Halka “Nerede bu devlet?” dedirtmeden
Süleyman Demirel, siyaset ve toplumda laf ebeliğinin, ilkesizliğin ve oportünizmin sembol isimlerimden biridir. Ancak Demirel bir fertten ziyade prototipi temsil eder. Hatta denilebilir ki, hemen her türlü ilkesizliği izah kabilinden Demirel’in davranış ve sözlerinden örnekler vermek mümkündür. “Bana ‘milliyetçiler adam öldürüyor’ dedirtemezsiniz” sözü ve tavrı her ne kadar eleştiri ve çokça alay konusu olduysa da bir hastalık olarak bu ilkesizlik neredeyse tüm kesimlere sirayet etti, ne yazık ki.
Daha dün denecek kadar yakın bir zamanda “Katil Devlet Hesap Verecek” sloganıyla güya adalet arayanlar bugün hepimizin gözleri önünde işlenen cinayetlere, kundaklamalara, sabotajlara karşı neredeyse kıllarını kımıldatmıyor. Suriye’de Esed/Baas rejiminin işlediği katliamlara değil karşı çıkmak doğrudan veya dolaylı destek olanlar öteden beri PKK tarafından işlenen cinayetlere karşı da aynı tutumu takınıyorlar. Katili kimliğine göre yargılama siyasetini pek itibarlı bir duruş zanneden aydın-sanatçı ve siyasilerin hegemonyasına esasında halen ciddi bir neşter atılamamış olduğu için toplumsal işleyiş maalesef propagandalarla şekillenmeye devam ediyor.
EN ÖNEMLİSİ KİMİN, NEREYİ YAKTIĞI!
KCK-HDP tarafından kadro ve teşkilatlara sokaklara çıkıp alan tutma ve ülke çapında “Kobani Serhildanı” gerçekleştirmek üzere çağrı yapılınca ne çıktı karşımıza? Aslında uzun yıllardır hep gördüğümüz ama bu sefer daha bir yoğunlaştırılmış ancak istatistiki olarak rapor edilebilecek kadar yoğun bir kundaklama ve yağmalama seferberliğine eşlik eden 40’ı aşkın cinayet. Hepsi de hepimizin gözleri önünde gerçekleşti.
Şizofreni hastası değilse eğer mesela DTK Eş Başkanı Hatip Dicle’nin “Kobani olaylarında paralel devlet provokasyonu olabilir. Eskiden JİTEM vardı şimdi de paralel devlet” mealinde sarf ettiği görüşlerin ne gibi bir değeri olabilir ki? Kobani Serhildanı için bütün halkı sokaklara davet eden KCK ve HDP’yi, yakıp yıkmaları Kürt halkının meşru tepkisi olarak safi ajitasyon ve propagandayla sayfalarına taşıyan Özgür Gündem gibi PKK medyasını da Gülen Cemaati ele geçirmiş ve yönetiyorsa denilecek hiç bir söz yok elbette.
Yıldıray Oğur’un İnsan Hakları Derneği (İHD)’nin Kobani provokasyonuna ilişkin kaleme aldığı raporun ikiyüzlülüğünü tahlil eden makalesi tarihe düşülmüş iyi bir nottur. İnsanlıktan, haktan, sivillikten hiç nasip almamak nasıl olurmuş bakıp görün. İHD’nin raporu 40’ı aşkın insanın vahşice katledilmesine, şehirlerin ateş topuna çevrilip belediye binasından müzeye, okuldan öğrenci yurduna, halk otobüsünden parti bürolarına değin PKK-HDP saldırılarının nasıl temize çıkarılmaya çalışıldığına dair ibretlik bir tablodur. PKK-HDP eliyle organize edilen bütün suçları siyaset ve toplumu keriz yerine koyarak saklama ve aklama teşebbüsü ancak bu kadar mide bulandırıcı olabilir.
20 sene önce Şeytan Ayetleri provokasyonuna karşı bir toplumsal tepkiyle ama kast etmeksizin (ya da kastı aşarak) yakılan Sivas’taki Madımak Oteli’nin bitip tükenmeyen ağıt ve feryatlarıyla ekmek yiyenler bugün ne yapıyorlar? Aydın ve sanatçı maskesi takanlar, sendikacı ve siyasetçi rolü kesenler, demokrat ve hümanist, aydınlanmacı ve ilerlemeci tip ve kurumlar yakılan 220 okul, binlerce araç, yurt, Kur’an kursu için nasıl olur da eleştirel bir cümle kuramazlar? Bir yer, bir kurum, bir araç PKK-HDP’liler veya diğer sol-sosyalist örgütler tarafından yakılınca meşru ve makul mü oluyor yoksa?
CAN GÜVENLİĞİ KİME EMANET?
Diyarbakır’da muhtaçlara kurban eti dağıtırken Yasin Börü, Hasan Gökgöz, Riyad Güneş ve Hüseyin Dakak’ın PKK-HDP’liler tarafından en iğrenç yöntemlerle nasıl katledildiği ortada? Organize, planlı ve failleri belli bir katliamdı bu. Uğur Kaymaz ve Ceylan Önkol’un cinayetleri asla böyle değildi. Selahattin Demirtaş, Aysel Tuğluk, Sırrı Süreyya Önder gibi emir komutayla kurşun asker gibi hareket edenlerden özeleştiri veya üzüntü bildirimi beklemek saçma elbette. Peki hani nerede “Katiller bulunsun, Yasin Börü ve 40’ı aşkın maktülün hesabı sorulsun” slogan ve eylemi?
Biraz olsun ulusalcı-sol ve bunlarla işbirliği içindeki liberal çevreleri bilenler için böylesi bir söylem ve eylem zaten hiç mümkün değil. Bu durumda Hükümetin, Çözüm Süreci çökmesin kaygısı anlaşılır bir siyasal tavır ve tercihse de “Bu kanlı provokasyonun hesabı nasıl ve ne kadar hızlı görülecek?” sorusuna acilen cevap üretmesi gerekiyor. Cinayetler, kundaklamalar, adam kaçırmalar, haraç ve yol kesmeler PKK-HDP’nin teamülleri dahilinde olsa da halkın bu türden cinayet ve eşkıyalıklara (bir zaman için dahi olsa) tahammül etmesi tavsiye edilemez.
Deprem, sel, yangın, mafya, eşkıyalık gibi felaketler karşısında halk uzun yıllarca “Nerede bu devlet?” sorusuyla çaresizliğini haykırdı. Devlet olmaması gereken bütün alanlardan hızla elini çeksin elbette. Ancak olması gereken yerlerde ve olması gereken zamanda olmadığında sadece otorite zaafı oluşmaz. Üstüne bir de cinayet ve saldırılara hedef olan kesimlerde karşılık verme refleksinin gelişmesiyle kaos ve bitimsiz bir çatışma ortamı inşa edilir. Eksiksiz bir biçimde katiller, kundakçılar, gaspçılar, yağmacılar, şehir eşkıyaları aranıp bulunmalı ve yargılanıp cezalandırılmalı ki; adalet tecelli edebilsin. Hiçbir suç, yapanın yanına kar kalmamalıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.