Euzûbillahimineşşeytanirraciym!
Şeytanın şerrinden Allah’a sığınmak..
‘İns’ ve ‘Cinn’in şeytanları..
Kim bunlar..
Herkesin ayrı bir şeytanı var.. Herkesin nefsinde kendi şeytanın taht kurduğu bir makam vardır..
Herkes bir başkasının şeytanını taşlıyor, ama kendi şeytanına söz söyletmiyor..
Burada Hz. İbrahim’in şeytanını taşlıyoruz da, sıra kendi şeytanımızı taşlamaya gelince ellerimiz titriyor..
Oysa Hz. İbrahim kendini saptırmaya gelen şeytanı taşlamıştı..
Müzdelife’de taş toplayan hacılar, her taşı alırken kendi nefsindeki bir şeytanı taşlamak üzere hazırlık yapmalı.
Şeytanın meyhanede ne işi var? Onlar zaten şeytanın sarayının gönüllü hizmetkarları. Şeytanın işi benimle, bizimle.
Biliyorum; şeytan, Allah’ın muttaki kullarına bir şey yapamaz.
Onun için sık sık kendi nefsimizi ciddi anlamda hesaba çekmeliyiz.
Hem kişi olarak nefsimizi, hem de tüzel kişiliklerimizi.. Kişiler kendi nefsini bir de tüzel kişiliklerinin zırhı ile korumaya alıp, lider, örgüt ve şeyh adına eleştiriyi imkansız hale getiriyorlar..
Dedikodu, gıybet değil kastım elbette..
Tek boyutlu itaat kültürü bizi teslimiyetçi yapıyor.. Toplum süreleştiriliyor.
“Bilmediğimiz şeyin peşine düşmeme”yi öğrenmemiz gerekiyor..
Sadece şeytana küfretmek çözüm değil. Karanlığa küfretmektense kalkıp bir mum yakmak daha iyi bir yol olsa gerek.
Sonunda karanlık aydınlığın yokluğudur. Şeytana lanet okumaktansa salavat getirmek daha iyidir.. Madem ki, hak gelince batıl zail oluyor, ışık gelince karanlık yok oluyor, o zaman doğru şeyler yapmamız gerekiyor..
Allah cahil ve zalim bir topluluğa hidayet nasib etmez..
Biz kendimizi değiştirmedikçe Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecek..
Bugünkü halimizle, Mekke ve Medine sokaklarında, kalabalıklar arasında yalnız dolaşan Müslümanların iki yakası bir araya gelmeyecek..
Her gün günde beş kez, Ramazan boyunca yaklaşık 1 milyon insan Mekke’de, bir milyon insan Medine’de bir araya gelip dağılacak..
Cemaat olmak, sadece camide bir araya gelmek mi?
Kardeşlik sadece bir mekanda oturmak mı?
Mekke ve Medine’ye gelirken ne getirdiğimize, giderken yanımızda ne götürdüğümüze bakmamız gerek.
Sadece hurma ve zemzem yeterli değil..
Tutkularımızın içine gizlenmiş şeytanlıklara karşı dikkat etmemiz gerekiyor..
İsmail’i kurban etmeden şeytandan kurtulmak mümkün değil..
Oysa Allah’ın “İsmail’in kanı”na ihtiyacı yok.
Kestiğimiz kurbanların da eti, kanı, derisi Allah’a ulaşacak değildir. Allah’a ulaşacak olan ancak takvamızdır..
Nasıl kelime-i tevhid iman etmek için yeterli ise, hac ve umre de günahtan arınmak için yeterli. Ama nasıl kelime-i tevhidi getirmek hayatımızın akışını, rengini değiştiriyor ve bize önemli sorumluluklar yüklüyorsa, hac ve umre de hayatımızın rengini değiştirmedikçe ve hayatımıza yeni bir renk ve anlam katmıyor, sorumluluklarımız konusunda bir zihinsel sıçrama yapmamıza sebep olmuyorsa, o zaman beklentilerimiz gerçekleşmeyebilir..
Hacer’in ruh çırpıntılarının yansımalarını yaşamadan, onun büyük sadakatinden ilham alan bir sadakat sergilemeden, onun manevi mirasına ortak olmamız o kadar kolay olmasa gerek..
Demem o ki, hepimizin önce kendi şeytanımızı taşlamamız gerek.
Başkalarının gözünde çöp aramadan, kendi gözümüzdeki mertekleri çıkartammız şart.
Peygamberler dışında hiç kimse masum değil. Ve kendilerine, belli konu ve zamanlarda sınırlı bir şekilde bilgi ve hikmet verilenler dışında kimse gaybın bilgisine sahip değildir.. Gaybın bilgisi Allah’ın katındadır.
Şeytanın şerrinden Allah’a sığınalım diye, selam ve dua ile..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.