“Her Cumhuriyet Hâkimiyet-i Milliye değildir”
1923’de ilân ettirilen Cumhuriyetin millî hâkimiyeti muhtevi olmadığını, Tek Şef M. Kemal ve kadrosunun Batıcı-laik ve pozitivist anlayışından mülhem altı ok ilkeleri üstüne tertip edilen Kemalist bir Cumhuriyet olduğunu defalarca yazdığımızda bazı zümreler bühtan ettiğimize kanaat ediyorlardı.
Öyle ki1923 Cumhuriyetinin başlangıcından bu yana millî hâkimiyeti muhtevî olmadığını devrin paşaları da dile getiriyor.
29 Ekim 1923 tarihinde TBMM’de Cumhuriyetin ilânı karar altına alınırken Millî Mücadele’nin öncü paşalarından Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy ve Refet Bele Meclis’te yoktu.
İstiklâl Savaşı’ndan çıkan bir devletin yeni rejiminin ilânı sırasında M. Kemal’in, Millî Mücadele’nin lider paşalarına haber vermemesinin derin bir mânası vardı. Adı geçen paşaların düşündükleri sistem millî hâkimiyetin temsil edildiği ve İslâmî değerlerin belli nisbette korunduğu bir Cumhuriyet devletiydi.
Bu paşaların Cumhuriyet sisteminin muhtevasında M. Kemal’den ayrı düşündükleri, ilk Meclis feshedilip seçime kararı alındığında ortaya çıkmıştı. M. Kemal’in Meclis’in üstünde bir güç olma temayülü göstermesinden, devletin tek otoritesi hâline gelmesinden ve böylece Cumhuriyet adı altında bir istibdat rejimi kurma ihtimalinden rahatsızlardı. (Türkiye Cumhuriyeti Tarihine Giriş / D. Mehmet Doğan).
MİLLÎ MÜCADELE’NİN ÖNCÜ PAŞALARININ HABERİ OLMAYAN CUMHURİYET
Millet temsilcilerinin ve Millî Mücadele’nin öncü paşalarının reyi alınmadan ilân edilen ve Tek Parti istibdadına dönüşecek olan Cumhuriyete ilk karşı görüş Kazım Karabekir’den gelmişti.
Ona göre, “Müstebid idare mahv sebebidir. Ferdî veya zümrevî tahakkümler bir milleti mahv için kafi sebeplerdir. Buna misal isterseniz biz ve bütün Müslüman hükümetlerdir. Hepsi birer müstebit idarede uyuşmuş kalmışlardır. Milletin kuvveti, halkın kuvvetidir. Bunun da mânası cumhuriyeti ifade eder, diyecek ve Türkiye’nin millî hâkimiyet esasından şahıs hâkimiyetine doğru gitme ihtimalinin gün geçtikçe artacak.”
29 Ekim günü Rauf Orbay İstanbul’daydı ve Cumhuriyetin ilânını ve atılan top atışlarının sebebini gazetecilerden öğrenir.
Aynı gün Tasviri Efkar gazetesi muhabirinin sorusuna verdiği cevapta “Bence Cumhuriyet kelimesi üzerinde mütalaa münakaşa değildir. Millet esasen bu idare şeklini hakedip, zaferiyle temin eylemiştir. Elverir ki, meseleler milletimizce muhakeme edilerek, malûm olsun. Bu esaslar bâki kaldıkça, isim değişikliği, hedef ve gayeyi ihlâl de tebdil de edemez” sözleriyle millî hâkimiyetin esas olduğu vurgusunu yapıyordu.
1923’DE İLÂN ETTİRİLEN CUMHURİYET, CUMHURİYET ESASLARINA MUHALİFTİR
Millî Mücadele’nin diğer bir öncü ismi Ali Fuat Cebesoy da Rauf Orbay gibi düşünüyordu:
“Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile kurulmuş olan Büyük Millet Meclisi idaresi şüphesiz millî hâkimiyet ve idareye göre kurulmuş bir müessese idi. Bu cumhuriyet demek değildir. Çünkü Cenubî Amerikan devletleriyle Bolşevik devletleri de birer cumhuriyetti. Bunlar tam mânasıyla birer diktatörlüktür. Biz asla diktatörlüğü getirmeyecek esaslara dayanan cumhuriyet istemiştik. Madde 11’de ‘Reisi Cumhur, lüzum gördükçe Meclise ve Heyet-i Vekile’ye reislik eder’ deniyordu. Halbuki devlet reisi olan bir zatın Meclise ve Heyet-i Vekile’ye lüzum gördükçe reislik etmesi cumhuriyet ve demokrasi esaslarına tamamiyle muhaliftir’ diyerek önemli olanın milletin hâkimiyetidir…”
HÂKİMİYET-İ MİLLÎYE ESAS ALINMADAN İLÂN EDİLEN CUMHURİYET
Kazım Karabekir’in, Rauf Orbay’ın, Ali Fuat Cebesoy’un ve bu ifadeleri en başta M. Kemal olmak üzere yandaşlarını rahatsız eder. Rauf Orbay, Cumhuriyet düşmanı olmakla itham edilmeye başlanır. Bu itham üzerine Halk Fırkası Meclis Grubu’nda, “Kayıtsız şartsız Hâkimiyet-i Milliye’nin Cumhuriyet olduğunu, ancak her Cumhuriyetin Hâkimiyet-i Milliye” olmadığını cesurca beyan ederek Cumhuriyetle ilgili fikirlerini bir kez daha savunur. (Geçmişiniz İtinayla Temizlenir / Cemil Koçak).
Erzurum Kongresinde yazılan “Kayıtsız şartsız bağımsızlık, kayıtsız şartsız millî hâkimiyet ilkesi” maddesinden hareketle “hâkimiyet-i milliye’nin”, yâni millî hâkimiyetin mânasını hatırlamayanlar için mevzuun sıcaklığı içinde açıklamak gerek.
Milletin kendi geleceğini ve idâresini tayin etme gücü ve hakkı demektir. Millî, millete ait, millete has olan mânasındadır. Millî kavramı millet geldiğine göre, millî hâkimiyet de İslâmlaşmış bir topluluğun, yâni milletin hâkimiyeti mânasına gelir. Cumhuriyet sistemi de cumhurun yâni halkın idaresi demek olduğuna göre cumhuriyet, millî hâkimiyeti mutlaka temsil etmesi gerek.
Gerçek târif böyle. Fakat M. Kemal ve yandaşlarının 1923’de ilân ettirdiği Cumhuriyet bu târife uymadığı için hâkimiyet-i milliye’yi haiz bir Cumhuriyet diyemeyiz.
DİNE HÜRMETKÂR BİR CUMHURİYET İSTEYENLER TASFİYE EDİLDİ
Millî Mücadele’nin liderleri arasında Cumhuriyetin ilânı ile başlayan görüş ayrılığı daha da devam ederek devam eder. Türkiye’nin Tek Şef M. Kemal riyasetinde istibdat dönemine girmeye başladığını gören paşalar, millî hâkimiyeti temsil edeceğini söyledikleri ve kuruluş beyannamesinde “Bu parti dine hürmetkârdır” yazılı olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasını kurarlar. (Erik Jan Zürcher, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası).
Netice itibariyle “Her Cumhuriyet, hâkimiyet-i milliye değildir” demek, Tek Şef Cumhuriyetine karşı işlenmiş bir cürüm sayıldı ki 1926 İzmir Suikastı bahane edilerek, önce Kazım Karabekir ve Rauf Orbay siyasî hayattan tasfiye edildiler.
BİR DOSTTAN İTİRAZ MEKTUBU
Ey azizan! Nida Gönen adlı öğretim görevlisi bir dost, dostâne bir itiraz mektubu göndermiş. Bazı meselelerin vuzuha kavuşması için paylaşmak istiyorum:
“Milliyetçiliğin İslâm’la halhamur olması gerektiğini, İslâmlaşmış bir milliyetçiliğin Kemalist zulmün karargâhı unvanını taşıyan Çankaya’nın Kemalist geçmişiyle uyuşmayacağını hâlâ idrak edememiş.Hareketçi milliyetçilerin lideri belli ki Çankaya’nın Kemalizm’in kutsal sembolü olduğunu anlatan “Ne örümcek ne yosun / Ne mucize ne füsun / Kâbe Arab’ın olsun / Çankaya bize yeter” mısralarından haberdar değil.”
Selamunaleyküm abi uzun zaman oldu görüşmeyeli. Derneğe de fazla gelemiyorum, ama dışarda rastladıkça muhabbet ettiğim Hasan Ejderha abime sizleri, Ali hocamı, Muzaffer hocamı ve şahsınızı soruyorum.
“Hareketçi milliyetçi” diye itham ettiğiniz zatı muhteremi çoğunlukla bende tenkit ediyorum ama velakin beş tepedeki ak saray zırvalığına, cumhuriyet balosuna katılmayışı Atatürk ve Kemalist düşüncenin merkezi Çankaya olduğu ve ak saray zırvalığı falan değil. Ülkemiz her geçen gün kötüye gittiği açılım zırvalamaları ile Pkk’nın pirim yaptırıldığı bir dönemde milliyetçi hareketin genel başkanı ak saray zırvalığına katılmıyor diye eleştirmek acımasızlık değil midir? Öbür yandan cumhurbaşkanı olan zatın hiç bir yeri doğru değilken tenkitleri rte’ye değilde Bahçeliye yapmanızı esefle karşılıyor ve bu eleştiriyi kabul etmiyorum. Nerde kaldı aykırılık? Nerde kaldı idealizm? Saygılarımla aziz dost, önce selâm ederim.
-----------------------
CEVABÎ MEKTUBUMUZDUR
Fakirin nâçiz yazısına gösterdiğin alâkaya teşekkür ederim. “Çankaya Millete Hsım Devrimlerin Karargâhıydı” adlı yazımda milliyetçi hareketin liderini sırf cumhurbaşkanının 29 Ekim dâvetine katılmadığı için tenkit etmedim.
Cumhurbaşkanının dâvetine PKK'nın ülkeye verdiği zarardan ve yürek soğutacak bir karşı proje geliştirilemediğinden dolayı gerekçe göstererek katılmayışı normaldir.
Fakat beyanında böyle bir gerekçe göstermeyip, sadece “Anıtkabir’de olacağız…” ifadesi var.Bendeniz, "Anıtkabir’de olacağız” ifadesini tenkit ettim. Yazımda bu hususu ayrıntılı vermeyişim yanlış anlaşılmaya sebep olmuş olabilir. Şunu demek istemiştim. Milletten yana olduğunu iddia eden milliyetçi hareketin lideri, siyasî istikametine katılmasa da milletin reyiyle seçilmiş bir cumhurbaşkanının dâvetine katılması makul olurdu.
Bunu yapmayıp "Anıtkabir de olacağız..." demesi son derece yanlış ve Atatürkçü sisteme aidiyet çağrışımı var ki, İslâm'ı zemin olarak seçmesi gereken milliyetçi kitlenin varlığına zarar vereceği gayet açık. Ayrıca, Kemalist vesayetçi ulusalcı gruplar gibi bu tavrıyla millet reyine değer vermediği intibaı uyandırıyor ki, mütedeyyin milliyetçinin kitlenin bu ham tavrı sindirmesi zor.
Türkiye’deki askerî darbe ideolojisinin ve Kemalist vesayetçi zorbaların belli nisbette çökmesine katkıda bulunduğu ve milletin, dinî değerlerini kamuda kullanmasına serbestlik getirdiği için cumhurun seçtiği Cumhurbaşkanın dâvetine katılmak gereklidir.
“Aksaray" gibi yeni bir bina yaptırmasını bendeniz de doğru bulmadığımı, hattâ Halifelerimizi örnek alarak daha makul bir yerde oturması gerektiği görüşünü savunmuştum.Fakat mevzuu bu değildi söz konusu yazımda. Yıllardır fikrî bakımdan değişmesi gereken milliyetçi kitlenin hâlâ Atatürkçü kavramlarla yan yana durmasının bu kitleye verdiği zararın düşünülmeyişidir.
“Anıtkabir'de olacağız…” sözü, göreceksiniz bu kitleye 1995 seçimlerindeki milliyetçi hareketin bir mebus adayının “Türkçe ezan getirilmeli...” vukuatı gibi ağır zarar verecektir. Milliyetçi hareketin lideri, Beştepe'ye gitmeme gerekçelerini daha sarahatle belirterek, “Millî Mücadele’nin başladığı ve İlk Meclis'in açıldığı günün toplanıldığı Hacı Bayram Veli Câmii’nde milletimizle bir olacağız...” deseydi güzel olurdu.
Fakat niye hâlâ "Anıtkabir" gibi lekeli bir kavrama ve rejimin ideolojik sembolü olan bir mekâna çağrışım yapıyor. Bu tavır, değişmeyeceklerini gösteriyor ki, milletle doğru bir şekilde bütünleşmeleri de yine gecikecek veya mümkün olmayacak. Yazımın maksadı buydu. Ayrıca bu fakir hiçbir siyasî partiye aidiyetim yoktur. Partiler üstü kalmayı tercih ediyorum. Partilere, istikbaldeki Türkiye İslâm Cumhuriyeti görüşüme bulundukları katkı derecesinde bakarım.
Onun için şu veya bu partili değilim. İdealimden bir şey kaybetmedim şükür. Dünkü idealistliğimi daha da İslamlaştırarak ve doğruları öğrenerek sürdürüyorum elhamdülillah. Aykırılık da esasında böyledir. Mevcut milliyetçi fikrin yanlışlığını sürdürmek beyhude bir iştir. Bu mevzu çok uzundur. Seri bir yazıyla anlatılabilir ancak.
Muhabbetlerimle.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.