NATO’nun Eski ve Yeni Müttefiki
Amerikan The Wall Street Journal (WSJ)’in editörleri birkaç gün önce Türkiye’nin IŞİD politikası ve IŞİD’e karşı kurulan koalisyondaki tutumu değerlendirmek üzere oldukça sert bir yazı yayınladı. Şu ya da bu yazar adına değil, bağlayıcılığı ve önemi anlaşılsın diye olmalı ki; WSJ’in editörleri makaleleri için şu başlığı uygun görmüşlerdi: ‘Ankara artık ABD’nin müttefiki değil’.
Galler’de gerçekleştirilen NATO Zirvesi’nde ABD Başkanı Obama IŞİD’e karşı oluşturulacakÇekirdek Koalisyon’da Türkiye’nin yer alması yönündeki teklifi biliyoruz. Ancak teklifte epeyce ısrar vardı. Bu sebeple önce ABD Savunma Bakanı Hagel sonra da Dışişleri BakanıKerry ne kadar ısrarlı olduklarını fiilen göstermek üzere Ankara’ya gelmişlerdi. Washington’a, Brüksel’e çağırıp teklifte ısrar etmenin pek uygun düşmeyeceği öngörülmüş demek.
Önce IMF’den Şimdi de NATO’dan
Enteresandır NATO ve ABD’den gelen “emperyalist işgale ortak ol, sömürgeciler ve yerli işbirlikçilerinin bekası adına bölgedeki savaşa katıl” yolundaki tekliflere Türkiye’den verilen olumsuz cevap normal şartlarda memnun olması gereken kimilerini son derece rahatsız etti. Ancak gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, gerekse Hükümet adına Başbakan Davutoğlu ve Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun Galler-Cidde zirvelerindeki maksada uygun pozisyon almamalarının Batı’yı ve despotik iktidarları rahatsız etmesinden daha fazla ve kapsamlı bir önemi haizdir.
ABD’nin, NATO’nun, AB’nin, IMF’nin tekliflerine heyecanla atılan, kendini ispat için yırtınan Türkiye siyaseti artık iyice tarihe gömülüyor. Türkiye, Batı’nın ikiyüzlü ve sömürgeci politikalarını teşhir etmekten öteye doğru geçip açıktan tavır alma ve alternatif üretme sürecine zemin hazırlıyor.
Eğer Galler ve Cidde’de gerçekleştirilen IŞİD’le mücadele toplantılarında Türkiye NATO-ABD konseptinin dayattığı işbirlikçi bir role razı olsaydı ne olurdu? Anti-emperyalist maskesi takan bütün Ergenekoncu ve Baasçı çevreler bir taraftan “Katil ABD, İşbirlikçi AKP!” sloganı atacaklardı, diğer taraftan da Suriye ve Irak’taki statüko muhafaza altına alınacağı için zil takıp oynayacaklardı. Ancak ABD’nin bölgede açmaya çalıştığı yeni cepheye koşmayan Türkiye’deki siyasi irade bu çevreleri iki açıdan da açığa düşürdü.
Yerli malı Şebbihalar tarafından en ahlaksız alaycı ifadeler eşliğinde yükseltilen “Hadi şeytana ‘merhaba’ de!” çağrıları çaresizce boşlukta yankılanıyor. Türkiye’de başından beri İran ve Esed Rejimi adına nüfuz casusluğu yapanların beklenti ve hayali şuydu: Erdoğan ve Davutoğlu da darbeci General Sisi gibi NATO planları için şehvetle tetikçiliğe soyunsunlar. Şeytanların kucağına oturup bütün bir toplumu şeytanların kucağına oturmaya davet eden bu gibi tiplere nasıl olur da hâlâ gazeteci muamelesi yapılır, hayret doğrusu.
Rafsancani’den Laricani’ye kadar İran’daki bütün devlet ricalinin ABD’ye el açıp yalvarırcasına “IŞİD’e karşı hava saldırısı yetmez, kara harekâtına girişin. Irak’ta işbirliği yaptığımız gibi Suriye’de de işbirliği yapmalıyız” çağrıları adeta vakayı adiyeden sayılır oldu.
Mecburi İstikamet’e Son!
İslam İnkılabı ile güya “Ne Doğu/Rusya, Ne Batı/ABD” şiarıyla hareket edeceğini deklare eden İran artık bambaşka bir noktaya vardı: “Hem Doğu/Rusya Hem de Batı/ABD”. Mevcut dünya sistemine entegre olmak, uluslararası statükoda meşruiyet elde etmek, bölgesel planda hegemonyasını tescillemek adına İran, Suriye ve Irak’ta hem işgal ve katliamlara imza atıyor, hem de Rusya ve ABD’nin ileri karakolu gibi hareket ediyor.
Önce Afganistan, sonra Irak ve Suriye’de meydana çıkan gelişmeler şunu gösterdi: İran, NATO’nun şefkatli kucağına doğru koşmak için fırsat kollarken Türkiye bu kucağı terk etmek hatta onu tesirsiz hale getirmek için eski siyasetini değiştiriyor ve yeni bir vizyon inşa ediyordu.
Maskelerin hepten düştüğü bir dönemde bu sebeple Dev-Yol geleneğinin takipçisi ÖDP’nin yayın organı BirGün Gazetesi adeta Sam Amca olup nerede durulması gerektiğini ikaz ediyordu. Sosyalist solun, Gezi Ruhu’nun, Taksim Komünü’nün duygu ve temennileri dünkü manşette şöyle bedenlenmişti: ABD, Türkiye’ye NATO üyeliğini hatırlattı: Rica değil; emrediyoruz.
Küresel sermaye karşıtı, neo-liberal politikaların hasmı, büyük şeytanın yeminli düşmanı filan gibi vasıf ve etiketlerin hiçbir değeri, geçerliliği ve önemi kalmamıştır. Çünkü bu veya benzeri söylemler öncelikle bir aldatmacanın, sömürünün ve işbirliğinin maskesi olmaktadır.
Burada şu soruyu sormak kaçınılmaz olmuştur: IMF’nin tasallutundan kurtulan neden NATO’nun tasallutundan kurtulamasın ki? Düne kadar IMF’ye bağlı olan bir ekonomiyi oradan bağımsızlaştırmak mümkün olduysa bugüne kadar NATO’ya bağlı olan politikayı da NATO’dan bağımsızlaştırmak pekâlâ mümkündür. İşte olup biten de bu sürecin parçalarından birine bizim şahitlik etmemizdir. NATO’yu İran’a, Türkiye Soluna, CHP’ye bırakıyoruz yani.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.