Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Nerede vicdansızlık ve namussuzluk var, Metin Feyzioğlu orada!

Nerede vicdansızlık ve namussuzluk var, Metin Feyzioğlu orada!

Günlerdir düşünüyorum... Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun, Başbakan Yardımcısı Emrullah İşler’in ifadesiyle, bir “mikrofon sapığı” gibi davranıp; yaptığı o “edepsiz” konuşmayı acaba hangi örnekle anlatabilirim?..

“Fıkra”lar aradım, “atasözleri” aradım, “misal”ler aradım!..

Bulamadım...

Bir ara; “Başka bir kuşun yuvasına yumurta” bırakan ve “yavrusunu” başka bir kuşa büyüttüren “Guguk Kuşu” örneği geldi aklıma... Tamam, Feyzioğlu’nun “fırsatçılığına” çok iyi bir örnekti ama, o hikâye “Paralel Yapı”ya hastı ve en iyi onları anlatıyordu... Çünkü Guguk Kuşu, sadece “fırsatçı” değil, aynı zamanda rakiplerini ortadan kaldıran bir “hayvan”dı!..

DENSİZLİK DEĞİL, YERSİZLİK!

Örnek aramaya devam ederken, Mehmet Barlas’ın, önceki günkü Sabah’ta aktardığı bir “fıkra” takıldı gözüme...

“Tamam” dedim, işte bu!..

Fıkra şu:

Bir papaz, “kilise”nin “günah çıkarma hücresi”nde, bir “kadın”la “uygunsuz vaziyet”te yakalanmış!..

Papazı bu vaziyette gören bir Hıristiyan, hemen bağırmaya başlamış;

“Yuh!.. Bu ne densizlik?”

Papaz başını kaldırmış ve;

“Densizlik değil, yersizlik, yersizlik!” diye cevap vermiş!..

Gerek Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın, gerek Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun, AYM ve Danıştay salonlarında yaptıkları “densizlik” ve “edepsizlik”ler de, herhalde “yersizlik”ten olsa gerek!..

Kılıç ve Feyzioğlu; “seçilmişlere fırça atma toplantısı” gibi bir toplantıyı başka bir yerde düzenleseler, gayet iyi biliyorlar ki, hiç kimse gelmez, “bomboş koltuklara” konuşurlar!..

Ama, çok iyi biliyorlar ki;

AYM ve Danıştay salonlarında “üst düzey devlet yöneticileri” bulunacak ve onları “mecburen” dinleyecekler!..

İşte onlar da;

“Fırsat bu fırsat” deyip; yumdular gözlerini, açtılar ağızlarını!..

Resmen ve alenen;

“Tribünlere” oynadılar, “çatı”lara oynadılar, “ideoloji amigoluğu”na soyundular!..

Açık ve net:

“Cüppe”lerini “siyasi yatırım” olarak kullanma cür’etini gösterdiler.

Yaptıkları elbette “edepsizlik”ti, elbette “densizlik”ti!..

Ama, ne yapsınlar ki; bu edepsizliği, bu densizliği sergileyebilecekleri bir “yer”leri yoktu!..

Anlayacağınız; “edepsiz, densiz ve yersiz” konuşmaları, “yersizlik”tendir!..

ŞU “ÇAKILDAK”LAR OLMASA!

Ne var ki; hemen her zaman ve her yerde söylediğim bir söz vardır: Bir insan, bir “misyon” yüklenecekse veya bir “makam”a gelmeyi “hedef” olarak seçmişse, arkasında asla “çakıldak” olmayacak!..

Çünkü; daha çok “koyun, inek ve öküz”lerde görülen “dışkı ve sidik karışımı”ndan oluşan o “çakıldak”lar sürekli sallanır ve “geçmişini” ele verirler!..

İşte gördünüz;

Haşim Kılıç’ın geçmişte “nerelerde” olduğu, “kimlerle” bir arada bulunduğu, “fotoğrafları” ile çıktı ortaya!.. O geçmiş, herhalde sürekli vurulacaktır yüzüne...

Metin Feyzioğlu da öyle...

Onun da gerisi “çakıldak”larla dolu ve sürekli sallanıyor!..

TESTERELİ KATİLİN BABASI!

Buyrun, “çakıldak”ların ilkine bir bakalım ve Feyzioğlu’nu oradan değerlendirelim:

Tarih, 3 Mart 2009...

Yer, Etiler...

Münevver Karabulut adlı 18 yaşındaki genç kız, “sevgilisi” olduğu iddia edilen Cem Garipoğlu tarafından öldürülüyor.

Hem de, nasıl bir öldürme!..

Cem Garipoğlu; genç kızın önce “kafa derisini bıçakla yüzmüş”, sonra da “testere ile bedenini üçe bölmeye” çalışmış!..

Yetmemiş; bu durumdaki bir genç kıza, direnmesine rağmen “tecavüz” etmeye kalkmış!..

Özetleyecek olursak;

Vücudu “29 değişik bölge”den kesilmiş, “boynu kırılmış” ve daha sonra da “gitar kutusu”na sığmayınca, “başı testere ile kesilmiş” ve çöp konteynırına atılmış!..

Bu “barbar”lığı yorumlayan uzmanlar, o günlerde demişlerdi ki;

“Bunu yapanlar vahşi ruhlu, sadist, sapık ve psikopattır!..”

Malûm, Cem Garipoğlu daha sonra yakalandı ve yargılanmaya başlandı... Peki, bu “hunharca cinayet”in sapık ruhlu sanığı Cem Garipoğlu’nun babası Nida Garipoğlu’nu kim savundu, “avukat”lığını kim yaptı dersiniz?..

Prof.Dr. Metin Feyzioğlu!..

Evet evet; TBB’nin Başkanı Metin Feyzioğlu!.. Hani, Danıştay Salonu’nda, Erdoğan’a hitaben; “Varsın yürekleri taşlaşmış olanlar yine kızsın söylediklerime” diyen Metin Feyzioğlu var ya, işte o!..

Evet, o savundu “testereli katil”in babasını, o savundu Nida Garipoğlu’nu, onu “kurtarmaya” çalıştı!..

Oysa;

Münevver Karabulut’un babası Süreyya Karabulut’un ifadesine göre; Cem Garipoğlu, bu “vahşi cinayet”i işlerken “yalnız değil”dir, yanında “Babası Nida Garipoğlu” da vardır!..

Metin Feyzioğlu, işte bu “testereli katil”in babasını savunmuş ve dolayısıyla, “katillerle aynı safta” yer almıştır!..

Hem de; yine Süreyya Karabulut’un ifadesine göre, “1 milyon dolarlık avukatlık ücreti” karşılığında!..

Söyleyin Allah aşkına;

Böyle bir “avukat”ın, kalkıp da, Başbakan Erdoğan’ı “yüreği taşlaşmış” olmakla itham etmeye hakkı var mıdır?..

Bunu söyleyebilecek bir adamın “yüreği yufka” olmalı, arkasında böyle bir “çakıldak” olmamalı ki, konuşmaya hakkı olsun!..

Münevver Karabulut’un babası Süreyya Karabulut, şimdi diyor ki;

“Nida Garipoğlu, cinayete iştirak etmekten yargılandı... Çünkü, Nida Garipoğlu’nun iki gömleğinde rahmetli kızımın kanları vardı. Kızımın kanları gömleğine sıçramış... Gömleklerdeki kanlar incelemeye dahi alınmadı.

Metin Feyzioğlu gerçekten adalet sahibi bir insan olsaydı, Cem Garipoğlu’nun ailesinin avukatlığını yapmazdı... Metin Feyzioğlu adam gibi adamsa, Hayyam Garipoğlu’nu getirsin ve adalete teslim etsin. Çünkü ceza aldı, ama Hayyam Garipoğlu hâlâ firarda.”

Uzun lâfın kısası;

Metin Feyzioğlu, eğer “can”lara önem veriyorsa, ilk önce geçmişindeki bu pisliği temizlemelidir!..

HASPAMA DA YAKIŞIYOR!

Ama, tek pislik, tek çakıldak bu “testereli cinayet” değil ki!..

Yeni yeni hatırlanıyor ki;

Nerede “karıncalı iş” varsa, nerede “yamukluk” ve nerede “cinayet gibi kaza” varsa, Metin Feyzioğlu orada!..

Dün, Ali İhsan Karahasanoğlu kardeşim hatırlattı... Özetle aktaracak olursak;

l “Bankalar Kanunu’na aykırılık ve zimmet” suçundan, yani “hortumculuk”tan yargılanan Mehmet Emin Karamehmet’in avukatlığını Metin Feyzioğlu  yapmıştır!..

İşin garibi, gözlerimizin içine baka baka da “yolsuzluk, zimmet, rüşvet ve hortumculuktan şikâyet” etmiştir!..

Hani, adamın biri “mini etek” giyen genç kızlardan şikâyet ederken, tam o anda, “mini etek” giyen kendi kızı, kırıta kırıta yürürken, çevresindekiler; “Mini etekten şikâyet ediyorsun ama, senin kız da mini etekli” deyince, kızına bakıp, pişkin pişkin sırıtarak; “Haspama da yakışıyor!” demiş ya; “yolsuzluk”lardan filân dem vurmak da, “Hortumcuların avukatı”na yakışıyor!..

Metin Feyzioğlu’nun arkasında o kadar “çakıldak” sallanıyor ki, hangi birini yazacaksın?.. Ali İhsan Karahasanoğlu yazmış işte:

l Ankara Büyükşehir Belediyesi ile irtibatlı, Belko Şirketi’ndeki bir yolsuzluk davasında.. Gürkan Büyükaralı ve Rıza Aydın sanık olarak yer alıyor.. Suç, “kamu kurum ve kuruluşları aleyhine dolandırıcılık...”

Ankara 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nde sanık avukatı, Metin Bey’in eşi ve ortağı Birgül Hanım..

l Bir örek daha.. BOTAŞ’taki Mavi Hat Operasyonu sanıklarından Bülent Şahhüseyinoğlu’nun Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki davasına da, Metin Bey’in eşi Birgül Hanım bakıyor..

l Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanan “bir emekli büyükelçinin zimmet davası”nda da, Metin Bey, bizzat sanık avukatlığı yapıyor..

Bitti mi?.. Bitmedi!..

lBir de, Bursa’da “19 işçinin öldüğü bir grizu faciası” vardı... O olayda da, “ölen işçiler”in değil, “iş yeri sahibi”nin avukatlığını yapan yine Metin Feyzioğlu’dur, iyi mi?..

ÖNCE ARKANI TEMİZLE!

Uzun lâfın kısası;

“Testereli katiller”in, “hortumcu”ların, “hırsız ve dolandırıcılar”ın, “zimmet”çi-lerin ve “kömür ocağını 19 kişiye mezar yapan iş yeri sahipleri”nin avukatlığını yapan, yani “mağdur”ların değil, hep “mağrur”ların safında yer alan bir adamın, kalkıp da “yolsuzluk”lardan ve “ölen canlar”dan söz etmeye hakkı yoktur!..

Tamam, yaptığı; “densizlik”ten değil, “yersizlik”tendir ama, “densizlik ve edepsizlik” yapacaksa bile, arkası “temiz” olacak, arkası!..

Arkasında bu kadar “çakıldak” varken, ne söylese boş!..

Önce, “çakıldak”larını temizlesin!..

Zira, o çakıldakları “kuyruk”lar da örtemiyor,  “buyruk”lar da!..

Hep sallanıyorlar!..

 **************************************************************************************

Van depremi olduğu gün Başbakan neredeydi?

Bunu çok az insan bilir... Belki, “Başbakan’ın çok yakın çevresinden birkaç kişi” haricinde, pek bilen de yoktur... Ben de, “operasyon”a katılan “doktor”lardan öğrendim...

Biliyorsunuz, 23 Ekim 2011 günü, saat 13.41’de, Van’da bir “deprem” meydana geldi ve “25 saniye”de Van’ı yerle bir etti.

Başbakan Tayyip Erdoğan, depremi öğrenir öğrenmez, hemen niye “bakanlarını” gönderdi de, “kendisi” daha sonra, yani 23.00 sıralarında gitti?..

Çünkü Başbakan Tayyip Erdoğan, “depremin olduğu saatler”de “hastane”deydi... “Sindirim sistemi”ndeki rahatsızlık dolayısıyla “hastane”ye gelmiş, doktorlar da, “bağırsak”larından “parça” almış ve incelenmek üzere “patoloji laboratuvarı”na göndermişlerdi...

Dile kolay, “bağırsaklarından parça” alınıyor... Erdoğan, elbette acı içinde kıvranıyor ama öte yanda “Van’da deprem” olmuş... Çektiği “acı”ya mı dayansın, “Van’daki acı”ya mı?.. Doktorların “istirahat” uyarısına rağmen, aynı gün saat 23.00 civarında Van’a gidiyor... Kendi acısını unutup, Van’ın acısı ile ilgileniyor...

Malûm; 26 Kasım 2011’de ilk ameliyatı, daha sonra da ikinci ameliyatı oldu...

Bunu, niye anlattım?.. Van için canını dişine takan ve 1 yıl içinde yeni bir Van inşa ettiren bir Başbakan’ı eleştiren Metin Feyzioğlu gibi “vicdansız”lara kapak olsun diye!.. Feyzioğlu’nda bu vicdan var mı acaba?..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi