Mürsi’yi kim iğfal etti?
Türkiye abes tartışmalardan birisine daha tanıklık etti. İsmi lazım değil, oynak yazarlardan birisi, Mısır’daki gelişmeleri ve darbe süreciyle ilgili faturayı Türkiye’nin yanlış telkin ve yönlendirmelerine kesmiş. Daha doğrusu AKP’nin yanlış taktiklerine bağlamış. Geri adım atması gereken yerde Mürsi’yi ileriye itmişler! Türk danışmanları meseleyi soğutacakları yerde, kızıştırmışlar ve Mürsi’yi ileri itmişler. Mürsi’ye niyet ederek Sisi’ye çalışmışlar! Böylece Mürsi’nin de İhvan’ın da felaketini hazırlamışlar ve 85 yıllık birikimlerini heba etmişler. Bu yazara göre, Türkiye’de yeni bir Çanakkale felaketine neden olanlar Mısır’ı da çökertmişler! Yatacak yerleri yok vesselam. Mısır için de yeni bir Çanakkale yazmışlar. Elbette destan değil, felaket tadında! Bu gibilerine eskiden şeamet tellalı derlerdi. Dilin kemiği ve kalemin omurgası yok; dilediğini yazabilir. Lakin tehlikesi şu ki, yazıları kimi çevrelerde ciddiye alınıyor ve alarmcılığa yol açıyor. Tehlikeli olan tarafı, analizinin basitliği değil, basit kesimlerin kıymet atfetmesidir. Böyle bir şey var mı? Türkiye’nin, eğilmesi ve geri adım atması gereken yerde dik durmasını telkin etmesi varsayalım ki doğru, yine de bu durumda Türkiye tek kabahatli midir? Bu, Türkiye’yi olayların akışını tek belirleyici konumuna sokmaktır. Sanki dümende Mürsi değil, Erdoğan var! Sakın Mısırlı ulusalcılar duymasın bu iddiayı sakız yaparlar. Tek yanlı anlatım üzerine kurulu bir analiz. Hatta analiz bile değil, düpedüz karalama. Ulusalcıların değirmenine su taşımak. Zorlama yoluyla Mısır’ın kayıpları ve İhvan’ın tenkili Türkiye’nin ve AKP’nin üzerine boca edilmiş. Halbuki, süreçte İhvan ve özellikle de Mürsi birçok yanlış yaptı. Zaten Biltaci’nin sözleri bu ve benzeri yazarları tekzip ediyor. Savunma konuşmasında güvene layık olmayanlara güvenerek yanlış yaptıklarını ifade etmemiş midir? Herhalde Türkiye, ‘Sisi’ye güven’ diye Mürsi’ye bir telkinde bulunmuş olamaz. Yazar buna muttali ise bunu da deşifre etsin! Mürsi’nin eşi de Sisi’nin namazıyla orucuyla kendilerini aldattığını söylemiştir. Esasında, Mürsi’nin bir yıllık iktidarı süresinde İhvan içinde farklı düşünen kesimler olmuştur. Ama süreç hızlı aktığından kumanda masasındaki kontrol kaybedilmiştir. Abdulmünim Ebu’l Futuh gibi fırsatçılar da parazit yapmışlar ve cemaatin görüş alanını bulanıklaştırmışlardır. Öncelikli olarak Müslüman Kardeşler’den bazı isimler ‘bir devleti veya ülkeyi bir cemaat yönetemez’ diyerekten İhvan merkezli bir yönetim anlayışına sıcak bakmamışlardır. Ama fiiliyatta durum böyle görünmüştür. Bu elbette bazılarını kışkırtacaktı ve nitekim öyle olmuştur. Mürsi’nin cumhurbaşkanı olmasından sonra İhvanlaşma (Ehvene)suçlaması başlamış ve cemaatin devletin çarklarını ele geçirmeye (istihvaz ale’s sulta) başladığı iddiası yayılmıştır.
*
25 Ocak/11 Şubat devrimiyle Mısır’da rejimin tepesi yıkılmış ve Mübarek kenara itilmiştir. Lakin eski yapının gövdesi, kurumları ve çatısı aynı kalmıştır. Bunlar Körfez parasıyla Batı siyaseti arasındaki dengede ve gergefte darbeyi pişirmişlerdir. Mürsi’nin yönetim biçimine içeriden de eleştiriler yapılmıştır. Ordu konusunda ilk andan itibaren dikkatli olunmasını isteyen Hazım Ebu İsmail gibiler dinlenmemiştir. İkinci olarak Yusuf Neda gibi İhvan’ın deneyimli isimleri ve kalıntılar üzerine kurulu yapı varken iktidara gelmede dikkatli olunmasını istemiş ve devr-i sabık anlayışını ve siyasetini şart koşmuşlardır. Devri sabık yarım devrimin tamamlanması anlamına gelecektir. Yaralı aslan gibi yarım devrim de tehlikelidir. Buna mukabil, Muhammed Mürsi iyi niyetle davranmış ve müdara yani idare yoluna seçmiştir. Ordunun tertip ve planlarını gecikmeli olarak görmüş ve tepki vermiştir. Bu da ölümcül bir hata olmuştur. Tutuk davranmış ve gelişmelere seyirci kalmıştır. Muhammed Mürsi neden sonra ordunun muhtırası akabinde kayda aldığı bir konuşmayı yayınlamayı düşünebilmiştir. Ama bu post mortem bir adım olmuştur. Kimileri de bu oynak yazarın aksine, Mürsi erken davranmış olsa ve askere tekaddüm ederek halka yönelse belki de vartayı atlatabileceğini ve oyunu erkenden bozabileceğini varsaymaktadır. Bu da sadece bir varsayımdır. Araba devrildikten sonra yol gösteren çok olur. Belki yine de sine-i millete dönmek çarelerden birisi olabilirdi. Varsayımlardan bir diğeri şudur: Mürsi Türkiye’nin telkinlerini dinlediği için değil, belki eksik dinlediği veya vaktinde dinlemediği için kaybetmiştir. Ordu ve kalıntı kurumlarla yüzleşmek yerine müdarayı seçmiştir. Muhammed Mürsi tabir caizse adeta kaderine razı olmuştur. Sivil ve askeri bürokrasi önünü kesmiş ve yönetimini kilitlemişti. Bu durumda önünde topu topu iki seçenek bulunuyordu. Nacih İbrahim’in analizine göre, bu iki yoldan birisi Hazreti Osman’ın ikincisi de Hazreti Hasan’ın yolu idi. Askerler, Mürsi’ye Hazreti Hasan’ın yolunu teklif etmişler ve çekip gitmesi karşılığında servete boğma vaadinde bulunmuşlardır. Bu aynı zamanda Nasır’ın Kral Faruk’a yaptığı tekliftir. Lakin Mürsi, Hazreti Osman gibi davranarak çekilmeyi reddetmiştir. Hazreti Osman ret gerekçesini şöyle ifade etmiştir: ‘Allah’ın bana giydirdiği elbiseyi, elimle çıkarmam.’ Bunun üzerine vaziyet kanlı olaylara müncer olmuştur. Mürsi de ‘Halkın giydirdiği kisveyi askerin keyfi için çıkarmam’ demiştir.
*
Elbette Mürsi’nin Menderes’e benzeyen yönleri de var. Ama inşallah akıbetleri benzemez. İkinci model veya şıkta ise, Hazreti Hasan hilafet hakkından feragat etmiş lakin bu da zamanla zehirlenmesine ve hilafetin saltanata dönüşmesine engel olmamıştır. Hazreti Hasan’ın yolundan yürüyen merhum İkinci Abdulhamid Han da feragat mesleğini esas almış lakin bu da ülkeyi çocukların ve ayak takımının eline düşürmüştür. İlk anda bu feragat ülkeyi kanlı bir girdaptan ve atmosferden korusa da neticede siyasi sübyanlık egemen olmuş ve siyasi sübyanlığı temsil eden İttihatçılar imparatorluğu batırmıştır. Kısaca Mürsi’nin önünde zannedildiği gibi kolay bir seçenek bulunmuyordu. Sadece hangisinin daha az kötü olacağı tartışma konusu yapılabilir. En doğrusu baştan kademeli olarak iktidara gelmeleriydi. Lakin bunun getirilerini ve eski yapı ve rejimin buna tepkilerini de kestiremiyor ve bilemiyoruz. Yazar, Mürsi’nin devrilmesiyle ilgili yorumlarını şahsi kin ve garezine alet etmiştir. Böylece ulusalcıların da gözüne girmiştir. Mesele tasvir ettiğinden daha karmaşık ve Türkiye’nin rolü de o oranda belirsizdir. Burada tek seçici ve yönlendirici olarak Türkiye’yi görmek veya göstermek Mürsi’yi ve onun arkasında Müslüman Kardeşler’i hafife almak ve kukla konumuna sokmaktır. Bu tür indirgeme yorumlar adaletsizdir. Elbette Türkiye’nin rolü de sorgulanabilir. Ama bu tarz değil. Esasında, Mürsi’nin akıbeti girilen yolun tabii sonucudur. Bununla birlikte Sisi daha kötü bir yola sapmıştır. Onun hangi irtifadan düşerek paramparça olacağı da belli değil.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.