D.Mehmet Doğan

D.Mehmet Doğan

Profesörün general olmayanı Mehmed Âkif’e karşı! (2)

Profesörün general olmayanı Mehmed Âkif’e karşı! (2)

İsmini yazmayı gerekli görmediğimiz bir prof., Mehmed Âkif’le ilgili yalan yanlış bilgilere dayanan karalayıcı bir yazı yayınladı. Neyse ki gazetesi yazının ikinci bölümü ile sayfalarını kirletmedi. Dün bir karakter âbidesine çamur atmaktan ibaret olan bu yazı ile ilgili görüşlerimizi yazmaya başlamıştık. Prof., Âkif’e “Teşkilat-ı Mahsusa ajanı” yakıştırması yapıyor.

Mehmed Âkif “Teşkilat-ı Mahsusa”nın personeli değildir. O bazı kritik görevler için davet edilmiş, o da millî bir vazife olarak kabul ettiğinden, para pul almadan kabul etmiştir. İşte bu bîidrakin yazdığı günlerden yüzyıl önce, Âkif Berlin’e gitmiş ve orada Almanlara esir düşen Müslümanları irşada gayret etmiştir. 

Mehmed Âkif’in Abdülhamid’in tahttan indirilmesinde oynadığı rolü hiç olmazsa bir satır halinde açıklamak, eğer dürüstse boynuna borçtur. Onun Abdülhamid’in halli ile alâkasını kurmak ancak hamakat ehline yakışır. 

İstiklâl Marşı “dostu Hamdullah Subhi sayesinde millî marş olarak kabul edilmiş”! İz’ansızlığın bu kadarı! Hamdullah Subhi Mehmed Âkif’in arkadaşı veya dostu değildir. Hamdullah Subhi, Âkif’in şiirlerini beğenir, şiir kudretini takdir eder. Ona kalsa idi, Türkocağı’nın kurucularından Mehmet Emin Yurdakul’un milli marşın şairi olmasını isterdi. Çünkü onu büyük bir törenle “milli şair” ilân etmişti. Hamdullah Subhi, Mehmed Âkif’le olan görüş farkını Maarif Vekilliği’nden ayrıldıktan sonra, kendisi hakkında kurulan Encümenin (komisyonun) raporu üzerine konuşurken şöyle ifade etmektedir: “Burdur Mebusu muhteremi Mehmed Âkif Bey’le ben birbirine mütenakız görülen bir yolda senelerce çarpıştık”. (Mustafa Baydar: Hamdullah Subhi Tanrıöver ve Anıları. İstanbul 1968, sf. 119)

Mehmed Âkif’in şiiri ısrarlı talep üzerine yazılmış, gizlisi saklısı olmadan, Meclis’te görüşülmeden önce yayınlanmış, değeri takdir edilmiş, Meclis’de bir kişi hariç, ekseriyete yakın ittifakla kabul etmiştir. Diğer altı şiiri okumak zahmetine katlananlar, topunun Âkif’in şiirinin bir mısraı etmeyeceğini de görürler. 

Âkif’in Cemaleddin Efganî ve Muhammed Abduh’la tanıştıktan sonra hayatı değişmiş... Bu tanışma nerede ve nasıl olmuş? Mehmed Âkif’in bu iki isimle şahsî tanışıklığı yok. Onların eserlerini, yaptıklarını önemsiyor. Efganî ve Abduh’a karşı olabilirsiniz, fikirlerini beğenmeyebilirisiniz, o başka bu başka. Müslümansan kâfire bile adaletle hükmetmek mecburiyetindesin. Mehmed Âkif bu isimleri önemsemekle beraber, onlardan farklı fikirlere sahip bir şahsiyettir. Halbuki, “Halife” Abdülhamid, Efganî ile şahsen tanışmış ve onu uzun süre yanında bulundurmuştur!

Mehmet Âkif’in İngilizlere büyük hizmeti geçmiş! Bu iftirayı atıp da ısbat edemeyen şerefsizdir! Âkif, İstanbul’da tutuklanmamış ve Ankara’ya gidişine göz yumulmuş... Bunlar da iddiadan öte safsatadır. 

General olmayan profesörün bilgi yanlışları düzeltilmekle bitmiyor. Âkif 1926’da Mısır’a gitmiş! Halbuki 1925’te gidişinden sonra ölümüne yakın dönene kadar bir daha ülkesine gelmemiştir. Bu unvanlı zat, Âkif’in İstanbul’a döndükten sonra unutulmuşluk içinde vefat etmesinden ve resmî makamların cenazesiyle alâkadar olmamasından da çok memnun olmuşa benziyor. 

Birinci madde: Mehmed Âkif, İstanbul’a döndükten sonra ilgi odağı oldu. Onunla birçok gazeteci konuşma yaptı. Bu arada, zamanın Cumhurbaşkanı milletvekili adamlarını gönderdi ve ciddi para vaad ederek Kur’an mealini almak istedi... Tabiî emeline nail olamadı. 

Cenazesine gelince... Resmî makamların, rektörlüğün engellemesine rağmen üniversite gençliği Mehmed Âkif’in cenazesine sahip çıktı. Binlerce gencin ve halkın elleri üstünde Bayezid’den Edirnekapı’ya kadar taşındı. Gençlik o gün ilk defa rejime karşı tavır ortaya koydu. Ey prof! Bir gün Bayezid’den Edirnekapı’ya kadar yürü... Belki nefesin açılır! 

Bu sakalet kumkuması yazıda Âkif’i karalamak için damadına, oğluna saldırılıyor. Kendi uydurduklarına dayanılarak yorumlar yapılıyor. Elbette Âkif’in büyük oğlu Emin’in dramatik sonu hepimizin içini kanatıyor. Fakat Emin’in neden bu duruma düştüğünü kimse merak etmiyor. Bu cehalet profesörüne nasıl anlatalım? Senin bir oğlun olsa, askerde arkadaşına Kur’an okumayı öğretirken yakalansa, her türlü baskıya, şiddete maruz kalsa, kafayı sıyırsa, akıl hastahanesinde tedavi görse...

Çamur atmakta rahat olan prof, bilme, öğrenme, doğrulara ulaşma konusunda ise kendini hiç yormuyor. Mehmet Âkif, Kur’an tercümesi işini baskılar sonucu kabul etti. 6 yıl çalıştı, tamamladı, temize çekti. 1930’lu yılların başında Türkiye’de Türkçe ezan ve ibadet furyası vardı, tercümeyi göndermeyi uygun bulmadı. Mukaveleyi feshetti, avans olarak aldığı parayı iade etti. Ahlâkî yönü bilinen bir şahsiyete “devletten aldığı avansın üzerine yattı” demek bu dünyada karşılık bulmasa bile Allah indinde bir karşılığı vardır elbette. Eğer inanıyorsanız!

Mehmed Âkif, meali İhsan Efendi’ye emanet etti. O da yakmaya kıyamadı. Meal ölümünden sonra 1960 darbesinin ardından yakıldı, kaynaklarda bununla ilgili bir hayli bilgi vardır, bilmek isteyene!

Mehmet Âkif’i değersizleştirirken “millete, çocuklarımıza tavsiye edeceğin örnek şahsiyet kim?” sorusunu sormaktan kendimizi alamıyoruz. 

Elbette bu yazı bu kadar uzun bir cevabı hak etmiyor! Fakat değerbilir halkımızın hissiyatını önemsemek zorundayız. Bu dindarlık iddiasındaki prof’a Rabbim inşaallah hidayet nasib eder, milletin değerine, iman salabeti bilinen örnek şahsiyetine saldırılarından nâdim olur.

Ne ibret, yok mu, bir bilsen kızarmak bilmeyen çehren?

Bırak tahsili evladım, sen ilkin bir hayâ öğren!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
12 Yorum
D.Mehmet Doğan Arşivi