Yüzyıla damga vuran sözler..
21. yüzyıl hesaplaşma yüzyılıdır.
19. yüzyıldaki çöküşe, 20. yüzyıldaki vesayete karşı bağımsızlaşma ve meydan okuma yüzyılıdır.
Coğrafya ölçeğinde dirilişin, kendini bulmanın, yerli olmanın, özgür olmanın mücadelesinin verileceği yüzyıldır.
Birinci Dünya Savaşı'nın bitişinin ilan edileceği, güç haritalarının yeniden şekilleneceği, yeryüzünün siyasi istikrar haritasının yeniden biçimleneceği, 'kaos coğrafyası' adını verdikleri Atlantik'ten Pasifik kıyılarına uzanan yeryüzünün orta kuşağının belirleyici olacağı bir yüzyıldır.
Osmanlı siyasal otoritesinin dağıtılmasından sonraki en büyük kalkışma, yeni bir yükseliş dönemi bu yüzyılda yaşanacaktır.
Bu coğrafya son bin yılda üç büyük şok dalgasıyla yüzleşti: Haçlı Savaşları, Moğol istilası ve Osmanlı'yı dağıtan Birinci Dünya Savaşı..
ÜÇ BÜYÜK ŞOK, ÜÇ BÜYÜK YÜKSELİŞ
Üç büyük sarsıntıda da büyük bir çöküş, umutsuzluk, savrulma yaşandı. Ama iki büyük şok dalgasının hemen sonrası bir öncekinden çok daha güçlü yükselişler yaşandı.
Her iki yükselişin de Anadolu topraklarından başladığını ve dalga dalga coğrafyaya yayıldığını, çöktü denilen bölgenin küresel çekim ve güç merkezi haline geldiğini hatırlatmaya gerek var mı?
Üçüncü büyük şok dalgasının bedelini ödüyoruz. Umutsuzluğun, güvensizliğin, tükenmişliğin ve ezilmişliğin acısını yaşıyoruz. Birinci Dünya Savaşı kadar da 20. yüzyıl boyunca devam eden vesayet yönetimi ve zihinsel köleliğin kişiliksizliğini yaşıyoruz.
Bize yüzyıllar kadar uzak sandığımız Kanal Savaşı'nın, Yemen'in, Gazze Savaşları'nın, Kut-ul Amare'nin üzerinden bir yüz yıl dahi geçmemişken, zihinlerimizin nasıl formatlandığını, hafızalarımızın nasıl silindiğini yeni yeni farkediyoruz.
Kendimizi, geçmişimizi, coğrafyamızı ve benliğimizi yeniden keşfediyoruz.
MÜCADELE BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI KADAR BÜYÜKTÜR
İşte bu son büyük şok dalgasından sonraki uyanış işaretleridir. Önceki iki kaos sonrası olduğu gibi, üçüncü şoktan uyanış da yine bu topraklardan başlamaktadır. Vesayeti, vesayetin formatladığı kimlik, ulus, vatan, tarih, coğrafya algılarımızı nasıl reddedeceğimizi yeni yeni öğreniyoruz.
Öğrendikçe, farkettikçe, bilendikçe de kendimizi bir hesaplaşma içinde buluyoruz. Bu hesaplaşma yaşanmadan Anadolu'nun, coğrafyanın özgürleşmesi mümkün değil. Bu hesaplaşma sonrasının üçüncü büyük yükseliş dönemi olacağını sadece biz değil, bizimle hesaplaşma içine girenler de çok iyi biliyor.
Bu yüzden, verdiğimiz mücadele Birinci Dünya Savaşı kadar büyüktür. O zaman karşımızda tek cephe olan merkez güçler şu an da karşımızda tek cephedir. Bakmayın bazılarının müttefik, stratejik ortak olduğuna, Türkiye'nin, coğrafyanın uyanışına karşı hepsi tetiktedir.
Türkiye'nin içinde bulunduğu sıkıntılar, ardı ardına yüzleşmek zorunda kaldığı krizler işte bu hesaplaşmanın uzantılarıdır. Devamı da gelecektir.
Bütün bunları günübirlik iktidar çatışması olarak değerlendirenlerin bu gerçeği anlaması zordur. Bu yol bir kaderdir. Siz istemeseniz de tarih ve dünyanın içinde bulunduğu durum sizi o yola zorlayacaktır. Biz isteksiz olsak da, Türkiye'nin toplumsal hafızası, coğrafyanın acı dolu geçmişi, kişiliksizleştirmeye duyulan hınç, bizi buna zorlayacaktır.
Önümüzde iki seçenek vardır. Ya 20. yüzyılın vesayeti devam edecek ya da bu zincirler kırılacak. Vesayete razıysak Türkiye küçülecek, etnik ve kimlik çatışmalarına boğulacaktır. Zincirleri kıracaksak, yeni bir özgürleşme bilinci oluşturacaksak bu krizlerin üstesinden gelmeyi bileceğiz.
ONLAR ASLA YERLİ DEĞİLDİR!
Türkiye ve merkezinde bulunduğu coğrafya, kitleler ikinci tercihten yanadır. Tercih; büyüyerek, vesayet rejimlerinden kurtularak, onurlu bir geleceğe yönelmektir. Önümüzde bize yol gösterecek çok ciddi bir birikim, zenginlik mevcuttur. Bölgenin dört etnik unsuru arasındaki çatışma ve çözülmelere yönelik küresel stratejileri boşa çıkarmak, adeta bir Selçuklu kaynaşmasını başarmak zorundayız.
Yüz yıldır, çözülme stratejileriyle bizleri vesayet altında tutanlara karşı tersine bir rüzgar estirerek, çözülme yerine kaynaşma, kimlikleri sadece zenginlik ve birikim olarak görerek direnebiliriz.
İşte tam da bu hesaplaşma içinde kimlerin nerede durduğuna dikkat etme ferasetini gösterebilmeliyiz. Etnik sebeplerle, dini sebeplerle, siyasi sebeplerle, dar iktidar hesaplarıyla bu büyük mücadeleyi sekteye uğratma rolünü üslenenler, Türkiye'ye, coğrafyaya ve tarihe ihanet içindedirler.
Bu büyük yürüyüşü anlamayanlar, kavrayamayanlar bulundukları yerde debelenip dursun. Ancak bunun pekala farkında olup da dar çevre/örgüt/cemaat hesapları güderek kitlelerin önünde set olmaya çalışanlar bu büyük davanın, millet mücadelesinin düşmanlarıdır.
Onlar asla yerli değildir. Ruhlarını, benliklerini, zihinlerini rehin vermişlerdir.
ARTIK KORKMAMAYI ÖĞRENDİK
Ama tarih bir kere döndü, rüzgar yön değiştirdi, kitleler ortak bir dil geliştirdi. Bu eğilimin önünde durmak mümkün olmayacaktır. O çevreler ise arkalarından sadece ihanetleri bırakıp yok olup gideceklerdir.
Dün, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın konuşmasına serpiştirilen bazı cümleler bir derin tarih ve coğrafya mücadelesini haber veriyordu. İşte bu yüzyıllık hesaplaşmaya işaret ediyordu.
Birinci Dünya Savaşı, coğrafi sınırlar, zihinlerimize nakşedilen haritalar, ihanet, Lawrence gibi her biri tarihimizde ve benliğimizde derin izler bırakan nitelemeler anlayana çok şey ifade ediyor. Erdoğan'ın 'yüz yıl sonra Türkiye' ifadesi var ya, işte bize içeriden ve dışarıdan savaş açanların tek korkusu bu.
Ama artık korkmamayı öğrendik!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.