Yavuz’un Gazze’si
Dünkü yazımızın son paragrafını tekrar hatırlayalım: “02 Ocak 1517’de Mısır’ı fetheden Yavuz Sultan Selim, Gazze’ye girdi. Ama bu “giriş”, her türlü gösteri ve gösterişten uzaktı. Yavuz Padişah’la yanındakiler anlamlı bir “mahçubiyet” içinde at sürüyorlardı. Her adımlarında Allah’a şükür vardı: “Biz kendi sınırlı gücümüzle ve irademizle böylesine muazzam bir fethi gerçekleştiremezdik, Allah nasip etti” demek ister gibiydiler”.
İşte bu yüzden, Yavuz’un Gazze’ye girişi, “hâkimiyet” duygusuyla kamçılanmış “gururlu bir giriş” olmamış, tam tersine bir “tevazu yürüyüşü” ve hatta “hizmetkâr girişi” şeklinde olmuştur.
Hatırlayacaksınız: Mısır fethi sırasında, İsmini hutbede “Hâkim’ül Haremeyn” (Mekke ve Medine’nin hükümdarı) şeklinde okuyan imamı, “Hâdim’ül Haremeyn” (Mekke ve Medine’nin hizmetkârı) diye okuması için uyaran Padişah, Yavuz Sultan Selim’dir.
Yavuz Padişah, Kudüs’e ve Gazze’ye, Hz. Âlişan Efendimiz’in (selat ve selam olsun) fetihten sonra Mekke’ye girişi gibi, Hz. Ömer’in (Allah razı olsun) ve Sultan Selâhaddin’in Kudüs’e girişi gibi, Sultan Fatih Mehmed’in İstanbul’a girişi gibi boynu bükük girmiştir.
Bu tür fetih yürüyüşleri, Müslüman hükümdarları diğerlerinden ayıran en belirgin özelliktir. Müslüman hükümdarlar, galibiyeti ve mağlubiyeti Allah’tan bildikleri için galibiyet karşısında şımarmaz, mağlubiyet karşısında ise pes etmezlerdi. Ayrıca fethettikleri bölgenin ahalisini “Vediatullah” (Allah’ın emaneti) sayarlar ve asla zulmetmezlerdi.
Diğerleri ise her şeyi kendilerinden bildikleri için galibiyet karşısında şımarır, o şımarıklıkla “öteki”lere zulmeder, baskı yapar, mağlubiyet karşısında ise çözülür çökerlerdi.
Filistin topraklarında da bu tablo en belirgin ve çarpıcı şekilde defalarca yaşanmıştır.
Yavuz’un Kudüs’te sergilediği özgürlük tabloları, Hz. Ömer’in ve Selâhâddin Eyyûbî’ninkilerden farklı değildir: O da, tıpkı Selâhaddin gibi, “Hz. Ömer Amanname”sini yürürlükte bırakmış, farklı inançların aynı topraklarda özgürce ve dostça yaşayabileceğini ispat etmiştir.
Düşününüz ki, Müslüman fatihlerden Hz. Ömer etnik köken olarak Arap, Selâhaddin Eyyûbi (büyük ihtimalle) Kürt, Yavuz Sultan Selim ise Türk’tür.
Ancak etnik köken farkı yönetim biçiminde bir farklılık oluşturmamış, Hz. Ömer’in yayınladığı “Amannâme” ile Hıristiyanlara ve Musevilere verilen hak ve özgürlükler hem Eyyûbiler, hem de Osmanlılar zamanında yürürlükte kalmıştır. Çünkü dönem dönem Kudüs’e hâkim olan Müslüman hükümdarlar etnik kökenlerinden değil, imanlarından beslenmektedirler… Bu bakımdan kaynakları aynıdır… Bu kaynak, bir “Yürek ihkılâbı” ile “Cehalet Asrı”nı “Saâdet Asrı”na çeviren Peygamber-i Âlişan’ın ilham kaynağıdır… Başka bir deyişle, “vahiy”dir.
Son söz: Her yerde yaşanan zulmün ortadan kalkması için dünyanın yeni bir “Yürek İnkılâbı”na ihtiyacı vardır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.