Din ve siyaset
Politika ile meşgul olan arkadaşlarımızın ileriye dönük tatlı hayalleri vardı: Bir gün “dindar” kimlikleriyle iktidara gelip “Yeni Türkiye”yi kuracaklar, yıllardır ezilen, aşağılanan, ötekileştirilen dindarlara huzur ve umut dağıtacaklardı.
Siyasi, sosyal ve kültürel alanlarda “devrim” mahiyetinde icraatlar yapılacak, özellikle kültürel kanallar (bu arada gizli arşivler) yeniden açılacak, tarih yeniden yazılacak, taşlar bir bir yerine oturtulacaktı.
Ekonomiden, kalkınmadan, zenginleşmekten, gelişmekten pek söz etmezlerdi. Onlara göre bunlar tali konulardı: En büyük dava “Kültür ve medeniyet davası” idi. Onu rayına oturtunca, gerisi gelirdi.
“Bizimkiler” (dindarlar) aslında beceriksiz, başarısız değildi, ama devlet tüm kurumlarıyla solcuları, dünyacıları, laikleri destekliyor, bu yüzden “bizimkiler” öne çıkamıyordu... İktidara geldiklerinde durum değişecek, “bizden insanlar”ın önü açılacak, bu şekilde daha “bizden” bir Türkiye kurulacak, “dindar nesil”ler yetişecekti.
“Bizimkiler” nihayet iktidara geldi. Peki hayaller, özellikle de kültür ve medeniyete ilişkin olanlar, ne kadar hayata geçti?.. Hayallerdeki Türkiye ne kadar kurulabildi?..
Buyurun, bazı televizyonlarda, radyolarda, kitaplarda ve yazılı medyada hâlâ inkâr fırtınalarının esmeye devam ediyor...
Bazı yazar-çizerlerin ve televizyon programcıları dini inançlarımızla hâlâ dalga geçiyor...
Kimi televizyon yayınları hâlâ müstehcenlik kusuyor...
“Tarihi dizi” adı altında, tarihimize ve tarihi kişilere, yayın tarihimizde görülmedik ölçüde saldırılıyor, adeta iftira yağmuruna tutuluyor...
Ayasofya’nın müze kimliği hâlâ devam ediyor, arşivler hâlâ kilitli tutuluyor...
“Dindar nesil”ler yetiştirme ideali okullara seçmeli din ve siyer dersleri (ki elbette çok önemlidir) konmasıyla sınırlı kaldı. Bunun ötesine geçmek bir yana, ne yapılacağı dahi bilinemiyor, eski eğitim-öğretim modeline ilgi duyulmuyor.
Tarihi eserler onarılıyor, ama sanat tekeli hâlâ solcu Kemalistlere ait; her birinin imanına şahit olduğum hükümet üyeleri sanat (sinema, tiyatro vs) konusunda harekete geçmiyor...
Bunlar ve benzer bazı belirleyici olgular, her şeyin siyaseten düzeleceğine inanmış “dindar” bazı kitlelerde, hayal kırıklıklarına sebep olmaya başladı...
Çünkü beklentileri farklıydı: Kendilerinden biri iktidara gelecek, şunu şöyle, bunu böyle düzeltip Türkiye’yi gül gülistana çevirecekti...
Beklentileri buydu: Gerçekleşmeyince, hayal kırıklığına düştüler, umutları tökezledi. “Bu iktidar da diğerleri gibi” demeye başladılar.
Bir hanımefendi, bir sürü olumsuzluk saydıktan sonra, “Benim artık umutlarım tükendi” diyor ve soruyor: “Siz hâlâ umutlu musunuz?”
Evet, bendeniz hâlâ ve her zaman umutluyum. Çünkü insanın umudu tükendiğinde kendisi de tükenir.
Yalnız galiba böyle düşünenlerden bir farkım var: Bendeniz umutlarımı siyasete değil, imanıma kilitlerim. Neden derseniz, siyaset duruma göre şekillenir. Siyasetçiler her zaman inançlarının icabını yerine getiremezler. Siyasi dengelere göre politika üretirler. Bir bakıma buna mecburdurlar.
Ama imanlı insan böyle yapmak mecburiyetinde değildir. Her zaman inancı istikametinde yürür ve sonuç almak zorunda olmadığını bilmenin huzuru içinde hareket eder.
Bu iktidar zamanında çok güzel şeyler yapıldı. Kronik bazı sorunlara neşter atılıp çözüme kavuşturuldu. Bizim gibi ideolojik ülkelerde halk yararına adımlar atmak hiç kolay değil. Her defasında eski egemen güçlerin direnme refleksi devreye girer, her fırsatı, hatta semavi felaketleri bile kullanıp ortalığı velveleye verirler.
İktidar bir de sorunları çözmeden doğan sorunlarla uğraşmak zorunda kalır ki, bu da çok vakit alır.
Kimse umutsuzluğa düşmesin. İşler istediğimiz gibi gitmese de, tüm beklentilerimiz karşılanmasa da iyiye doğru bir gidiş var.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.