Ankara için sudan bir yazı!
Ankara’da yaşayanlar bilir, Ankaralılar şehir suyu içer. Bir istisna olmuştu, bundan dört beş yıl evvel; ciddi bir kuraklık yaşanmış ve Kızılırmak’tan getirilen su devreye sokulmuştu...
İşte o zaman şehir suyunu terk ettik. Hem kokuyordu, hem de ağırdı... Başka etkileri var mıydı? O sıralarda barsak rahatsızlıklarının çoğaldığı haberleri yayılmıştı; biz de çevremizde bazı vak’alar görmüştük.
Ne tesadüf, son günlerde Ankara aynı durumda...
Ben ne CHP’ye, ne Tabip Odası’na ne de şuna buna bakarım, kendime, çevreme bakarım. Başkan ne kadar yüzünün tebessüm kaslarını gergin tutarak açıklama yapsa, hatta gözünü yumup ilaç niyetine su içse de hakikat ortada: Şu sıralar Ankara’nın suyu kötü!
Ankara Kızılırmak suyu içmek zorunda mı?
Olmadığını sanıyorum. Olsa bile, Kızılırmak suyunun içilebilir addedilmesini bir kepazelik olarak görüyorum!
Çocukluğum Kızılırmak kenarında geçti. Asla içmeye teşebbüs etmezdik, yemek ve bulaşıkta da kullanılmazdı. Sonra tarlaları sulamak için kanallar filan yapıldı, Kızılırmak suyunun tarlalara da uygun olmadığı anlaşıldı. Şunu da kaydedelim: Bizim Kızılırmak kenarında bulunduğumuz yılların üzerinden yarım asır geçti, Kızılırmak sanayi tesislerinin atıklarıyla da iyice kirlendi buna rağmen bu nehirden su getirmek hangi aklın veya hesabın işi, varın siz düşünün!
Ankara, eskiden içinden üç akarsu geçen bir şehirdi. Hatip Çayı, yani Bent Deresi, İncesu Çayı ve Çubuk Çayı... Bugünün Ankaralıları bu çayların, derelerin adını bile bilmez. Çünkü üzerleri kapatılmış, yol geçirilmiştir. Güzelim su yolları, kara yoluna dönüştürülmüştür. Ankara’ya gelen aklı erer yabancıların söylediği şudur: Bu şehrin içinden su geçmeli!
Çocukluğumuzda, gençliğimizde Bend Deresi’nin, İncesu Deresi’nin şehrin içinden geçtiğini hatırlayanlardanız. Çubuk Çayı daha uzun süre açıktan akmıştır.
Bu dereler içme suyu sayılmaz. Ankara’nın içme suyu kaynakları vardı, bunların yetersizliği anlaşıldığından 19. yüzyılın sonunda vali Abidin Paşa 20 km. mesafeden o zamanın şartlarında ve tekniği ile Elmadağı’ndan su getirtti ve Atpazarı meydanında akıttı...
1916’te Çorum sürgününden Ankara’ya nakledilen Refik Halit Karay, geldiği yaz aylarında Ankara’nın su sıkıntısı çektiğini yazar. Bu arada Ankara’nın en büyük yangınlarından biri vuku bulmuş, şehrin bin kadar evi yanmıştır...
Cumhuriyet’ten sonra şehir nüfusunun hızla artması karşısında çözüm aranmış ve Çubuk Barajı inşa edilmiştir. İstanbul daha önce benzer şekilde su meselesini halletmiştir, ortada örnek vardır. İstanbul’un Osmanlı bendleri ve Terkos gölü şehre akıtılmış, hatta “Terkos” neredeyse bütün şehirlerde şehir suyunun adı haline gelmiştir.
Ankara’da da işe “bend” yapmakla başlanmış, sonra “baraj” denilmesi tercih edilmiştir. Bunun hem de “dil devrimi”nin hızlı döneminde yapılması ilgi çekicidir. “Çubuk Bendi”, “Çubuk Barajı” olarak ders kitaplarının cumhuriyetin başarıları bölümlerinde yerini almıştır. Bu küçücük bendin daha fazlasını, şimdilerde mahalli idareler “gölet” adıyla yapıp duruyorlar!
Şimdi bu ilk “Çubuk Barajı’nı görmeye gidenler hayal kırıklığına hazır olmalı: Suyu çekilmiş bir “baraj”ın insana ne kadar hüzün vereceğini ölçmek için iyi bir testtir bu!
Erdem ve ahlâk gibi kelimeler, günümüzde çoğu idarecinin sözlüğünden çıkarılmış durumda. Eğer bir itiraz varsa, bunu sükûnetle karşılayıp doğruluğunu görünce, hakkı teslim etmek erdemdir. Bu erdemi göstermediği için Ankara’nın başkanını kınamalı mıyız? Bu davranış sırf ona mahsus olsa idi, elbette öyle yapardık!
Şimdi şehir suyunun içilebilir olduğunu ısbata çalışan Ankara Başkanı, seçim kampanyası sırasında çılgın proje olarak Ankara’ya İstanbul boğazına benzer bir boğaz yapmaktan bahsediyordu! Onun gerçek çılgın projesi, içinden geçen suları ihya ederek şehre gerçekten güzellik katmak olabilir. Bunu yapabilir mi? Ucunda rant yoksa, aklından bile geçirmez!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.