Osmanlı Baharı
Yahudi yazar ve politikacı ve İsrail Parlamentosu eski üyelerinden EİNAT WİLF The Daily Hürriyet gazetesinde (24 Haziran 2014) yayınlanan ‘The new (dis)order of the Middle East/Ortadoğu’da yeni düzen(sizlik)’ başlıklı yazısında, Arap Baharı eski Osmanlı toprakları üzerinde cereyan ettiğinden buna Osmanlı Baharı (Ottoman Spring) adını veriyor. Başka bir ad vermek de mümkün değil. Satırları arasında ayrıca bu devrimin Osmanlı’ya ya da Türklere karşı değil, yapay çizilmiş ve bölgeye emperyalist ülkelerin keyfine göre giydirilen deli gömleğine karşı patlak verdiğine temas ediyor. Gerçekten de İngilizlerin kışkırtması ve İttihatçıların yanlış politikası sonucu patlak veren 1916’daki Arap İsyanı (Büyük Arap Devrimi) doğrudan Osmanlı mülkünü hedef alıyordu. Aksine Arap Baharı ise Osmanlı’nın bir devamı olan Türkiye’yi model almıştır. En azından Tunus, Mısır, Yemen, Libya ve Suriye’ye kadar bütün devrimler ve bahar ülkeleri Türkiye’ye dostturlar. Buna mukabil karşıt güçler ve eski rejimler darbelerle bu bahar rejimlerine karşı harekete geçtikleri gibi bunun zımninde Türkiye’ye karşı da tavır almışlardır. Bugün Arap Baharı’nın Suriye koluyla boğuşan Beşşar Esat’ın, Mısır’da darbeyle başa gelen Sisi’nin ve Körfez ülkelerinin Osmanlı’ya dost olmadıkları söylenebileceği gibi onun devamı niteliğindeki yapılara da düşmandırlar.
*
Eski sistem vuruşarak çekilecektir. EİNAT WİLF eski yapının veya rejimin kolay kolay teslim olmayacağını ve zamanla kökleştiğini ve etrafının çıkar ağlarıyla örüldüğünü hatırlatıyor. Sözgelimi Mısır’da darbe yapan ordu, ülkedeki en büyük patronu temsil ediyor. Bu nedenle eski rejimin vuruşarak çekileceğini ve Osmanlı sonrası kurulan Birinci Dünya Savaşı rejimi gölgesinde çizilen sınırların yeniden düzenlenmesinin kanlı bir süreci takip edeceğini ifade ediyor. Bu yönüyle Arap Baharının 19’uncu yüzyıl Avrupa’sını ve gelişmelerini hatırlattığını da kaydediyor. Yahudi yazar EİNAT WİLF yazısına bölgenin geleceğini tayin edecek bölgesel güçlerle alakalı analiziyle devam ediyor: “Bölgede orta ölçekli oyucular ve güçlerin bir biçimde tarihlerinin Osmanlı ile kesişmiş olması tesadüf değildir. Türkiye, İran ve İsrail daha farklı milli kimlikleri temsil ediyorlar. Geçmişte Osmanlı kontrolü altındaki bölgedeki önemli oyuncular ve devletler Arapların dışındadır. Arapların arasında ise Suudi Arabistan ve Mısır daha dayanıklı oyuncuları temsil ediyor. Bölgesel güçlerden birisi yeni Çarlık Rusya’sı olmaya layık olacaktır…” Bu yeni Çarlık Rusya’sını temsil eden ülke, elbette Bizans ve Osmanlı’nın varisi Türkiye’dir. Başkası olamaz. İran bölgeye ve kimliğine yabancıdır. Mısırlılar tarih boyunca müstakil ve bizatihi oyuncu olamamışlardır. Tarama ve eleme sonucu geriye sadece Türkiye kalıyor. İsrail’i bölgeden bile saymıyoruz. Bu bölgesel ve küresel oyuncunun genetiği sadece Türklerde vardır. İslam’ın küresel mefkuresi Sünnilik ve siyasi oyuncusu ise Türklerdir. Bin yıldır da değişmemiştir.
*
Lakin bu beklenen oyuncu ve tabir caizse yeni Rus Çarlığı, meselenin hakkını veren ülke olacaktır. Yeni harita kanla çizilecek ve yazılacaktır. Kenarda bekleyenler ise haritanın mimarı değil sadece konusu olacaklardır. Bedel ödemeden kimse aktör olamaz. Bununla birlikte ahlaki zeminde bu oyuncu olmaya tek namzet ülke yine Türkiye’dir. Türkiye’nin eli temizdir ve kirlenmemiştir. İsrail ve İran olsa olsa birbirlerinin zıt benzerleri ve karşılıkları olabilirler ve bu oyunu oynayamayacak kadar kirlenmişlerdir. İrapta mahalleri yoktur. Bununla birlikte sadece ahlak yeterli değildir. Hak güç ile alınır ve güç ile korunur. Gücü olmayan hak yetimdir. Güç ile hak ikiz kardeştir. Güç haktan ayrılırsa zorbalığa dönüşür, hak güçten ayrılırsa hamisiz kalır. Hazreti Osman (radiyallahu anh)ın bir sözü tam bu meseleye işaret etmektedir. İnnallaha yezau bissultani mala yezau bi’l Kur’an’ı. Allah Kur’an ile yola getirmediğini otorite ile yola getirir. Kur’an-ı Kerim’in zevaciri ve nehiyleri fasıkları caydırmaz. Ama otorite onları caydırır ve yola getirir. Bu sözün bizim dilimizdeki karşılığı şudur: Nush ile etmeli tektir, tekdirden anlamayanın hakkı kötektir. Asilerle ilgili kısma ilaveten uluslar arası ilişkilerde de nasihatle veya diplomasiyle yol almak bir yere kadar. Masada öbür seçenekler olmadıkça diplomasi bir işe yaramayacaktır. En güçlü devlet, nazım ve düzen koyucu devlet diplomasiyi fiiliyata dökebilen devlettir. Gücün varsa siyasetin de vardır. Bu noktada Ahmet Şevki şu beyti söylemiştir: Vema neylü’l metalibi bittemenni velakin tü’hezuddünya gilaben. Arzuları dilek ve temenniyle gerçekleştirmek mümkün değildir. Dünya galebe ve baskın ile alınır.
Bölge Türkiye’nin kendisini ve politikalarını değiştirmesini bekliyor. Faraza Suriyeli muhalifler rejimi devirseler bile orada bu dağınık yapılarıyla otorite tesis etmeleri mümkün değildir. Türkiye gibi bir güç onlara rehberlik etmeksizin, sahili selamete çıkmaları hayaldir. Yoksa mesele Afganistan gibi uzayarak, bataklığa dönüşecektir. Bataklıktan çıkmak için usta eli gerekiyor. Bu usta eli de Haçlılar tarihi uzmanı Süheyl Zekkar, Türkler olarak tanımlıyor. Bölge ustasının elini bekliyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.