeteci” olan Şamil Tayyar, 2009’da soruyordu:
“Türkeş yaşasaydı, ne olurdu?”
Cevabını da kendisi veriyordu:
“Muhtemeldir, Erivan’a giden ilk Türk büyüğü olurdu... İki ülke arasındaki ilişkiler, bugün çok daha farklı mecralarda sürebilirdi.”
Şamil, daha sonra “anekdot”lar aktarıyordu:
Bir dönem Türkeş’le yakın ilişkiler kuran, iki ülke arasında diyalog sürecini başlatan eski ODTÜ’lü ve sol görüşlü Samson Özararat’ın, yıllar önce medyaya yansıyan şu sözlerini hatırlıyor olmalısınız.
“Türkeş vefat ederse Türkiye ile diyalog en az 10 sene gecikir.”
Enteresan bir tesbit...
Çünkü bu sözler, 1997 Nisan’ında vefat eden Türkeş’in ölümünden bir ay önce sarf edilmiş!..
Yani, 1997’nin Mart ayında...
“Türkeş’le sohbet”ten etkilenen Özararat, ona “Ermenistan Cumhurbaşkanı ile görüşme”yi teklif etmiş...
Türkeş de, “tamam” demiş...
Gerisini Şamil Tayyar anlatıyordu:
“12 Mart 1993 günü Paris’teki gizli görüşmede ikili bir araya geldi. Türkeş’i Paris Büyükelçisi Tanşuğ Bleda ile birlikte Samson Özararat karşıladı. Resmi araçla Ermenistan Devlet Başkanı Ter Petrosyan’ın kaldığı Crillon Otel’e gittiler. Görüşmede Tuğrul Türkeş de sürekli not tuttu.
Türkeş, dostluk kurulabilirse; Ermenistan’a Türkiye’den transit kara ve deniz geçişi sağlanabileceğini, “Trans-Kafkasya Otoyolu’ projesinin hayata geçirilebileceğini taahhüt etti. Otoyolun yanında bir demiryolu, bir doğalgaz, bir de petrol boru hattı olacaktı. Ayrıca sınır ticareti geliştirilecekti.”
Görüyorsunuz ya;
AK Parti İktidarı, 2009’larda “Ermeni açılımı” ile ilgili “proje”leri yeni yeni tartışmaya açarken; Türkeş, “2009’dan 16 yıl önce”, evet 12 Mart 1993’te “fiili adımlar” atmış, hatta “pazarlık”lar bile yapmış!..
ÖVGÜ VE TEŞEKKÜR
Türkeş’in “Ermenistan Devlet Başkanı Ter Petrosyan ile görüştüğü 12 Mart 1993 tarihi”nin üzerinden, tam tamına “21 yıl” geçmiş ve 21 yıl sonrasının 23 Mart 2014’ünde Başbakan Tayyip Erdoğan; biraz da “Ermeni Diasporası’nın istismarı”nı önlemek için, bir “taziye mesajı” yayınlamış!..
Ve bu taziye, “bütün dünyada” olduğu gibi, Türkiye’de de büyük yankı buldu...
Bu taziye, öyle “övgü”ler aldı ki, mesela “Ermeni İşadamı Leon Armanlı, Erdoğan’ın “taziye mesajı” üzerine, “gazete ilanıyla teşekkür” edip, dedi ki;
“Siz hakikaten adam gibi adamsınız ve delikanlısınız. Atatürk’ten sonra gelmiş geçmiş en büyük devlet adamısınız.”
Daha önce de, “soykırım” iddialarına “pankartlı tepki” gösteren Armanlı, “Bazı Ermenilerin tepkileri” üzerine de şöyle konuşmuş:
“Bu hükümet döneminde kendimizi insan gibi hissettik... Erdoğan, karizması 10 numara bir adam... Kim ne derse desin; Ermeni Cemaati Başbakan’a hayran... Yakışıklı adam işte!”
“Birkaç gazeteye teşekkür ilanı” veren “Ermeni vatandaş”lardan biri de, Yedikule Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Vakfı Başkanı Bedros Şirinoğlu idi ve o da şöyle diyordu:
“Bizlere ilkleri yaşatan Saygıdeğer Başbakanımız güzel adam Sayın Recep Tayyip Erdoğan... Taziye mesajınıza en içten teşekkürlerimi arz eder, ben ve ailem adına; kötü günlerde hayatını kaybeden Müslüman kardeşlerimin torunlarına taziyelerimi sunarım.”
Sadece Leon Armanlı ve Bedros Şirinoğlu değil, “Ermeni gazeteci Markar Egeyan” da,Erdoğan’a; “Cumhuriyet’in en büyük tabusunu kırıp attığı” için “teşekkür” ediyor, bu “değişime direnenler”in; aslında, Erdoğan’dan değil, “kendilerinden nefret ettiğini” söylüyordu...
FEDAKÂRLIK, KARŞILIKLI!
Önceki gün Başbakan Tayyip Erdoğan’la 1,5 saat görüşen Ermeni Patrik Vekili Aram Ateşyan ise; görüşmeden sonra gazetecilere yaptığı açıklamada şöyle diyordu:
“İnanıyorum ki Sayın Başbakanımız tarafından başlatılan bu ilk adım, cemaatimizin çoğunluğu tarafından takdirle karşılandı... Patrikhane olarak takdirle karşılıyoruz. Sayın Başbakanımız, her zaman ilklere imza attığı gibi bu sefer de ilk kez bir Başbakan, 24 Nisan’da Ermenilerin acısını paylaştı. Peygamberin gönderdiği güvercin gibi zeytin dalı uzattı. Biz bunu görmemezlikten gelemeyiz. Bu barış sembolüdür, zeytin dalı. Bu dalın kurumasını istemiyoruz, onu dikip meyve vermesini istiyoruz artık.
Şimdi ortada bir ceset var ve aşırı kokmaya başladı ve herkes bu kokudan rahatsız.
İki toplumun yan yana gelmesi lazım. Ne şekilde dua edecekse etsin, ancak bu cesedin çürümeden, kurtlanmaya başlamadan gömülmesi lazım... Dostluk kurmak için neler feda etmek gerekiyorsa, iki taraf da fedakarlık yapacak.(...)
İki taraf da fedakarlık yapacaklar ki, dostluk köprüsü kurulsun.”
BAHÇELİ’DEN SERT TEPKİ
Tabiî, Erdoğan’ı “övenler” olduğu gibi, “sövenler” de vardı... Bunların başını da, maalesef Devlet Bahçeli çekiyordu...
24 Nisan günü, Çankırı’da; “Erdoğan’ın 1915 olaylarına ilişkin taziye mesajını nasıl değerlendirdiği” sorulan Devlet Bahçeli, şu cevabı veriyordu:
“Türkiye’de birçok çevre, ‘hepimiz Ermeniyiz’ diyordu. Sanırım Başbakan da aynı şeyi Başbakanlık makamı olarak söylemeye başlamıştır ki bu büyük talihsizliktir. Başbakan’ın mesajı Türk milletinin ve Türk tarihinin gerçeklerini yansıtmaktan uzak kozmopolit ve köksüz ifadelerle doludur. Türk milletini İmralı canisinin çürümüş üslubundan ilham alarak yok saymıştır. Sırf Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde, değişik çıkar ve güç lobilerinin desteğini alabilmek için sözde Ermeni soykırım uydurmasını tanıma ve özür dileme sınırına gelmiştir. Ecdadımıza nankörlük yapmış, Türk tarihine zehirli ve bölücü bir nazarla yaklaşmıştır. Bu millete bu kadar eziyet fazla.”
TÜRKEŞ-BAHÇELİ FARKI
Bu sözlerin üzerine hiç bir yorum yapmak istemiyor ve Sayın Bahçeli’yi; “Alparslan Türkeş’in 12 Mart 1993’teki Paris girişimi” ile baş başa bırakıyorum...
Ama, merak da ediyorum;
“Ermenilerle diyalog”da ilk adımı atan Alparslan Türkeş de mi “kozmopolit ve köksüz”dür... Türkeş de mi “nankör”dür, Türk tarihine, o da mı “zehirli ve bölücü bir nazar”la bakmıştır?.. O girişimi ile, Türkeş de mi “millete eziyet” etmiştir?..
Sayın Bahçeli; “Türkeş’in 12 Mart 1993’te Ter Petrosyan ile yaptığı görüşmenin notları”nı Tuğrul Türkeş’ten istesin, okusun ve “Erdoğan’ın girişimi”ni bir daha gözden geçirsin!..
İnsanlar unutsa da,
“Arşiv”ler unutmuyor!..
****************************************************************************************
Sadık Özmen açık ve net konuştu: Paralelci değilim
Önümüzdeki günlerde “hastanelerde neler oluyor?” konusuna gireceğim ama, bugün, yine Konya’dan söz etmek istiyorum...
“Prof. Dursun Odabaş’ın görevden alınması” ile başlayan tartışmalar devam ediyor...
“Kim” aldı, “nasıl” aldı, bunun “belge”leri elime ulaştı...
İnşallah ileride yayınlayacağım...
“Dursun Hoca”nın yerine gelen Prof. Dr. Sadık Özmen ise; hem “telefon” etti, hem “açıklama” gönderdi.
Ben, kendisi için “Paralelci” demedim, tam aksine “Paralelci olmadığına dair sağlam referansları var” dedim.
Ama yine de, Sadık Özmen, “Paralelci izlenimi” oluşmasından da “rahatsız” olmuş...
Dedi ki; “2010 yılında, halen CHP Milletvekili olan Metin Lütfi Baydar’ın rektör olduğu dönemde, Süleyman Demirel Üniversitesi’nden profesör unvanı almam, beni nasıl CHP’li yapmazsa, 28 Şubat Süreci’nde, yeni kurulmakta olan Vakıf Hastanesi’nde, ailemin nafakasını kazanmak için çalışmış olmam da beni Paralelci yapmaz.”
Anlaşılan o ki, Sadık Özmen; kesinlikle “Paralelci” değil... Zaten ben de olduğunu iddia etmedim... Tam aksine; “Paralelciler’in dışlama ve baskılarına” maruz kalmış!
“Görevden alma”lara gelince... Önceki ekibi “yetersiz” görmüş ve “kendi kadrosu” ile çalışmak istemiş!..
Şimdilik durum budur... Sadece “Konya’daki” değil, “diğer hastanelerdeki” gelişmeleri de takip ediyorum...
“İhanet” derecesinde uygulamalar var ki, inşallah onları da yazacağım... Bu defa, “belge”leriyle!’..