Zekat farizası
Zekât; Bir malın belli bir miktarını, Allah’ın Kur’ân-ı Kerim’de saydığı sekiz sınıftan birisine veya birkaçına Allah rızası için vermektir. Zekât, Kur’ân-ı Kerim’de 34 yerde zikredilmiştir. Farziyyeti, 6 yerde, namaz ile birlikte tekrar edilen şu âyet-i kerîme ile sâbittir:
“Namazı kılın, zekâtı verin...” (Bakara: 43, 83, 110; Nûr: 56; Müzzemmil: 20; Nisâ: 77)
Bu da İslâm’ın, dinî emirler içinde namazdan sonra en büyük önem ve değeri zekâta verdiğini gösterir.
Gerçekten de namaz, dinî hayatın direği, İslâmî yaşayışın güvencesidir. Zekât ise, sosyal hayatın dayanak noktasıdır. Namaz kılınmayan bir toplumda İslâmî hayat ve dinî yaşayış zayıflayıp sönmeye yüz tutacağı gibi, İslâm’ın zekât emrinin tatbik edilmediği bir toplumda da sosyal huzur, fertler arasında birlik ve beraberlik, dirlik ve düzen sağlanamaz. Fakir ve zengin sınıflar arasında dayanışma ve yardımlaşma ortadan kalkar; sevgi ve saygı duyguları yok olur. Fertler birbirlerine düşman hâle gelir. Günümüz toplumlarının hâli buna açık bir delildir.
Şu halde namaz ve zekât, toplumda biri dinî, diğeri de sosyal hayatı düzenleyici ana unsurlardır.
Zekât, insanı madden ve manen arınmaya ve olgunluğa ulaştıracak mali bir ibadettir. Asli ihtiyaçlarından ve borcundan başka nisap miktarı veya daha fazla mala sahip olan hür, aklı başında ve buluğ çağını geçmiş Müslümanlar zekât vermekle mükelleftir.
Fakirin hakkı çıkarılarak malı, cimrilik kirinden arındırarak da şahsı temizlediği ve malda berekete sebep olduğu için bu malî ibadete zekât denilmiştir. Nitekim Yüce Allah; “Ey Muhammed! Mallarının bir kısmını, kendilerini temizleyip arıtacak sadaka olarak al” (Tevbe, 9/193) ve “Her neyi hayra harcarsanız O, onun yerine daha iyisini verir.” (Sebe, 34/39) buyurulur.
Zekât, fakirlere, miskinlere, günlük yiyeceğini zor temin edenlere, yolda kalanlara, borçlulara, Allah yolunda cihat edenlere ve ilim öğrenenlere verilebilir. Zekât vermeye en yakınlardan başlanmalıdır.
Ana, baba, dede, nine, oğullar, kızlar ve bunlardan olan torunlara zekât verilmez. Bununla beraber muhtaç olması durumunda; evlenerek başka aileye karışmış kız ve erkek kardeşlere, bunların çocuklarına yani yeğenlere, hala, amca, dayı, teyzeye ve bunun çocuklarına daha sonra diğer akrabalara ve komşulara zekât verilir.
Bir şeyin önemi, insanlığın ona olan ihtiyacı ve temin ettiği fayda ile ölçülür. Zekâtın; zekât veren, zekât alan ve zekât alınıp verilen toplumda sağladığı faydalar göz önüne alındığında, onun ne derece büyük bir önem ifade ettiği ortaya çıkar.
Zekât, her şeyden önce kulun Allah’ın emrine itaat edip, kulluğunu göstermesinin en güzel nişanesidir. Çünkü zekât vermeyi Allah emretmiştir. Kulun vazifesi; öncelikle neden ve niçinini araştırmadan Rabbi tarafından emrolunduğu şeyi yapmaktır. Müslüman; sevdiği, inandığı Rabbinden aldığı emri, canının yongası olan malını hiç bir maddî karşılık beklemeden vererek, kulluk borcunu en güzel şekilde ödemiş olur. Bunun yanı sıra zekât kişiyi, günah ve cimrilik kirlerinden temizler. İnsandaki, mal sevgisini kırıp, Allah sevgisinin ön plana geçmesine vesile olur.
İslâm şeâirlerinin en büyüklerinden olan zekât, gizli verilebileceği gibi alenî olarak verilmesi daha faziletlidir. Çünkü alenî olarak verilmesinde çevreye iyi örnek olma hususu olduğu gibi, zekâtı veren için de başkalarının sû’i zanlarından kurtulmak durumu bahis konusudur. Hem zekât, zengin için, kesin bir borç ve farîza olduğundan, edâsına riya da giremez. Hâlbuki nafile sadakalar öyle değildir. Onları gizlice verip, gösteriş ihtimalinden kaçınmak daha faziletlidir.
Zekât vermemenin, çok ağır mânevi yaptırımları vardır. Yüce Allah zekâtını vermeyenlerin kıyâmette çok büyük azapla karşılaşacağını haber vermektedir: “Kıyamet gününde stok edilen altın ile gümüşün üzerleri, cehennem ateşinde kızdırılacak da bu mal biriktirenlerin alınları bunlarla dağlanacak ve onlara şöyle denilecek: İşte bu, (zekâtını vermeyip) stok ettiğiniz paralar... Ve stok ettiklerinizin cezasını çekin.” (Tevbe, 9/34)
Başka bir âyet-i kerîmede de şöyle buyurulur: “Allah’ın fazlından verdiklerini kullarından esirgeyenler için o malın hayır olduğunu zannetme. Belki o mal, onlar için şerdir. Kıyamet gününde fakirlerden esirgedikleri o mal, onların boyunlarına halka yapılacaktır.” (Âl-i İmrân, 3/ 180)
Yüce Allah’ın, yaptığımız ibadetleri kabul etmesi dileğiyle.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.