Ruhun Şirazesi
“İnsanoğlu önce bir avuç çamurdu... Düzeltildi ve beden biçimi verildi... Sonra ona ulvi ruhtan ikramda bulunuldu...
Ve işte burada... Evet, burada meleklerin ona secde etmesi emredildi.
Secde etmeleri; insan biçimine girdirilmiş olan bu çamurdan cesede değildi, Allah’ın emrine itaat etmeleri için gerekti.
Yalnız secde etmeleri de ulvi ruh üflendikten sonra emrolundu.
Şu halde insan mekanizmasındaki değer unsuru, ‘ancak ilahi ruh üflenince’ ortaya çıktı ve insanın tabiatını değiştirerek; ‘irade, ihtiyar, bilgi ve idrak’ ile donatılmış oldu.
Daha önceki çamurluk döneminden kalma ‘katılık, körlük ve anlamsızlık’ silinip gitti. İşte tarihi oluşum, böyle teşekkül etti.” Muhammed Kutup.
•
Bir insanın ruhunun şirazesini ancak kendisi bozar. Bir başkasından şikâyet etmeye hakkımız yok gibidir.
Ruh, Allah’ın insanoğluna verdiği ve geri alacağı bir emanettir. Emanete layıkınca sahip çıkabilen kimselerin şirazeleri bozulmamış demektir.
Çıkamayanın halini tarife gerek var mıdır bilmem. İsterseniz sokakta yürürken, karşılaştığımız kimselere rahatça selam vermeyi bir deneyelim.
Eğer tedirgin olmadan selam vermeye cesaretimiz varsa ve onun da selamımızı tedirgin olmadan alacağına eminsek bir deneyelim.
Ruh şirazemizin ne halde olduğunu anlamak için iki örnek daha vereyim.
Akraba ilişkilerimize bakalım. Hangi yakınımızın kapısını rahatça çalabiliriz?
Mesela; “Bey veya hanım olarak, kendimizin ve eşimizin akrabalarıyla ilişkilerimiz nasıldır? Bu soruların cevabı, şirazemizin tarifidir.
Müslümansak, İslam’ın bize yüklediği misyon; “dilimizde, bedenimizde ve ruhumuzda” ne kadar yer kaplamaktadır bir gözden geçirelim.
Dış dünyamıza yaptığımız yatırım kadar ruhumuza yatırım yapabilsek, belki fıtrata daha uygun olacak ve şirazemiz bozulmayacaktır. Geçelim.
•
İnsan psikolojisi üzerine alanında önemli çalışmalar yapmış ve batılı meslektaşları gibi insana sadece madde olarak değil, fiziki ve ruhi açıdan da bakarak anlatan Prof. Muhammed Kutupşöyle der:
“İnsan bünyesi, ruh ve bedenin birleşmesinden meydana geldiği için, sadece bedeni yönü ağır bastığı zaman, normal fıtri yapısını devam ettiremez.
Ağır basan beden, ruhun verdiği parlaklığı ve inceliği bir anda yok eder. ‘İnsanın bilgi, idrak ve irade’ gibi istidatlarını söndürür.
Ruh ve bedeni ile insan, iç içe ve birleşik bir yapıya sahiptir ve hiç birbirlerinden ayrılmazlar.”
•
İşte “devamlı kazanma ve kaybetmeme,” “hep haklı olma ve hiç haksız çıkmama,” “ben olmazsam olmaz” halleriile “gayeye giden her yolu meşru sayma ve saydırma” gibi çaresiz hastalıkların sebebi, beden ile ruhun arasındaki şirazenin bozulması demektir.
Bugün ülkemizdeki en önemli problem de; ruhuyla bedeni arasındaki sağlıklı iletişimi kaybetmiş kişilerin, kendilerini memleket ve millet üzerinde söz sahibi saymaya kalkmalarındandır.
Rabbim yardımcımız olsun.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.