Churchill’in devam eden vasiyeti
Muhammed Zahid el Kevseri’nin Musa Bin Meymun’un Delaletü’l Hairin adlı eserinin müstakil olarak basılan Yirmi Beşinci Mukaddimesi’ne yazdığı önsöz ve yaptığı tahkikatı okurken İseviye adlı Yahudi fırkasının kurucusuyla ilgili satırlarına denk geldim. Kevseri merhum İseviyye fırkasının kurucusu olan Ebu İsa İshak Bin Yakup İsfehani’nin hayatına temas ederken onun bir fitnesine değinir. O da şudur: Hazreti Muhammed (S.A.V.) gönderilmiş bir nebi ve peygamber olmakla birlikte sadece ve hassaten Araplara gönderilmiştir. Risaleti ve peygamberlik sınırları Arapların dışına çıkmamış ve taşmamıştır. Merhum Kevseri bu görüşü çürütürken şöyle demektedir: “Belli ki Araplarla Arap olmayan Müslümanlar arasına fitne katmayı ve onları birbirinden ayırmayı hedeflemektedir. Müslümanları, Arap ve Acem olarak birbirine düşürmeyi amaçlamaktadır. İslam kardeşliğini dinamitlemek ve etkisiz kılmak istemektedir. Halbuki, Kur’an nassıyla Hazreti Peygamber kaffe-i beşere gönderilmiştir…” Âyet ve hadisler ışığında bu tezin butlanını anlatır. Bunların en ilginçlerinden birisi Hazreti Bilal’ın Hazreti Ebubekir (R. Anhumu) tarafından satın alındıktan sonra azat edildiğinde Hazreti Ömer’in sözleridir: Efendimiz, efendimizi azat etti…” Yani köle ve onun ötesinde Acem olsa da Hazreti Bilal Hazreti Ebubekir gibi ümmetin efendilerindendir. İlahiyatçı akademisyenlerden Halil İbrahim BULUT bahse konu Yahudi fırkasıyla alakalı olarak bir ilmi makale kaleme almıştır: Bir Yahudi Mezhebi Olarak Îseviyye Fırkası.
¥
Maalesef İslam mesajını daraltmak, Araplara hasretmek isteyenler sadece Yahudilerden ibaret değil. İsmi Müslüman olduğu halde Müslümanlar arasında İslam bağını koparmaya yeltenen yerli zındıklar veya türedi oryantalistlerden de geçilmiyor. Bunlardan birisi Muhammed Ahmet Halefullah olup İsfehani adlı Yahudi’nin tezini ve sözünü Kuveyt’te yayınlanan el Arabi dergisinde tekrar etmiştir (http:// www.darululoom-deoband.com/arabic/magazine/tmp/ 1326686228fix3sub1file.htm). Sadece dini değil günümüzde siyasi düzeyde de Müslümanları birbirinden ayırmak ve koparmak için bin bir dolap ve fitne tezgâhlanmaktadır. Bir İngiliz siyaseti olarak Araplara Türk, Türklere de Arap nefreti aşılanmıştır. Yaklaşık olarak İngilizler tarafından bu nefret, 1881’de Mısır’ı işgallerinden itibaren pompalanmaktadır. Vahdettin Han, hatıratında bu meseleye veya milletlerin Osmanlı’ya öfkesine temas eder. Bu öfke günümüzde küreselleştirilmiş ve İslamofobya halinde ete kemiğe bürünüp karşımıza çıkmıştır.
¥
İsfehani ve Muhammed Ahmet Halefullah’ın bu İslami olmayan dini görüşünü Churchill siyasi alana taşımış ve uyarlamıştır. ‘İkinci Dünya Savaşı Hatıraları: Savaştan Savaşa 1919 – 1939’ adlı eserinde bu tezini veya vasiyetini satır aralarında işlemiştir. Vasiyeti olarak tarihe geçen görüşlerinde zinhar Türkler ile Arapların birbirinden ayrılmasının İngilizler açısından hayati derecede ehemmiyet arzettiğini ifade etmiştir. Arap-Türk beraberliği Osmanlı’nın yeniden dirilmesi demektir. Bu Akif ve Bediüzzaman’ın vasiyetidir ki, Churchill’in vasiyetini nakzetmektedir. Onlar Araplar ve Türklerin organlar halinde bir araya gelerek ancak tek bir beden olabileceklerini söylemiştir. Bu zaten bir hadisin de mefhumudur. Müslümanlar tek bir ceset gibidirler organlarından birisi humma ve uykusuzluğa yakalandığında sair organlar da bu sızı ve ağrıya karşılık verir ve ortak olurlar. Demek ki havzasının barındırdığı ırklar halitası ve haritasına rağmen İslam tek bir çatı ve bedendir. Lakin bu organların bir araya gelmesi başkalarının hayat alanına ve bazen Bush II’nin ifade ettiği gibi hayat tarzını tehdit etmektedir! Churcihll’e göre, bu yapının bütünlük arz etmesi hayat alanlarını kurutmaktadır. Halefi Bush II’ye göre de, onların hayat tarzını tehdit etmektedir. Churcihll’in vasiyetini ilk kez yıllar önce el Alem dergisinde okumuştum. Bu şu terkipte ifade edilmiştir: Türkler tarih sahnesinde 250 kilo olarak kalmalıdır. 300 kiloya çıkacak olurlarsa çevrelerine sarkarlar. Bu çıkarlarımızı tehdit eder. 200 kiloya inerlerse Boğazlar’ı koruyamazlar ve yine çıkarlarımız zedelenir. Bu sefer Ruslar onlara sarkar. İngilizlere göre Sırplar nasıl ki Balkan kapılarının bekçileri ise Türkler de, Ruslar ve bölgesel müttefiklerine karşı Anadolu’nun bekçileridir. Esat ise potansiyel Türk-Arap beraberliğine karşı İsrail’in veya bulunduğu bölgenin tamponu ve bekçisidir. Demek ki Churchill’in vasiyeti halen devam ediyor ve bunun emareleri Suriye’de görülmektedir. Churchill’e göre, Türkler Arap dünyasına uzanmamalı ama Ruslara karşı Boğazlar’ı beklemelidir. 1853 yılından Kırım krizinden beri İngilizler Rusların sıcak denizlerine inmesine ve güneye sarkmasına karşı Osmanlı’yı tampon olarak görürler. Osmanlı’nın yıkılması mukadder olunca ve bir de Almanların kıta içinde yükselmesiyle birlikte İngilizler koruma politikası paylaşma politikasına çevirirler. Paylaşımdan sonra Osmanlı’nın minyatürü olan Anadolu’ya veya Türk Cumhuriyeti’ne yeni dönemin şekillenmesi ışığında Boğazlar’ın bekçisi rolü verilir. 100 yıl sonra bu dönemin de sonuna gelinirken İngilizleri ve haleflerini daha ziyade endişelendiren Rusya’nın imparatorluk hevesleri olmayıp bilakis Osmanlı’nın diriliş tehlikesidir. Bundan dolayı Blair, Osmanlı havzasına (hinterlandına) karşı Putin’e de rol biçmektedir. Hâlâ hayat alanları budur. Ukrayna ile Suriye farkı buradan doğmaktadır.
Ortadoğu’nun aslanı Türklerdir ve Churchill’in vasiyetini uygulayan dünyanın yeni ve eski efendileri bölgenin aslanı Türkiye’yi Suriye’de İran çakalına boğdurmak istemektedirler. Hâlâ Esat’ın yerinden sökülememesi ve ırgalatılamaması bundandır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.