Taziyenin altında kimler kaldı?
Aydınlanma ve ilerleme ideolojisinin neticelerinden biri olan ‘Türk Ulus Kimliği’ tarafından üretilen ve kronikleştirilip kangrene dönüştürülen kimi sorunların çözüme kavuşturulmasına hız verildiği günlere şahitlik ediyoruz. Aydınlanma ve ilerlemeye taparcasına bağlı seküler kesimlerin her zaman aşağılamayı marifet bildiği, alay konusu yapmayı alışkanlık haline getirdiği ‘İslamcı-dindar’ aktörler asırlık yaralara cesaret ve ferasetle neşter vuruyorlar.
Başbakan Erdoğan’ın bir asır önce Ermeni toplumuna yönelik tehcirle ortaya çıkan derin acı ve büyük kayıplara yönelik olarak yayımladığı mesajın basit bir manevra olmadığı yakın zaman içinde özellikle entelektüel zeminde hegemonya kurmuş kimilerince daha iyi kavranacak. Meselenin Ermeni sorunu üzerinden gelişebilecek uluslararası baskıları savuşturmaya yönelik taktik bir hamle olmaktan öteye siyasi-ahlaki duruşu uzun erimli bir stratejiye dayandığını görünmez kılmak isteyenlerin değersiz kılmak üzere çıkardıkları gürültüler yine baskın çıkacak gibi gözüküyor. Ama sadece ‘gibi görünüyor’ çünkü bu suni imajın kalıcı ve inşa edici bir karakteri bulunmuyor.
Tehcir’e ağlayan, müsebbiplerini alkışlayan
Ermeni sorununa dair Başbakan Erdoğan’ın yürüttüğü siyasal söylem ve pratikle Dersim katliamına yönelik yürüttüğü siyasal söylem ve pratik birbirinden bağımsız değil tam aksine birbirini tamamlar niteliktedir.
Hatırlatmakta fayda var: Ermeni tehcirini ve Dersim katliamını mümkün kılan ideolojik formasyonla Başbakan Erdoğan’ın ve temsil ettiği geniş Müslüman toplumların herhangi bir ideolojik veya sınıfsal akrabalığı bulunmuyor. Erdoğan ne Türk ulusal kimliğini ne de bu ulusal kimliğini üreten aydınlanma ve ilerleme (genel manada pozitivizm) siyasetini benimseyip temsil ediyor. Tersine Erdoğan en çok da bu resmi ideolojik formasyonun ürettiği otoriter ve totaliter iktidar sınıflarının ‘laiklik-çağdaşlık’ adına mağdur ettiği toplum kesimlerinin içinden çıkıp gelmiş bir siyasi lider.
Genelde AK Parti hükümetleri özelde Başbakan Erdoğan’ın Ermeni-Rum Cemaatlere yönelik Kemalist iktidar sınıfları tarafından uygulanan bütün baskı, gasp ve yok sayıcı kanunları, teamülleri ve boğucu iklimi tersine çeviren süreci nasıl yürürlüğe koyduğunu şöyle bir düşünelim. Her ne kadar AB Süreci, uyum yasaları gibi gerekçeler sürekli vurgulandıysa da esasta malum sebeplerle ifade edilemeyen İslami temelleri ve kimliği görmezden gelmek tercih edildi. Ama bütün Batıcılığına hatta matah bir işmiş gibi lanse edilen AB ve ABD müttefikliğine rağmen hiçbir siyasi kadro ve hükümetin girişemediği bir işe girişmesini mümkün kılan aidiyetlere kör ve sağır kesilmekten hâlâ fayda umanlar var.
Ermeni tehcirine karşı çıkıp bu tehcir politikalarını üreten kadroya ve resmi ideolojiye askeri darbe süreçlerinde dahi bitişik nizam duranlarda en temelde ciddi bir tutarlılık ve ahlak sorunu var. Aynı durum Dersim katliamı için de geçerli. Tehcir ve katliama güya karşı olan ve bu vesilelerle piyasada prim yapanlar iş bu tehcir ve katliamları tetikleyen Türk ulus kimliği, Kemalizm ve iktidar sınıflarına dair hiçbir esaslı eleştiri ve muhalefet sergilemiyorlar. Türkiye’de devletin ‘makbul vatandaş’ üretmek maksadıyla sıkı sıkıya sarıldığı ötekileştirme tecrübesi herkes biliyor ki dar manada Ermeni-Rum geniş manada Kürt ve Müslüman düşmanlığı üzerinden mümkün kılındı.
Ermeni sorunuyla yüzleşmeye yönelik ciddi adımlar atarken intikam duygularına ya da aşağılık kompleksinin doğurduğu ‘itirafçılık’ kompleksine kapılmaksızın siyaset üretmek bütün bir toplumun maslahatı için zaruretti. Bu hedefe ulaşılması noktasında sağlam bir altyapı çalışmasına girişilmesinden bizar olanların ne Ermeni toplumuna, ne Alevi kesimlere ne de Kürt halkına kılavuzluk, dostluk, yoldaşlık yapması mümkündür. Çünkü bu mantalite sorunu çözümsüzlüğe ve çatışmaya sürüklemekten başkaca bir gayeye hizmet etmiyor.
Katil İttihatçılar, dirensin Baasçılar
Başbakan Erdoğan’ın attığı her adımı itibarsızlaştırıp yaftalamakla görevli profesyonel bir aydın kadronun varlığı toplumsal ve siyasal dönüşümün önündeki en önemli engeldir. Her zaman olduğu gibi şimdi yine samimiyet testleri gündemi işgal ediyor.
Taziye’yi ve taziye mesajıyla birlikte açılmak istenen entelektüel tartışma ve siyasi pozisyon değişimlerini mahkûm edici girişimler hemen sahne aldı. Düne kadar PKK ve BDP’ye “Niçin Açılım Süreci’ne ikna oldunuz?” diye çıkışanlar şimdilerde Ermeni Kilisesi ve Cemaatine dönüp, “Taziye mesajına itibar etmeyin, gerilimi tırmandırın” kabilinden ‘tavsiyelerde’ bulunması hiç de şaşırtıcı değil. Kemalizmin bir asırdır sürdürdüğü inkâr ve asimilasyon politikalarına AK Parti Hükümeti ve Başbakan Erdoğan’ın insani, ahlaki ve İslami temelde yükselttiği muhalefeti tahkir ve tahfife mevzu edenler hakikatte neyi temsil ediyorlar?
99 yıl önce tehcirle birlikte Ermeni halkına yaşatılan acılara karşı çıkanlar bu dönemde Baas/Esed rejimi tarafından Suriye halkına reva görülen yıkım, katliam, işkence ve tehcire karşı enteresandır kıllarını dahi kımıldatmıyorlar. Kemalistler kadar sol-sosyalist cephenin tamamı liberal cephenin de önemli simaları neredeyse Baas rejimini aklamak adına bir taraftan mazlum ve muhacir Suriye halkını diğer taraftan da despotizme değil Suriye halkına destek olan Başbakan Erdoğan’ı katliamla suçluyorlar.
Başbakan Erdoğan’ın Ermeni toplumuna yönelik taziye mesajının altında kalanların sadece Kemalistler olduğunu zannedenler ciddi bir yanılgı içinde. Taziye mesajının altında kalanlar asıl olarak sol-sosyalist kesimler ve Türk Tipi Liberaller’dir. Statükonun değiştirilmesi yönünde atılan her adımda despotizme yanaşmanın farklı yöntemlerini icat etseler de ulusolcu ve liberal kesimler aslında sadece hızlı bir çürüme ve kokuşmayı temsil etmektedirler. Ancak bu süreci geciktirmeye yönelik mevzi başarılar elde edebilseler dahi nihayetinde akıbetleri bellidir: Tarihin karanlıklarına gömülmek.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.