Son Kara Ütopya: ‘Her Kürt Gerilla Doğar!’
Ulusçuluk-milliyetçilik öylesine çirkin ve ölümcül bir hastalıktır ki her biri ötekileştirdiğini ezerek besler, büyütür. Öyle ki; ezilen halkların ulusçuluğu namıyla ortaya canavarlaştırılmış yeni ulusal kimlik ve örgütlerden başkaca bir yapının çıkması asla mümkün olmaz. Zaten siyasal ve sosyal tarih hem ezen hem de ezilen ulusçulukların adalet ve kardeşlikten hiç de nasiplenmemiş tecrübelerinden teşekkül etmiştir.
Biz yüz yılı aşkın bir zamandır bu coğrafyada “Her Türk Asker Doğar” retoriğiyle ulusçu-milliyetçi ajitasyon ve şartlandırmanın sayılamayacak kadar acılı hikaye ürettiğine yakinen şahit olduk. Ancak “Her Türk Asker Doğar” retoriğinden hiç de aşağı kalır yanı olmayıp sapkınlık ve zulmü tersinden üreten başka bir fanatizm, “Her Kürt Gerilla Doğar” fanatizmi toplumun üzerine bir karabasan gibi çöküyor.
Türkçü Hegemonyanın Kürtçülüğe Tebdili
Barış Süreci’nin sürdürülebilmesi için hiçbir insanı inkâra, asimilasyona, yokluğa, acıya, gözyaşına muhatap etmemek en temel ilkedir elbette. PKK-BDP’nin barış sürecine ikna edilmesi, silahlı çatışmalardan el çektirilmesi, ulusolcu-liberal kışkırtmalardan muhafaza edilmesi, siyasal zeminde kalması adına alan açılması hiç de azımsanabilecek adımlar değildir.
Maalesef Barış Süreci, PKK-BDP çizgisinin zaten öteden beri Kürdistan bölgesinde yürüttüğü despotik karakterini törpülemek bir yana daha da azmasına vesile oluyor. Kürdistan’da hegemonya kurmak için PKK-BDP siyaseti silahlı propaganda, şiddet merkezli örgütlenme, psikolojik savaş teknikleri üzerine kurulu ajitasyon ve provokatif haber üretimi gibi profesyonel mücadele araçlarına sıkı sıkıya sarıldı. O kadar ki bu mücadele araçları PKK-BDP siyasetinin varoluş sebebi olarak iliklerine kadar işledi.
Barış sürecini salt “asker-militan öldürülmüyor” meselesine indirgemek son derece yanıltıcı olacaktır. Evet, asker-militan ölmüyor ama Kürdistan güllük-gülistanlık filan da değil. Bu bağlamda adeta otomatiğe bağlanmış gibi basılan şantiyeler, yakılan iş makineleri, kaçırılan askerler, kimlik kontrol noktaları kurmalar, vergi salmalar gibi güç göstermeye yönelik teatral eşkıyalıklardan daha çok tehlike arz eden hususun PKK tarafından ‘dağa kaçırılan’ çocuklar ve Hüda-Par üyelerine dönük saldırılar olduğunu hatırlatalım.
Şimdi Kürdistan coğrafyasında analar-babalar çocuklarının kaçırılmasına dair JİTEM veya Özel Harekât bağlamında bir korku yaşamıyorlar. Çünkü ‘rakipsiz’ kalmanın da verdiği özgüven patlamasıyla PKK’nın yürürlüğe koyduğu dağa çocuk kaçırma işi resmen takvime bağlanmış durumda. Toplum PKK’ya tertip tertip gerilla, devre devre militan verme mecburiyetindeyken PKK’nın da tartışmasız böyle bir hak sahibi olduğu gibi bir hava estiriliyor. Aslında karşımızda duran çirkinlik abidesi çelişki “çocuk işçi olmaz, çocuk gelin olamaz ama çocuk gerilla pekâlâ olur” siyasetidir.
Sürecin Mimarları Feryatları Duyuyor mu?
Başta ulusolcu-liberal kesimler olmak üzere PKK-BDP siyasetine bitişik nizam duranlar Diyarbakır’da dağa kaçırılan çocukları için BDP İl Merkezi’nin önünde eylem yapan aileleri görmezden geliyorlar. Neden, çocukların dağa kaçırıldığına mı inanmıyorlar?
Bakın PKK adına HPG Orta Saha Komutanlığı tarafından yapılan resmi açıklama bile şöyle diyor: “Son dönemde Kürdistan gençliğinin gerilla saflarına katılımı yoğunlaşmıştır. Saflarımıza katılım yaş sınırları bellidir. Yaş sınırı konusunda Merkez Karargâh Komutanlığımızın uluslararası kuruluşlarla yapmış olduğu anlaşmalar mevcuttur.” Neyse ki; küçük yaştaki çocuklar için Türkiye’nin cezaevlerinde çürütülmek ve tecavüz gibi tehlikelerle dolu olduğu, bu sebeple onları böyle bir felaketin kucağında bırakmak yerine savaş dışı alanlarda eğitmek üzere dağdan indirmemeyi uygun gördükleri de özenle vurgulanmış.
Yine o bildik romantik türküler yani: Dağlara gel, dağlara! Bu türküler sadece ahmaklık üretmekle kalsa bir şey değil. Fakat daha fenası “Her Kürt Gerilla Doğar” şartlandırmasıyla örgütleyip silahlandırdığı gençlere PKK-BDP çizgisinin dışında kalan hemen herkese Kürdistan’ı dar etmek üzere durumdan vazife çıkarmayı emrediyor.
“Ya sev ya da terk et!”in Kürtçü sürümü özellikle İslami kimliğiyle bilinen kesimler üzerinde yol kesme, adam kaçırma, infaz ve bölgeyi terke zorlama şeklinde somutlaştırılmakta. Birçok dernek, yurt ve meskenin molotoflanarak yakılması, kurşunlanmasının akabinde Hüda-Par Dicle ilçe başkanı Ercan Alparslan kaçırıldı, Lice’de Mikail Ayık’ın evi basılıp ailesiyle birlikte kurşunlandı ve son olarak Mardin Dargeçit’te Mehmet Uğurtay katledildi.
Şüphesiz Çözüm Süreci işlemeli ama PKK-BDP tarafından bölgenin terörize edilmesine, despotik bir iklime sürüklenmesine bu toplum neden müsaade etsin? Kamuoyu sürecin mimarlarından Başbakan yardımcısı sayın Beşir Atalay ve İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın gelişmelere ilişkin ne söylediğini ve ne yaptığını öğrenmek için merakla bekliyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.