Kokuşmayı Önlemezse AK Parti Silinir
Türkiye’nin gerçek gündeminin birinci maddesi kokuşmadır. Genel, yoğun, sınırları aşmış, ülkenin ve devletin yıkılmasına yol açacak bir hale gelmiş bir kokuşma ve kirlilik var mıdır bizde? Cevabı ben vermeyeyim, Birleşmiş Milletler’in her yıl dünya çapında yaptığı anket versin. Sevgili Türkiye’miz temizlik ve şeffaflık konusunda dünya ülkeleri listesinin diplerindedir ve notu, 10 üzerinden 3 küsurdur.
Bu kadar kötü ve düşük bir temizlik/şeffaflık notu ile bu devlet, bu ülke, bu halk ayakta duramaz.
Böyle kirli bir ortamda demokrasi gelişemez.
Temeli, ana prensibi fazilet/erdem olan Cumhuriyet yaşayamaz.
Halkın % 47’sinin oylarıyla iktidar olan AKPartisi Türkiye’yi temiz/şeffaf bir ülke haline getirmeye mecburdur. Bunu yapmazsa kendisi batacaktır. Devlete, ülkeye, halka bir yığın zarar vererek...
Kokuşma, AKPartisi’nin başlattığı ve çıkarttığı bir fenalık değildir. Yakın tarihimizde zaten müzmin bir şekilde olagelmiştir.
Vaktiyle bir zat başbakan olunca iş adamı ağabeyi medyaya ve millete açıklama yapmış, “Kardeşim başbakan oldu. Bundan sonra hesaplarım herkese açık olacaktır ve hiçbir şüpheli ve şaibeli işe bulaşmayacağım...” mealinde beyanlarda bulunmuştu. Sonra ne oldu?Korkunç ve yüz kızartıcı şeyler oldu...
“Kokuşmayı bitireceğiz, saçı bitmedik yetimlerin hakkını yedirtmeyeceğiz, her kötülüğün üzerine azimle gideceğiz gibi edebiyatlara karnımız toktur.
âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz...
Arada bir, istisnaî olarak bir kötülüğün üzerine gitmekle kokuşma ile mücadele edilemez. Halk dilinde buna “Hamamın namusunu kurtarmak kabilinden...” derler.
Kokuşmaya karşı genel bir seferberlik başlatılmalı ve kokuşmuşların üzerine zerre kadar merhamet edilmeden gidilmelidir.
Onların hırsızı kötü, bizim hırsızlarımız iyi ve cici... Bu kafayla da kokuşma bataklığı kurutulamaz.
Bugün ülkemizde yüzlerce konuda ve sahada yolsuzluk yapılmaktadır.
Yapılaşmaya kapalı büyük bir arazi ucuza kapatılmakta, sonra ilgili resmî kuruluşlara baskı yapılarak, binbir dalavere çevrilerek yapılaşmaya açılmakta ve beş misli fiyata satılmaktadır.
Bunun adına yolsuzluk derler, kokuşma derler...
Hiçbir namuslu ve temiz zengin “Servetini nereden buldun?” sorusundan rahatsız olmaz. AKPartisi “Nereden buldun?” kanunu çıkartmalı ve herkesin hesabını sormalıdır.
Yakın tarihimizde bir yığın banka kasıtlı olarak iflâs ettirildi, dibi delinip soyuldu ve suçlular cezalandırılmadı, soydukları 15 milyar doların faturası devletin/halkın üzerine yıkıldı.
Kötü idare, kokuşma, yolsuzluklar, rant hırsızı yüzünden İstanbul’un nüfusu 20 milyonu geçmiştir. Türkiye böyle azman bir şehrin yükünü kaldıramaz, bizzat şehir bu nüfusun yükünü çekemez. Bu anormalliğe sebep olanlardan hesap sorulmayacak mıdır?
Susurluk kazasıyla açığa çıkan kötülüklerin üzerine gidilmiş olsaydı, Türkiye bugünkü pisliklere ve karanlıklara batmazdı.
Seçimlerden önce bir partiye 60 milyon dolar verilmiş ve barajı aşmaması istenmiş...Dedikodular ayyuka çıktı ama ilgili ve sorumlu makamlarda bir hareket yok.
AKParti kokuşmanın, yolsuzlukların tamamının üzerine azimle gitmezse halkın desteğini yitirecek ve siyaset sahnesinden silinecektir.
Ya halk silecektir, yahut doğrudan doğruya Hakk...
Bütün İnsanlığı İmana, Kur’ân’a, İslâm’a çağırmak Vazifesi
Bir insanın iyi, temiz, insanlara ve hayvanlara merhametli, hayırsever olması, hizmet etmesi, Cennet’e girmesi ebedî mutluluğa nail olması için yeterli değildir.
Cennet’e girebilmek için birinci şart mü’min olmaktır, iman etmektir.
Hazret-i Muhammed aleyhissalatu vesselamın Peygamberliği (risaleti), O’nun Allah katından getirdiği Kur’ân-ı Kerîm, İslâm dini, bu dinin inanmaya, işlemeye, ahlâka, dünya hayatına ait temel hükümleri kendisine bildirilmiş olan bir insan bunları inkâr eder, “Hayır, O Allah’ın Elçisi değildir, Kur’ân Allah kelâmı değildir, İslâm hak din değildir, ben inanmıyorum, yalanlıyorum...” derse, zahirde ne kadar hayırsever ve hizmetli bir kimse de olsa Cennete giremez, ebedî saadeti/mutluluğu kazanamaz.
Kelime-i Tevhidi kalp ile şüphesiz bir şekilde tasdik edip inanarak, dil ile ikrar ederek söyleyen kimse mü’min olur.
Müslümanların vazifesi dünya üzerindeki bütün kavimlere, ırklara, milletlere, toplumlara imanı ve İslâm’ı en güzel bir şekilde kendi lisanlarıyla anlatmaktır.
Müslümanlar tebliğ ve davet vazifelerini hakkıyla yapmazlarsa dünya halkının vebali üzerlerinde olacaktır.
En az 100 lisanda İslâm’ı, Peygamberimizi, Kur’ân’ı, İslâm’ın dünya nizam ve barışını anlatan çok vasıflı kitapçıklar hazırlamamız gerekir.
Gayr-i Müslimlere Hak Dini en uygun, en güzel, en tesirli şekilde anlatmazsak, onları müjdeleyip uyarmazsak, yarın Mahkeme-i Kübra’da bizden davacı olacaklar, “bunlar bize gereken şekilde davet yapmamışlardı, bizi irşad etmemişlerdi” diyeceklerdir.
Vebalin en büyüğü Müslümanların başını çeken hocalara, hocaefendilere, ulemâya, şeyhlere, din büyüklerine, din baronlarına, üstadlara, ağabeylere, temsilci kişilere aittir.
Biz bu tebliğ, davet, irşad, müjdeleme, uyarma vazifesini Türkiye’deki dinden uzaklaşmışlara bile yapamıyoruz.
Tekrar ediyorum: İnsanlığın vebali bizim üzerimizdedir.
Resulullah Efendimiz Mısır’daki Kıbt kavminin ulusu Mukavkis’e gönderdiği namede “Müslüman ol, olmazsan Kıbt kavminin vebali senin üzerine olur”demişlerdi.
üç şerefeli minareler yaptırmakla, hoparlörleri avaz avaz bağırtmakla, bizim şeyhimiz uçuyor edebiyatıyla, cemaat holiganlığı ile, şadırvanlardan su akıtmakla bir yere varamayız. Gerçek Müslüman olmalıyız ve İslâm’ın icaplarını ve emirlerini yerine getirmeliyiz.
Din lisanla en güzel şekilde tebliğ edilecek, insanlık imana davet edilecek, müjdelenecek ve uyarılacaktır.
Hal ile de bütün dünyaya, bütün kavimlere örnek olunacaktır ki, bizim aynamızda İslâm’ı görsünler ve Müslüman olsunlar.