Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Yılda kaç kez Paris’e gidip Fransızlara para kaptırıyorsunuz?

Yılda kaç kez Paris’e gidip Fransızlara para kaptırıyorsunuz?

“Kimseye bulaşmayım, kimseyle dalaşmayım” diyorum ya kutsalıma bulaşıldığında dayanamıyorum…

Geçenlerde Leman Sam’ın, “Hacca/umreye gidip Araplara para vermek istemem” dediğini okuyunca, “Hâlâ Müslümanların kutsalına dil uzatarak entelektüel boyut kazanacaklarına inananlar varmış” diye hayret ettim.

Cümlenin öznesini alalım önce: “Para kaptırmak”…

Amaca da bakalım: Para kaptırmamak suretiyle, kim bilir hangi sebepten dolayı kin tuttuğu Arapları cezalandırmak!

Yani parayı bir “silah” olarak kullanmak: Bir nevi ambargo…

Etkili olma şansı sıfır bir ambargo!

Çünkü zaten Araplar, kapasitenin üzerinde talep olduğu için, Müslüman ülkelere belli kontenjanlar veriyor ve o kontenjanların üzerine çıkılmasını istemiyor.

Bu yüzden her yıl bir sürü sıkıntı yaşanıyor.

Adamlar net biçimde “gelmeyin” diyorlar, onca nakit parayı geri çeviriyorlar.

Bu durumda “gelmiyorum” demeniz Araplara ceza değil, mükâfat oluyor.

Ama Leman Sam’ın cümlesinde bir “istihfaf” bir “aşağılama” tınısı var ki, bunun amacını “ırkçılık” uzmanlarıyla konuşmak daha doğru olur.

İnanmadığı için kimseyi suçlamak aklımın köşesinden bile geçmez…

Çünkü benim nazarımda herkes inanmama özgürlüğüne sahiptir…

Herkes cennetle cehennem arasında özgürce tercih yapma hakkına da sahiptir: Kısacası Cehenneme gitmeyi seçenin cehenneme kadar yolu var!

Beni hiç mi hiç ilgilendirmez. Hiç mi hiç derdim olmaz! Ama biri kendi inançsızlığı ekseninde kutsalıma dil uzatırsa susamam; çünkü “dilsiz şeytan”a dönüşmek anlamı içerir…

Meselâ, biri (Egemen Bağış dedi diyorlar) “Bakara-makara” diyerek “Bakara Suresi”ni makaraya alma küstahlığında bulunursa ya da inancımı, ibadetimi ve mübarek bildiklerimi alaya alırsa, işte orada külahları değişiriz!

Çünkü bu inançsızlık göstergesi değil, “cahiliye devri”nden kalma bir intikam biçimidir!

Geçmişimizde de vardı. Kimi aymazlar, ezandan rahatsız oldukları şeklinde son derece saygısızca yazılar yazarlardı.

Bunlar tam bitti derken, Seferhisar’ın (İzmir) Doğanbey’inden bir haber geldi. Cami yakınındaki bir otelde kalan çift, ezan sesinden rahatsız oldukları gerekçesiyle turizm şirketine dava açmışlar…

Hem de Almanya’da: Bereket versin çift Almanmış. Hannover Yerel Mahkemesi davayı reddetmiş. Ret gerekçesi, aramızda yaşadıkları halde, değerlerimize yabancılardan daha yabancı kalmış olanların anlayamayacağı kadar hakkaniyetli:  

“Nasıl çan sesi Hıristiyan ülkelere mahsus bir ses ise, ezan sesi de Türkiye’ye özgü bir sestir”.

Bu kadar…

Vebal

Atatürk’ün Samsun’a gidişiyle ilgili, tarihçilerin cevaplaması dileğiyle, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Sayın Mehmet Ali Şahin soruyor:

“Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a kaçarak mı gitti? Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları Samsun’a Osmanlı’ya rağmen, saraya rağmen, işgal altındaki İstanbul yönetimine rağmen mi gitti? Bu soruların cevabı doğru verilmeli.”

Çoktan verildi o ve benzeri bazı soruların cevabı Sayın Başkan. Belgeleri de yayınlandı. Ama çocuklarımıza hâlâ “Pusulasız, haritasız, elektriksiz, tayfasız çürük Bandırma Vapuru” masalı anlatılıyor!

12 yıllık iktidarınıza rağmen, ders kitapları vasıtasıyla, devletimiz kendi çocuklarına hâlâ yalan söylüyor!

Bilin bakalım: Vebali kimin boynuna?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi